*

  • jacques attali'nin şahane kitabı, gelecek ile ilgili tahminlerini bir kahin ya da falcıdan ziyade bugünün ve dünün işleyiş mantığının üzerine oturtuyor. bariz bir şekilde ufkunuzu genişletiyor.

    yalnız çevirisi rezalet. okudukça imge kitabevi ve turhan ılgaz isimli şahsa sevgilerimi gönderiyorum.

    kitabı kasmadan anlayabilmek için bir çeviriye daha ihtiyacı var kesinlikle

    şu nedir şimdi !?

    " rekabet hep aşamalarla, erkleri piyasalarda ve -herkes için aynı şekilde erişilebilir olduğu varsayılan- demokrasiyi de yeni eşitsizlikler yaratarak, sermayenin ve bilmenin efendileri olan yeni devingen seçkinlerde yoğunlaşmaya zorladı."

    adam kitabının başında "önsöz" yerine "öndeyi" diye çevirmiş ve kitap hep bu modda gidiyor.

    çok çok afedersiniz, çok özür dilerek söylüyorum ama kitabın anasınız sikmişsiniz. tebrik ederim.

    not: yeri gelmişken "tecimsel" kelimesinin yasaklanması konusunda bir kampanya başlattığımı hatırlatmak isterim. tecimsel ne lan ?
  • "tarih, ancak, kendi özgürlüklerini kurtarma ve kendi değerlerini savunma kaygısındaki serüvenci yaratıklar -genellikle en büyük felaketlerini hazırlayarak- insanların davasını ileriye götürdükleri zaman yön değiştirir."

    tarih nedir?

    tarih sadece geçmişi mi anlatır?

    geleceğin tarihi olur mu? olmuş.

    2006 yılında geleceğin tarihini yazan adam jacques attail, 2015 yılı itibariyle amerika'nın yaşayacağı mortgage krizi, iskoçya'nın bağımsızlık için adım atması ve türkiye'nin nükleer enerji konusundaki tutumu gibi öngörüleri gerçekleşti. 2030'a kadar dünya ölçeğinde neler olacağını hep beraber göreceğiz.

    gezegenin geleceği hususunda endişeli attail, kaygılarının tamamında da haklı. dünyanın en sonunda kendi dengesini bulacağını savunuyor ancak, bu denge yakalanana kadar ödeyeceğimiz bütün bedelleri şimdiden azaltabileceğimizin altını çiziyor. dünyada güç, din ve piyasa paylaşımlarının sonuçlarını tarihsel ölçekte değerlendirip, sonuçlardan yola çıkarak kendine yeni bir tarih yaratmış; geleceğin tarihi. distopik bir yanı var, okuduğumuz belli başlı korkutucu distopik romanlara benziyor. tek fark, tamamen halihazırdaki gerçeklerden yola çıkılarak yazılmış.

    okuyup etkilenmemek, kaygılanmamak elde değil. çocuk sahibi olmak konusunda kararsız beyinleri büyük bir handikapa sürüklemesi de cabası. ama tüm bunlara rağmen umutlu. o'na göre geleceği geçmişten yola çıkarak okumak zor değil ve yapılması gerekenler belli. insanlık olarak doğruyu bulabiliriz.

    sonsözünü türkiye'ye ayırmış. türkiye'nin tarihsel ve stratejik önemine rağmen neden asya'ya avrupa arasında gerçek anlamda bir köprü kuramadığını sorguluyor; henüz türkiye için ümidini yitirmemiş.

