• türkiye mizahının en önemli parçası olarak gırgır dönemi ve oğuz aral üzerine levent cantek'in güzel bir yazısı. oğuz aral’ın ölümünün ertesinde eylül 2004 tarihli toplumsal tarih dergisinde yayımlanmıştır.
    ---
    gırgır hakkında pek tartışılmadan kabul gören bir iddia vardır: gırgır, o kadar yüksek satış rakamlarına ulaşmıştır ki dünyanın en çok satan üçüncü büyük mizah dergisi olmuştur. hayata eleştirel bakan, “vatan millet sakarya” edebiyatını iğneleyen sayısız mizahçının bu iddiaya sessiz kalmasını bir türlü anlayamamışımdır. muhtemelen ilk önce (gırgır’ı da yayınlayan) simavilerin günaydın gazetesinde yer almış olan bu iddianın/haberin mantığı basittir: gırgır, gerçekten çok satmaktadır, soğuk savaşın iki süper gücünün iki çok satar dergisini alır, başa yazarız, gırgır’ı üçüncü sıraya koyarız olur biter. efsanelere hep olumlu tarafından yaklaşmaktan beis duymuyoruz. “avrupa avrupa duy sesimizi” mantığının tipik bir tezahürü/öncülü olan bu haberi sahiplenmemiz hiç kuşkusuz bu “başarıya” ihtiyaç duymamızdandır . hiçbir nesnel ve rasyonel dayanağı olmayan, kim nerede ne kadar satıyor ölçüsünü konuşmayan bu iddianın yaygınlık kazanması gırgır’a, karikatüristlere, mizahçılara bir itibar kazandırmıştır elbette. oğuz aral’ın ölümünden sonra bu iddia yinelendi, hiç kuşku yok ki sonraki kuşaklarca da yinelenecek.

    gırgır, elbette ki yıllarca türkiye’nin en çok satan dergisiydi. ama türkiye’nin hemen her döneminde en çok satan dergiler mizah dergileri arasından çıktı. bugün bir başka mizah dergisi, leman türkiye’nin en çok satan dergisi. bunları bir başarıyı azımsamak anlamında değil, hatırda tutulması için yazıyorum. gırgır, genellikle akbaba dergisi ile kıyaslanır; onun eskiyen mizahını alaşağı ederek çıkışından bahsedilir. akbaba, kimi dönemler en çok satan olmuş, genelde idare etmiş, iktidarla arasını hep iyi tutmuş, deyim yerindeyse kapı aşındırmış bir anlayışla varolmuş bir dergidir. öte yandan gırgır’a kadar akbaba’da yazmamış, çizmemiş, yer almamış mizahçı/çizer yoktur. akbaba, mizahla uğraşan herkesin ekmek yediği bir dergidir; derginin hep devlete bağlı kalması, sadece yöneticisinin bürokrasi ile kurduğu ilişkiye değil, basının endüstrileşememesiyle de ilgilidir. altmışlı yıllara kadar hiçbir dergi yüksek satış rakamlarına ulaşamamaktadır. bu dönemdeki matbaa tekniklerin gelişimi, baskı sayısının artırılmasını kolaylaştırmış, artan tirajlar ise türkiye çapında dağıtımı zorlamıştır. altmışlı yılların ikinci yarısına girerken kimi dergiler yüzbin tirajının üzerine çıkmıştır. bunların hepsi bol resimli, az yazılı dergilerdir ve dikkat!! içlerinde/en başlarda mizah dergisi yoktur. gerçi, mizah dergileri satışlarını daha önceki döneme göre katlamışlardır ama geride kalmaları o dönemin en çok satan yayınlarının sahibi olan (başta simaviler) yayıncılar kadar büyük sermaye sahibi olmamalarıyla ilgilidir. baskı tekniği olarak kendilerini yenileyememektedirler. işletmecilikleri, geçmiş dönemlerin alışkanlığıyla sürmektedir. örneğin akbaba’nın çizerlik mesleğine maddi katkısı yok denecek kadar azdır, gazeteler olmasa çoğu üretici meslek değiştirmek zorunda kalacaktır.

