• serbest çağrışımın dayanılmaz hafifliğinden yola çıkarak
    (bkz: goodbye to romance)
    (bkz: ozzy osbourne)
  • (bkz: goodbye lenin)
  • iyi yazarın çok iyi kitabı, has edebiyat, buna rağmen isherwood'un türkçe de sadece iki kitabı var, yky hazır bu kitabı basmışken diğer kitaplara da el atsa okusak.
  • herhangi bir kitap okurken bu kadar uykum gelmemişti, bu kadar sıkılmamıştım.
    nazi almanyasını hep filmlerden izlemiştim. kitabın arka kapağını okuyunca aha aradığım bu dedim. bir de yaşayan birinden okuyayım istedim. fakat yazarın neyi anlatmak istediğini ana fikrini varmak istediği sonucu anlayamadım. anlayan varsa anlatsın lütfen. yani okunası olmayan bir kitap. yky tarafından ölmeden okumanız gereken 1001 kitaptan biri olarak tavsiye edilmesini kınıyorum.
  • sonra yine bana döndü: “şu sıralarda, sizin büyük ozanınız lord byron’la ilgili fransızca bir kitap okudum. çok ilginç bir kitap. şimdi, bir yazar olarak, şu önemli meseleye ilişkin düşüncenizi öğrenmeyi çok isterim: lord byron, ensest suçu işledi mi, işlemedi mi? siz ne düşünüyorsunuz mr. ısherwood?”
    yüzümün kızarmaya başladığını hissettim. nedense, natalia’nın varlığı değil de sakin sakin lokmalarını çiğneyen frau landauer’in varlığı beni o anda tedirgin etti. bernhard, gözlerini tabağından ayırmadan, hafifçe gülümsüyordu. “doğrusu,” diye başladım, “bu biraz zor…”
    herr landauer, “bu çok ilginç mesele, “ diyerek sözümü kesti. hepimizi iyiliksever bakışlarla süzüyor, bir yandan da büyük bir memnuniyetle lokmalarını çiğnemeyi sürdürüyordu. “bir dahinin kural dışı bir insan olduğunu ve kural dışı şeyler yapmakta özgür olduğunu kabul edelim mi, yoksa, şöyle mi diyelim: hayır, güzel bir şiir ya da güzel bir resim yapabilirsiniz ama günlük yaşamınızda sıradan bir insan gibi davranmak zorundasınız ve sıradan insanlar için yaptığımız yasalara uymak zorundasınız. olağan dışı olmanıza izin vermeyiz.” herr landauer, ağzı dolu, zafer kazanmış biri gibi hepimizi ayrı ayrı gözden geçirdi. birden gözleri parlayarak benim üzerimde odaklandı: “oyun yazarınız oscar wilde… bu da ayrı mesele. bu mesleyi sizin önünüze getiriyorum, mr. ısherwood. bu konudaki görüşünüzü öğrenmeyi çok isterim. sizin ingiliz mahkemeleri, oscar wilde’ı cezalandırmakta haklı mıydı, haksız mıydı? ne düşündüğünüzü lütfen söyleyin bana.”
  • christopher isherwood’un 1939 yılında yayınlanan yarı otobiyografik romanı.

    cinsel yönelimi dolayısıyla rahat yaşayamadığı ingiltere’den ayrılan yazar, daha kapsayıcı olan kozmopolit berlin’in underground dünyasını gözlemleyebileceği bir yer değişikliği yapar. burada ingilizce öğretmenliği yapmakta ve eline geçen kısıtlı parayla zar zor geçinmektedir.

    komünist olan yazar berlin’de yükselişe geçen nazizm ile rahatsızlık hisseder. o dönemde naziler fazla ciddiye alınmamaktadır; iktidara gelemeyeceği öngörülmektedir (öngörüsüzlük işte). yazarın günlük çevresini oluşturan fakir almanlar, zengin olduğu için borç aldıkları yahudilerden nefret etmektedirler. nazi sempatizanı olmalarındaki tek itki budur. hatta tüm yahudilerin yurt dışına sürülmesini isteyen bu fakir zümre o kadar cahildir ki, sevdikleri yahudilere dokunulmayacağını zannetmektedir. yazar, kimse hissetmeden yavaş yavaş yükselen nazi çılgınlığının ilk adımlarına odaklanarak sağlam gözlemler sunar.

    romandaki tüm karakterler gerçek kişiliklerden esinlenilmiştir. yazar, kendi adıyla (christopher isherwood) isimlendirdiği, aynı zamanda amatör bir yazar olan anlatıcıya bir tür gözlemci rolü çizer. bu genç anlatıcı kendi dışında gelişen olaylara mimimal düzeyde müdahalede bulunur.

    1930-1933 yılları arasında tutulmuş bir günlük gibi aktarılan roman 6 bölümden oluşur:

    berlin günlüğü (1930 sonbaharı): yazar öğretmenlik yaparken kiralık bir odada kalır. evin sahibi 55 yaşlarında fraulein schroeder’dir. diğer odalarda fahişe kost, şarkıcı mayr ve barmen bobby kalmaktadır.

    sally bowles: cabaret müzikali ve filmine dolaylı yoldan kaynak oluşturan bu bölümde yazar kabare şarkıcılığı yapan ama asıl amacı oyunculuk olan, bir yandan da zengin erkeklere bazı hizmetlerde (!) bulunan, quirky bir ingiliz kızla tanışır. bu uzun soluklu ve muallak ilişki inişli çıkışlı yapısıyla yazarı meşgul eder.

    ruegen adası’nda (1931 yazı): yazar ruegen adasında tatil yaparken orada kendi yaşlarında bir ingilizle arkadaşlık kurar. nörotik bir genç olan peter wilkinson’un, otto nowak adında 16-17 yaşlarında alman bir gençle üstü kapalı bir ilişkisi vardır. otto, sorumsuz yapısıyla peter’ı çıldırtırken yazar bu tanımsız ilişkinin gözlemcisi olur.

    nowaklar: maddi olarak dibe vuran yazar otto’nun ailesinin yanında kalmaya başlar.

    landauerler: chris her zaman berlin’in fakir kesiminden arkadaş edinmez. landauerler, ticaretle uğraşan oldukça varlıklı, görgülü ve entellektüel bir yahudi ailesidir. öğretmenlik yaptığı, genç ve mantıklı natalia’nın ilgisine malum sebeplerle cevap veremeyen chris, kriptik bir akraba olan bernhard’dan kabul edemeyeceği (ama belli ki içinde sızı olarak kalan) bir teklif alır.

    berlin günlüğü (1932-33 kışı): yazar, schleicher’in istifası ve hitler’in hugenberg’le hükümet kurmasıyla sonuçlanan, politik dalgalanmalarla iç savaşın eşiğine gelen bir berlin panaroması çizer burada.

    edit: n eklendi
hesabın var mı? giriş yap