    yalnız, böylesi bir kitaba dair sözlükte sadece 5 entry bulunması iç acıtıcı, büyük hayal kırıklığı. keşke bu tür kitaplar daha fazla kişiye ulaşabilse, daha fazla insan gelecekteki tehlikelerin farkına varsa..
  • tr. ula bre tarih de nedir?
  • “ölümümden sonraki ilk gün. dünyadan bedenimizden başka ne eksilecek. her şey geçecek ama geride yine hayatlar kalacak”

    jacques attali. cezayir doğumlu, fransız, yahudi yazardır. 1 kasım 1943 tarihinde cezayir'de doğan yazar aynı zaman da ekonomist ve siyasetçidir. françois mitterrand'ın danışmanlığını yapmış, bu dönemden sonra ön plana çıkmıştır. 1993'den yazı hayatına ağırlık vermiş, yeni teknolojiler konusunda uzmanlaşmış bir danışmanlık şirketi kurmuş 1998'de mikrofinansman kavramının geliştirilmesi yoluyla yoksullukla mücadele etmeyi hedefleyen ve kar amacı gütmeyen bir kuruluş olan planet finance 'ı kurmuştur.

    “geleceğin kısa tarihi” attali’nin 2006 yılında yayımlanan bu yüzyıl içerisinde yeryüzünün neye benzeyeceğini anlattığı, öngörülerinin bulunduğu kitabıdır. turhan ılgaz çevirisi ile türkçe’ye kazandırılan kitapta attali geleceğin en akla yatkın görüntüsünü sunar. (türkçe çeviri fena değil)

    attali, insanlık tarihini; “bireyin kendi yazgısını düşünmeye ve ona egemen olmaya yetkili; aynı özgürlüklere sahip başkasının hakkına saygı göstermek dışında her türlü baskıdan azade kılınmış hukuk öznesi olarak yükselişin tarihidir” diye tanımlar. dünya tarihinde diktatörlükler piyasanın doğuşunu sağladı. piyasa da demokrasiyi doğurdu. uzun yıllardır devam eden bu tarih bir yarım yüzyıl daha devam ederse, piyasa ve demokrasi henüz bulunmadıkları her yere yayılacaklar, büyüme hızlanacak, yaşam düzeyi yükselecektir. göçerkonarlık ve sadakatsizlik kural haline gelecek, su ve enerji daha az bulunacak, eşitsizlikler ve yoksunluk daha ciddi boyutlara ulaşacak; çatışmalar artacak, büyük halk hareketleri ortaya çıkacaktır.

    attali piyasa güçlerinin bütün bir gezegeni avuçlarının içine aldıkları bu çağda; gelecekte çocuklarımız ve torunlarımız yaşanabilir bir dünyada mı oturacaklar, yoksa bizi nefretle anarak bir cehennemin içinden mi geçecekler? bu soruların cevabını bulmaya çalışır. kapitalist evrim şayet son aşamasına ulaşırsa piyasa; insan, devlet, doğa ve toplum dahil kendisine zarar verecek her şeyin sonunu getirecek. ordu, polis ve adalet dahil her şey özelleşecektir. orta ve üst sınıflar gelirlerinin büyük çoğunluğunu eğitim, sağlık ve güvenlik gibi ihtiyaçlarının alımında kullanacaktır.

    2050’ye doğru sınırları bulunmayan piyasa, demokrasiye üstün gelecektir ve devletler zayıflayacaktır. devletler işletmelerin ve kentlerin karşısında silinecektir. işletmeler hiçbir milliyeti kabul etmeyecekler, yoksul kesim ayrı bir piyasa oluşturacaktır. yasanın yerini sözleşme, adaletin yerini hakemlik, polisin yerini ücretli muhafızlar alacaktır. sefalet içerisindeki göçerkonarlar muazzam kitleler oluşturacak, hayatta kalabilmek için sınırları zorlayacaklar. herkes herkesin rakibi olacaktır. insanın en mahrem zamanları malların kullanımıyla geçecek. petrol için su için, bir toprak parçasını muhafaza etmek için, bir başka inançla savaşmak için, bir inancı dayatmak için, kendi değerlerinin hüküm sürmesi için toplumlar kavga edecektir.
    büyük işletmelerin kamu kesimince sahiplenilmesi kabul gören bir çözüm olmayacaktır. toplumsal hareketler, dünyanın metalaştırılma sürecine karşı çıkacak gücü bulamayacak. birkaç memur ve baskı gruplarının oyuncağı, itibarsız parlamenterlere dayanan vasat hükümetler, giderek daha az ilgi çekecekler ve daha az ciddiye alınacaklar. kamuoyu onların ne yaptıklarıyla, söylemleriyle ilgilenmemeye başlayacaktır.
    afrika beyhude yere kendini inşa etmek için çabalarken, dünyanın kalan kısmı küreselleşmenin darbeleri altında dağılmaya koyulacaktır. dolayısıyla yarının afrikası bugünün batı alemine benzemeyecektir. daha çok yarının batı alemi bugünün afrika’sına benzeyecektir.