    şöyle bir soru sorulabilir: gırgır, neden altmışlı yıllarda varolamadı? ilk neden akbaba’nın varlığıdır, bir mizah tarzını temsil etmektedir ki, cumhuriyetle yaşıttır. hemen her kuşağın bildiği, mizah dergisi denildiğinde aklına gelen bir “markadır”. akbaba’ya alternatif olarak çıkan dergiler bu yazı ağırlıklı tarzı sürdürmüşlerdir. aziz nesin, başlangıçta hasmı, sonra parçası olduğu akbaba’ya karşı dergicilik işine girmiş, her defasında yarım bırakmak zorunda kalmıştır. mizah denildiğinde akla gelen bir başka isim olan nesin’in her dergi denemesinde biçimsel olarak akbaba’yı izlemesi tarzın bir kalıp olarak oturduğuna, henüz eskimediğine işaret eder. ikinci neden, yatırımcı sermayenin olmayışı, “büyüklerin” alana ilgi göstermeyişidir. foto roman dergileri, düşük maliyetleriyle yüksek kazanç sağlıyorlardır. üçüncü neden, akbaba’dan farklı bir mizah ve karikatür anlayışını getirebilecek müteşebbis bir çizerin/editörün yokluğudur. mizah ve çizgili dergiler endüstrileşemediği için çizerler, gazetelere kümelenmişlerdir. oğuz aral da gırgır’a bir gazeteden, büyük bir sermayenin desteğiyle başlar. gırgır başarısız olsaydı bünyesinde işine devam edeceği bir gazetedir bu. riskli, ne kadar süreceği belirsiz bir iş olduğu için gazetelerdeki sağlam işlerini bırakıp gırgır’a gelen çizer olmaz. üstelik oğuz aral, ürettikleriyle kuşağının dışında ayrıksı duran bir kaç isimden biridir. yetmişli yıllara kadar ürettiklerine bakılırsa “sanat” gibi ağır tartışmalarla pek ilgilenmediğini, tipik bir eylem adamı olarak yaşadığını, kahramanlarına benzediğini, onların dilini bildiğini/sevdiğini söyleyebiliriz. spekülatif bir soru daha soralım: gırgır’ı oğuz aral değil de bir başkası çıkartabilir miydi? bu sorunun cevabını yok. ama gırgır’daki kendi kuşağından isimlere bakmak, gırgır’ı eleştirenlerin çoğunluğunun yanında olmayan kendi kuşağından çizerlerden oluştuğunu görmek anlamlı olabilir. bu ayrışma, bir ucunda kendilerine `50 kuşağı adını veren, içeriği gazete karikatürcülüğünden çok da ileri gitmeyen, “sanatçı” karikatüristler lobisini; diğer yanda çok-satar mizah dergileri çıkartan, çoğu zaman oğuz aral ve onun yetiştirdiği isimlerle özdeşleştirilen “popüler/tecimsel mizahçıları” yaratmıştır. ayrışmayı mesleki rekabet, kişisel geçimsizlikler ve “makam kavgasının” belirlediğini söylemek mümkün. bugün, bu ayrım eskisi kadar güçlü değil. gırgır kuşağı denilen karikatüristlerin nicel (ve nitelik) çokluğu, bu ayrımı anlamsızlaştırıyor. yarışma jürilerine sıkışıp kalan 50’ kuşağı, “lobi” olarak gücünü yitirmiş durumda. gırgır tarzını arabesk, yeşilçam, müstehcenlik, argo ve apolitizm ile özdeşleştiren anlayış o denli konuşulmuyor artık. karikatürcüler derneği, son on yıldır daha önce yoz ve sanat dışı bulduğu popüler mizah dergilerine daha ılımlı yaklaşıyor. oğuz aral’a karikatürü halka indirdiği gerekçesiyle derneğin verdiği “cemal nadir ödülü” bunun bir göstergesi.