    gelecekte insan

    kapitalizm en uç noktasına ulaşacak, kendisinin olmayan her şeyi yok etmeye başlayacaktır. dünyayı, kaderi uluslarınkinden koparılmış muazzam bir pazara dönüştürecektir. insan yaşamının her dakikasını üretmek, mübadele etmek ve tüketmek üzere programlayacaktır. tüketimden ya da farklı biçimde tüketilecek nesneleri biriktirmekten başka geçirilen her an, yitirilmiş kabul edilecektir. sonunda insanların çalışarak, oynayarak, bilgilenerek, öğrenerek, kendini denetim altında tutarak evlerinden çıkmadan tüketim yapmaları için iş merkezleri, fabrikalar ortadan kaldırılacaktır. emeklilik yaşı diye bir şey kalmayacaktır. insan yalnızlaştığı ölçüde yalnızlığını donatmak amacıyla daha fazla tüketecek, kendini daha fazla denetim altında tutacak ve oyalanacaktır. insan ‘ötekini’ yalnızca kendi mutluluğunun bir aracı; zevki ya da parayı, hatta her ikisini de elde etmeye yarayan bir imkan oalrak görecektir. hiç kimse başkaları yüzünden kaygılanmayı düşünmeyecek. mücadele etmek gerekirken neden paylaşsınki? birbirlerine rakip olmuşlarken neden birlikte hareket etsin ki? artık hiç kimse başkalarının mutluluğunun kendisine yararlı olabileceğini aklına getirmeyecektir. kendi mutluluğunu başkalarınınkinde aramak hepten azalacaktır. yalnızlık çocuklukta başlayacak, doğal ya da gönüllü ebeveynleri, hiç kimse çocuklarını yetiştirecek kadar uzun bir süre sevmeye ve saymaya zorlamayacak, zaman bulamayacaktır. turfanda yetişkinler halindeki küçük çocuklar daha önceki toplumlardaki kanalların hiçbirinin telafi edemeyeceği bir yalnızlığa maruz kalacaklar. geçmişe nazaran daha uzun süre yalnız yaşayan yaşlılar giderek artacak hatta bir gün geldiğinde, yaşayanlar arasında neredeyse hiçbir tanıdığı rastlanmayacak.

    dünya o zaman bir yalnızlıklar zinciri ve aşk da bir mastürbasyonlar ardışıklığı olacak.

    gelecekte hiçbir şey saklı kalmayacaktır; şimdiye kadar toplum içinde yaşamanın koşulu olan ketumluğun varlık nedeni ortadan kalkacaktır. herkes, herkes hakkında her şeyi bilecek; daha az suçluluk ve daha çok hoşgörüye doğru ilerlenecektir. unutma! dün pişmanlıklarla bezenmişti; yarın şeffaflık, bir daha pişmanlık duymamaya itecektir. sır üzerine kurulu merak da ortadan kalkacak ve bu da magazin basınının felaketi olacaktır. aynı anda ünlenmişliğin de.

    gelecekte iktidar

    gelecekteki iktidar odakları; engellemek, yasaklamak, bir caddeyi çıkmaza dönüştürmek, bir bilgi akışının yönünü veya bir insan yığınının yolunu değiştirmek gibi temel özelliklere sahip olacak. iktidar, ya bizzat inşa ettiği için, ya planını ele geçirdiği için, ya da başkalarını ustalığı konusunda ikna ettiği için labirenti tanıyan kişiye ait olacak.

    gelecekte amerika

    2035’ doğru, uzun bir çatışmanın sonunda ve ekolojik krizin ortasında kalan abd, piyasaların özellikle mali piyasaların küreselleşmesi ve sigorta şirketlerinin gücü karşısında yenilecektir. mali veya siyasi tükenmişlik içerisinde girip dünyayı yönetmeyi bırakacaktır. dünya, abd tahakkümün sona ermesinden sonra çokmerkezli hale gelecek, bölgesel güçlerce idare edilecektir. amerika’nın çöküşü, yönetim de egemenlik araçlarına kaybedişi önce sanal alemde gerçekleşecektir. pek çok insan abd yurttaşlığını terk ederek, sanal evren vatandaşlığı talebinde bulunmaya başlayacaktır. amerikan menşeli işletmeler araştırma ve yönetim merkezlerini başka yerlere taşıyacaklar bu da finansal olarak amerika’yı zor durumda bırakacaktır.

    gelecekte çin

    2025’te 1,35 milyarlık nüfusuyla dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olacaktır. büyüme hızıyla gsyih’sı 2015’te japonyayı,2040’ta abd’yi aşacaktır. 2025’e doğru ülkede yetmiş yıldır iktidarı elinde bulunduran çin kominist partisi ortadan kalkacaktır. kominist parti varlığını sürdürebilmek için tayvan ya da sibirya’yı işgal etmek gibi bir serüvene kalkışabilir.

    gelecekte rusya

    rusya , yeniden dünya ölçeğinde statü kazanmaya çabalayacak, kendisi islam karşısında en ön safta görecektir; bu komşulardan korunabilmek için yeniden silahlanacak, boru hattı şebekelerine ayarlı bir askeri ittifak ağı örecektir.

    gelecekte türkiye

    arjantin, iran, malezya, filipinler gibi hızlı bir ekonomik büyümeye sahip olsa da kurumsal boşluklarının sıkıntısını yaşamaya devam edecektir. türkiye, osmanlı imparatorluğu’nun 16. yüzyıldaki ışıltısına rağmen dünyanın egemen gücü, sistemin ‘odağı’ haline gelmeyi hiçbir zaman başaramadı.

    bunun üç nedeni vardır.

    türkiye, bir yandan, toprağın, tarımın, gıda sanayilerinin mülkiyetini, toprak getirisini ve bunlara bağlı bürokratik çıkarları savunmaya, her zaman için sanayi, kar, yenilik ve devinim teknolojileri aleyhine ayrıcalık tanımıştır. deniz gücünün esas kısmını bir imparatorluğu yapılandıracak bir ordunun oluşturulması için feda etmiştir. yenilikçileri, maliyecileri, tacirleri kendisine çekememiştir. ispanya’dan kovulan yahudilere kucak açsa da, istanbul'un dünya ekonomisi için bir merkez olmasına izin vermemiştir. daha sonraları türkiye, hep ululanan, kutsanan geçmişinin sıla özlemiyle, hiç durmadan yeniden oluşturulan bürokratik kastlara saygı içerisinde yaşamıştır. güçlü bir deniz ticaret filosu kurmayı hep savsaklamıştır. (üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen) büyük bir ticaret limanı geliştirmeye öncelik vermeyi düşünmemiştir. oysa tarımsal ve sanayi hinterlandı, rusya ve çin ile olan bağları böyle bir limanı karadeniz ile akdeniz’in kesiştiği noktada bir odak yapabilirdi. tarım ülkesi olan türkiye göçer-konarlığın geri dönüşüne hiçbir zaman yeterince hazırlanamamıştır.

    atatürk’ün öngördüğü reformlara rağmen, yeterince kalabalık bir yaratıcı sınıf oluşturmayı, böyle bir sınıfa kucak açmayı hiçbir zaman başaramamıştır. asla yeterli sayıda denizci, mühendis, araştırmacı, girişimci, tacir, sanayici yetiştirememiştir. dışarıdan gelenler de yalnızca iktidar tarafından sipariş edilen kuramcılar, sanatkarlar ve bir de riskleri özellikle üstlenmeksizin sentezleştirmek ve çekip çevirmekle görevli idareciler olmuştur.