    oğuz aral ile cemal nadir arasında bir koşutluk kurulabilir mi? cemal nadir, karikatür tarihimizin efsanelerinden biri. ona gösterilen saygı ve sempatinin pek sorgulanmaması yine ilginç. nadir’in tek-parti estetiğine uygun, rejim savunuculuğu yapan mizah anlayışının incelenmemesi, örneğin daima solda durmuş karikatüristlerin onun sola nasıl baktığını, diyelim sertelleri-tan gazetesini, komünistleri nasıl anlattığını bilmemesi / konuşmaması manidardır. oğuz aral, cemal nadir’in rahle-i tedrisinden geçmiş değildir; çizgi anlayışı, argoyu ve erotizmi kullanma biçimi onunla kıyas götürmeyecek ölçüde farklıdır. en önemli benzerlikleri ikisinin de şartların gereği olarak genç kuşaklarla çalışmak zorunda kalmalarıdır. cemal nadir, düşük ücretlerle akbaba’ya çalışmak istemediğinden kendisi dergiler çıkartmak istemiş, çoğu ortaokul yaşlarında çocuklara telifler ödeyerek, onlarla birebir ilgilenerek mesleğe özendirmiştir. ömrünün son yıllarında güçlü bir sermayenin, yapı kredi bankasının desteğini alarak yayınlar çıkartmaya başlamış; erken ölümü dolayısıyla olası projeleri gerçekleşememiştir. benzerlik buradan kurulabilir: aral, simavilerin desteğini almıştır ki, simavi kardeşler o günün basınının benzeri olmayan güçteki sermayesidir. altmışlı yılları çok satışlı dergicilik deneyimleriyle geçmişlerdir, foto roman dergileri eskisi kadar çok satmamaktadır. yeni ve yerel olan bir dergi arayışındadırlar. aral, gırgır’da cemal nadir gibi gençlerle çalışmış, onlara yüksek telifler ödeyerek başka işlerden elde edemeyecekleri imkânları sağlamıştır. yüzlerce genci yıllarca mesai harcayarak meslek sahibi yapmıştır. oğuz aral’ın hep kendi tarzında çizgiciler yetiştirdiği, gırgır’ı tek bir kişinin çizgisinden çıkmışçasına oluşturduğu eleştirisi yapılır. bu eleştirileri cemal nadir’in etkisinde üretmeye başlamış karikatüristlerin yapması ise ilginçtir. `50 kuşağı çizerlerinin nerdeyse tamamı mizah anlayışlarından, karikatürlerine attıkları imzaya varıncaya kadar yıllarca cemal nadir’i hatırlatmışlardır. etkilenmenin benzersiz ya da oğuz aral dergilerine özgü olmadığı açıktır. gırgır’ın farkı, yüksek satışların etkisiyle daha kolay görünür olmasıdır.

    gırgır’ın kitlesel başarısı doğal olarak herkesin anlayacağı bir mizah üretmesine neden olmuştur. solcunun da sağcının da gülebildiği bir dergi olarak gırgır apolitik bulunmuştur ya da sol addedilmesine karşı çıkılmıştır. oysa gırgır, akbaba’ya göre daha solda, kendisinden önce çıkan bir markopaşa’ya ve kendisinden sonra çıkan limon’a göre sağdadır. benzer yargılar oğuz aral için de geçerlidir: çalışmalarında milliyetçi sol bir duruşu vardır, dış mihraklar takıntısı, laiklik ihtimamı göze çarpmaktadır. popüler kültüre, gündelik yaşama yakın durması, içeriğini argodan ve konuşma dilinden sakınmadan oluşturması onu kendi kuşağının isimlerinden önemli ölçüde ayırmaktadır. herkes tarafından anlaşılmak temel kaygısıdır; tehlike gibi duran “basitlik”, kimi zaman aşamadığı, eleştirileri haklı çıkartan bir sorundur. ancak aral’ın işine bir gazeteci gibi yaklaştığı da hatırda tutulmalı. hani “gazetecinin ufku sabah doğar akşam batar” sözünde olduğu gibi...