    türkiye, geleceğin tarihinin yasalarına uymayı hiçbir zaman bilmediği/bilemediği için bir odak haline gelmemiştir. geleceğin tarihi, türkiye’yi, su, petrol, göçler, islam’ın evrimi, batı ve müslüman alem arasındaki ilişkiler, kadının konumu, azınlıkların durumu konularında en büyük koz kılmaktadır. eğer türkiye bu sorunları çözmesini bilirse son derece vaatkar bir geleceğe kavuşacaktır. aksi takdirde, etnik ve kültürel farklılıklar gösteren birçok parçaya bölünebilecektir. 2025 yılında nüfusu 90 milyona ulaşacaktır. türkiye hedeflerini somutlaştırmak için kesinlikle demokrasisini geliştirmeli, yolsuzlukla, bürokratik yavaşlıkla ve eşitsizliklerle mücadele etmelidir. bugün nüfusun yaklaşık %20’den fazlası yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır.

    türkiye’nin geleceği bundan böyle geleceğin tarihinin yasalarına nasıl uyacağına, başarının kurallarını nasıl izleyeceğine bağlıdır. yani kendisine ilişkisel bir çevre oluşturmasına (komşularla ilişkiler), bir ortak yazgı arzusu oluşturmasına (içerisinde barındırdığı farklı etnik kimliklerle ortak kader birlikteliği), en özgür yaratıcılığı desteklemesine, büyük bir liman ve finans merkezi inşa etmesine, vatandaşlarına hakkaniyet içerisinde muamele etmesine, geleceğin teknolojilerini kullanabilmesine, bir jeopolitik geliştirip gerekli ittifakları kurmasına bağlıdır.
  • rafine bilgiler yumağı sunan bir gelecek öngörüsü, geçmiş gelecek bağlamında düşünürün beslendiği kaynakları da ele alırsak, her seviyedeki aşamadaki okur yazarın rahatlıkla anlayabileceği bir tonda ve bir dille kaleme alınmış.

    --- spoiler ---

    gelecek öngörülerinin bir kısmı olan hiper demokrasi çağında devletlerin ortadan kalkıp pazar ekonomisinin dünyayı kasıp kavurduğu noktada sigorta ve finans şirketlerinin hükümranlığını hissettireceği noktasına katılmasamda, 2006 yılında kaleme alınmış bir eser için gayet yerinde, şu an bile değişmiş yahut afaki gelmiş olanlar olmakla birlikte, fütüristik ve tutarlı bir akıl gezdirmesidir.

    girizgahtaki şu bölüm çıkarsamalar ve genel perspektif hakkında ciddi bir kaynak oluşturmaktadır:

    "en eski zamanlardan beri her insan topluluğu bir varsıllığın, bir dilin, bir toprağın, bir felsefenin, bir şefin etrafında örgütlendi. üç iktidar her zaman birlikte yaşamadılar: duaların vaktinin belirleyen, tarımsal yaşamın ritmini belirleyen ve gelecekteki hayata erişmeye karar veren dini iktidar; avlanmayı, savunmayı ve fethi düzenleyen askeri iktidar; emeğin meyvelerini üreten, giderlerini karşılayan ve pazarlayan tecimsel iktidar. bu iktidarların her biri kendi ölçüsünün, astronomik gözlemevleri, kum saatleri, ibreli saatler gibi araçları denetleyerek zamana hakim oldular."

    --- spoiler ---
  • bir dönem françois mitterrand'ın da danışmanlığı yapan jacques attali, bu kitapta geleceğe dair öngörülerini paylaşıyor. fakat bunu tabii ki gelişigüzel, nostradamus gibi kehanetlerle sıralamıyor. öncelikle tarihsel olarak yaşanan dönüşümlerin hepsinin arkasındaki yasaları deşifre etmek için geçmişe uzanan bir yolculukla başlıyor.

    "en eski zamanlardan beri her insan topluluğu bir varsıllığın, bir dilin, bir toprağın, bir felsefenin, bir şefin etrafında örgütlendi. üç iktidar her zaman birlikte yaşadılar: duaların vaktini, tarımsal yaşamın ritmini ve gelecekteki hayata erişme vaatlerini belirleyen dini iktidar? avlanmayı, savunmayı ve fethi düzenleyen askeri iktidar? emeğin meyvelerini üreten, girdilerini karşılayan ve pazarlayan tecimsel iktidar."

    "tarih, öngörmemize ve yönlendirmemize izin veren yasalara boyun eğer."
    (marksçıların sıkça kullandığı "bilimsel komünizm" sözünü hatırladınız mı burada? bkz. dünya devrimci süreci ve tarihsel zorunluluklar savı)

    attali'ye göre, iktidarın merkez tarihte doğu'dan batı'ya doğru giderek eksen değiştiriyor: 12. yüzyılda ortadoğu'dan önce akdeniz'e (ticari anlamda olanaklılıkları sayesinde liman kentlerinin öne çıktığını göreceğiz hep), sonra kuzey denizi'ne, atlantik'e ve sonunda pasifik'e. brugge, venedik, anvers, cenıva, amsterdam, londra, bostan, new york ve los angeles... dikkat ederseniz bu kentler aynı zamanda bilimin sanatın veya teknolojik gelişmelerin de merkezi. rekabet, bolluk, cazibe ve özgürleşmenin meyveleri olarak görüyor attali, bu kentlerde sırasıyla kümelenme durumunu. bir nevi artezyen oluyorlar dünya için.

    tıpkı marx gibi, attali'nin tarihsel okumasının da ana odağı; üretim biçimleri, ekonomik ilişkiler ve pastanın nasıl paylaşılacağına dair siyasal-ticari kararlar. böylece paranın hareketinin, kendisinin karşısında duran her şeyin sonunu getireceğini okuyoruz. yakın gelecekte abd dahil... yani bir zamanlar ingiltere'nin ya da fransa'nın daha geriye gidersek roma'nın falan durumu düşünülecek olursa, neden haklı çıkmasın? hepsi yeryüzünün mutlak hakimi olduğunu varsayıyordu. mesela kimsenin tahmin edemeyeceği şekilde lingua franca bir vakit geldi ve ingilizce oldu. yahut "para birimleri" için de aynısı söz konusu: bir gün dolar'ın egemenliğinin bitebileceğini şu an hayal edemiyoruz. oysaki daha önce de sözgelimi "sterlin"in küresel hakimiyetinin son bulacağı beklenmemişti.

    mesela çizdiği bir senaryoda; önünde sonunda ordu, polis ve adalet sisteminin dahi özelleşeceğini, insanların "tüketim" dışında bir zamanlarının olmayacağını, bugünkü ulus veya etnik kökenli ayrımların hiçbir esamesinin okunmayacağını ve nihayetinde tüm gezegenin koca bir pazar haline geleceğini söylüyor. buna da hiper-imparatorluk adını takmış. melez bir kültür, geçici-tüketici bir yaşam tarzı... hemen akabinde insanlığı büyük bir hiper çatışmanın beklediğini ve şayet bunlar aşılırsa da, yeni bir sonsuzluğun, hiper demokrasinin doğacağını müjdeliyor.

    bu arada attali'nin tarihin nihai devindiricisi olarak "özgürlüğü" dayanak alması, hegel'in fikirlerine yakın... "insanlık, yüzyıldan yüzyıla, bireysel özgürlüğün bütün öteki değerler karşısındaki önceliğini dayatıyor."

    kitaptaki ayrıntılar da çok ilginç: sömürgeciliği meşhur ingiltere'nin, denizlerdeki hakimiyetinin, temelde bir saatçinin bir deniz kronometresi tasarlaması ve böylece gemilerin konumlandırılmasının giderek mükemmelleşmesi ve hatta açık denizlerdeki hakimiyetin artışına varması gibi türlü anekdotlar mevcut. attali tarihi okurken sürekli "çıkarılacak dersleri" yani "yasaları" da bir yandan sıralıyor. mesela, "bir süper güç bir rakibin saldırısına uğradığı zaman kazanan, genellikle üçüncü, başka bir taraftır" ya da "galip grup, yenilenin kültürünü benimser" gibi çıkarımlar paylaşıyor.