    gırgır dönemi, oğuz aral’ın hayatının olduğu kadar türkiye mizahının en önemli parçasıdır. sürekli üretimle geçen, endüstrileşen, alana sermayeyi çeken, kendi sermayesini üretebilecek dergiler yaratan, yüzlerce çizer yetiştiren bir dönemdir. oğuz aral’ı yönetici olarak sıkıştıran, mesleki yenilenmesine çok fırsat tanımayan bir seri üretim sürecidir aynı zamanda. derginin akbaba’dan ve o güne değin çıkmış mizah dergilerinden bütünüyle farklı görselliği, bol çizgi roman kullanılmasını gerektirmiştir. aral, daha çok altmışlı yıllarda çizdiği çizgi romanlarına gırgır’da yeniden ağırlık vermiş, başta utanmaz adam olmak üzere bir çok kahramanına popülerlik kazandırmıştır. utanmaz adam, hınzır, hazırcevap, hedonist, menfaatçi ama sevimli bir “kötü adam” olarak uzun müddet derginin sembolü olmuştur. kendi kuşağından çizgi roman yapan çizerlerin pedagojik ve olumlu kahramanlar üretmeyi tercih etmesi bile aral ile aralarındaki çatışmayı işaretlemektedir. dergide çizerleri mahalle öyküleri anlatmayı teşvik eden aral’ın asıl başarısı ise avni’yle gelir. utanmaz adam’daki korna tiplemesinin (sinemadaki karşılığı aydemir akbaş sayılabilir) mantığını sürdürdüğü avanak avni’nin çocukluğunun nasıl olacağına dair bir denemeyle başlayan avni, o kadar etkili olur ki bugün gırgır dönemi dergilerini imleyen bir ikona dönüşmüştür. avni, konuşamayan, kıt zekalı ama hesabı, hendesesi kendini ispatlamak olan sevimli bir oğlan çocuğudur. aral’ın kenar mahallelerde yaşayan, sınıf atlama telaşındaki küçük adamlarının bir benzeri olan avni’nin traji-komikliği, inatçılığından, kendinden güçlü adamlara meydan okumasından, sürekli (daha iyi) yenilmesinden, yaşına-başına bakmadan gösterdiği kibirden çıkmaktadır. aral’ın yazılı basındaki çizerlik hayatında yerli ve evrensel olabilen yegane çalışmasıdır demek yanlış olmaz.

    daima yerellik arayışında olan, öğreticiliği kadar otoriterliği de konuşulan, birlikte çalıştığı genç çizerleri yanında tutabilecek bir dergi çoğalmasını planlayamayan, yaptığı işler hakkında oldukça az konuşan biriydi oğuz aral. mizahçılar çoğunlukla eleştirilmeye tahammül göstermezler, hemen herkesi eleştirme haklarını kendilerinde bulmalarına rağmen eleştirilmelerini haksızlık olarak görürler. eleştirme hakkını entelektüel sorumluluğa dayandırarak açıklarken kendilerine yönelik her eleştiriyi karikatürize ederek “entellik” saymak yanlıştır. oğuz aral, eleştirileri mesleki başarısıyla anlamlandıran/karşılayan bir mizahçı modeli de olmuştur. her şeye rağmen dil değişimi nedeniyle kısa ömürlü olan cumhuriyet folkloru ve hafızasının hatırlayacağı isimlerden biri olacaktır. çünkü türkiye’nin hiçbir alanında bu kadar çok sanatçının yetişmesine vesile olan bir başka isim yoktur desek yanlış olmaz. bu bile onu sükunet ve sağduyuyla tartışmayı güçleştiren bir olgu.
hesabın var mı? giriş yap