    özellikle göçerkonarlık ve göçerkonar nesneler meselesi çok dikkat çekici: insanların yerleşik düzenden, kalıcı iş, ilişki, sıla vs. vazgeçeceğinden ve sürekli hareket halinde olacağından söz ediyor. iş bulmak için "sürekli öğrenmeye" açık olunması gerekecek, yeni bir formasyon kazanacaksınız ve yeni bir iş için ikamet değişecek. giderek insanların yanında taşıyacaklarının da göçerkonar nesneler olacağını iddia ediyor (oldu bile), burada başta telefonun bugün kazandığı formu anlattığını görüyoruz veya giyilebilir teknolojiler. "enformasyonu aktarmaya, işlemeye, saklamaya muktedir nesneler."

    bir de hiper-imparatorluk zamanında (mutlak piyasa egemenliği) insanlığın giderek yalnızlaşma olgusunu anlattığı tatsız bir bölüm var, ki buraya doğru gidildiğini görüyoruz. bir distopya gibi buralar... direkt alıntılıyorum:
    "kapitalizm en uç noktasına varacak, kendisi olmayan her şeyi yok edecektir, müthiş bir şekilde özgürleştirici ama aynı zamanda da son derece ybaancılaştıran veçheleri olacaktır. tüketimden -ya da farklı biçimde tüketilecek nesneleri biriktirmekten- başka şeyle geçirilen her an, yitirilmiş kabul edilecektir. sonunda insanların çalışarak, oynayarak, bilgilenerek, öğrenerek, kendini denetim altında tutarak evlerinden çıkmadan tüketim yapabilmeleri için iş merkezleri, fabrikalar, işlikler ortadan kaldırılacaktır. insan yalnızlaştığı ölçüde, yalnızlığını donatmak amacıyla daha fazla tüketecek, kendini daha çok denetim altında tutacak ve oyalanacaktır. hiper-imparatorluk yurttaşını bağlayan en ufak bir toplum sözleşmesi bile olmayacaktır. ötekini, yalnızca kendi mutluluğun bir aracı; zevki ya da parayı, hatta her ikisini de elde etmeye yarayan bir imkan olarak görecektir. kendi mutluluğunu başkalarıyla bulmayı aramak hepten azalacaktır. her türlü kolektif eylem düşünülmez, bu yüzden de he türlü siyasi değişim akıl almaz görünecektir. yalnızlık daha çocuklukta başlayacaktır. yaşlılar, bir gün geldiğinde, yaşayanlar arasında neredeyse hiçbir tanıdığa rastlayamayacaklardır. dünya o zaman bir yalnızlıklar zinciri ve aşk da bir mastürbasyonlar ardışıklığı olacaktır. bu yalnızlığı gidermek için pek çok insan, her yaşta ya da kalıcı olarak bir çatıyı, malları, avantajları, mücadeleleri, oyunları başkalarıyla paylaşmayı yeğleyecektir. bu birliktelikler, ortak cinsel yaşam bile olmaksızın, her türlü şıkta sadakat mecburiyeti duyulmadan, eş çokluğunun karşılıklı kabulüyle gerçekleşecektir. yalnızlığın ikamesini, özdenetim nesnelerinde ve öz-onarım ilaçlarında bulacaktır. tecimsel zamanın idaresindeki iki hakim sanayi sigortacılık ve eğlence sektörü olacaktır" (209-211).

    okurken içi kararıyor insanın değil mi? neyse enseyi karartmayalım. neyin önemli olduğunu anlamak için de bir vesile sonuçta.
hesabın var mı? giriş yap