• kadim zamanlarda, şimdiki karanlığın aydınlık olduğu yıllarda büyücünün biri yalnızlıktan usanmış. öyle bir başınaymış ki mutlu insanlardan tiksinir olmuş. öyle nefrete bürünmüş ki bahçesinde yan yana olan ağaçları bile yerle bir etmiş. tüm dünyanın kendi gibi yalnız kalmasını istemiş. karanlık büyüleri için en ulaşılmaz dağların tepesine çıkmaş, en korkunç ormanların derinliklerine dalmış, en yırtıcı hayvanların kanını almış. sonunda iksirini tamamlamış. kehanete göre iksirini içirebilecek hamile bir kadın bulmalıymış. yola koyulmuş. 3 gün 3 gece yalın ayak, uyumadan, yemeden, içmeden yürümüş. nefreti öyle büyükmüş ki yorgunluk hissettirmemiş, karnını doyurmuş, susuzluğunu gidermiş. sonunda derenin kenarında bir ev görmüş ve kapıyı çalmış. kapıyı açan kadının hamile olduğunu anlayınca en mahsun halini takınmış.

    " 3 gündür yemek nedir, uyku nedir bilmedim. yatacak bir saman yığını, karnımı doyurak bir tas çorba aramaktayım. "
    " sizin gibi yaşlı ve yorgun bir kadına yatacak yatak, verecek sıcak çorbam var. dilediğiniz kadar dinlenebilirsiniz "

    demiş merhametli kadın. büyücü biraz çorba içtikten sonra uyumuş. uyandığında kadın ile adamı ateşin başında otururlarken görmüş. hasta ve çok yaşlı gibi davranan büyücü yanlarına giderek konuşmaya başlamış.

    " beni ölümden kurtardınız. sıcak çorbanızla midemi, güzel yatağınızla yaşlı vücudumu iyileştirdiniz. ben de karşılığında size, ulaşılmaz dağların tepesinden, korkunç ormanların derinliklerinden ve yırtıcı hayvanların kanlarından yaptığım bu şifa verici sıvıyı takdim ediyorum. bu sıvı öyle güçlüdür ki yükünüzün bir bakanın bir daha bakabileceği kadar güzel ve uzun ömürlü olmasını sağlar. "

    bu yaşlı ve hasta kadının iyi niyetine kanan çift iksiri almış. hamile kadın daha ilk yudumda gözyaşlarına boğulmaya başlamış. bunu gören kocası panik içinde büyücüye dönerek;

    " karıma ne içirdiniz öyle? neden bu kadar mutsuz oldu? "
    " doğacak kızınız için yalnızlığın kehanetini. öyle bir büyüdür ki sadece hüznü keşfeden biri bozabilir. "

    diyerek kulübeden kaçmış. günler geçmiş ki kadının gözyaşları dinmemiş. kocası ise tek varlığı karısının derdine çare bulamamaktan bitap düşmüş. günün birinde, karanlığın en zifiri anında kızları dünyaya gelmiş. doğduğu anda bile o kadar güzelmiş ki... kadının, çocuğu eline alır almaz gözyaşları dinmiş. lakin eve elem ve keder çökmüş. adam ve kadın her nefes alışında içleri çürüyormuşcasına acı çekmiş. bu ağırlığa dayanamayan karı koca, yavruları doğduktan 3 ay sonra ölmüşler. ruhları serbest kalırken, ölümlü bedenleri gözyaşları ile ıslanmış.

    anne ve babası ölen çocuğa teyzesi bakmaya başlamış. teyzesi kör olduğundan, kız onun gözleri olmuş. yıllar geçtikçe kızın güzelliği etraftaki köylerde dillenir olmuş. bakan doyamıyor, bir daha bakıyor ve büyülenmişcesine donuklaşıyormuş. genç kız olduğunda talipleri de birer birer ziyaretine gelmeye başlamış. genç kız ziyarete gelenleri her zaman çatı katındaki odada ağırlarmış. üst kata çıkanlar öyle bir ağırlık hissederlermiş ki günlerce yürümüşçesine yorgunluk çökermiş bünyelerine. hüzün öyle sararmış ki bedenlerini 40 yıl yaşlanmışçasına kamburları çıkarmış. yine de kendilerini bu güzelliğe bakmaktan alıkoyamazlarmış. saatlerce kıza bakarak konuşmadan otururmuş, güzelliğini duyarak ülkenin dört bir yanından gelen gençler. fakat kızın hüznü bulaşırmış simalarına. elem ve keder sonları olurmuş gençlerin. ya bilinmeyen uzak diyarlara giderek yok olurlarmış ya da hastalıktan ölüp giderlermiş. kızın güzelliği kadar acısı da dört bir yanda konuşulur olmuş. nice büyücüler iyileştirmeye çalışmışlar. nice yiğit delikanlı kurtarmak için günlerce at üstünde yol gelmiş. zira nafile... evdeki hüznü kimse giderememiş.

    günlerden bir gün hikayeyi duyarak evi aramaya koyulan delikanlı, 12 gündür at üstündeki yolculuğundan yorgun düşmüş. karanlık ormanları aşmış, yırtıcı hayvanlarla savaşmış, aç kalmış yine de vazgeçmemiş. yolda giderken kafası önde, gariban bir köylüye rastlamış. ruhunu kaybetmiş gibi cansız görünüyormuş. delikanlı yanına yaklaşmış.

    " 12 gündür at üstündeyim. nice karanlıklara göğüs gerdim. duydum ki bu civarda elem içinde bir güzellik varmış. keder ruhunu öyle sarmış ki başkalarının sonunu getirir olmuş. bilir misin bu büyülü kız nerededir? "
    " 20 at boyu ilerde... "

    diyerek bir anda kaçmaya başlamış gariban köylü. delikanlı bir mana verememiş lakin yakınlaşmış olduğunu duyunca içini heyecan sarmış. tam 20 at boyu ilerledikten sonra kulübeyi görmüş. karanlığın içinde zifir gibi görünüyormuş. dipsiz kuyuların sonsuzluğunun bilinmezi gibi. kimsenin anlamadığı sözleri içeren melodiyi duymuş. kelimeler anlamsızmış ama bilindik şeyleri fısıldıyormuş gibi ruhunu kanatmış. kapıyı güzel kızın teyzesi açmış. delikanlı teyzenin kör olduğunu görünce gülümsemiş. gözlerinin içine bakarak;

    " derler ki burada hüzün içinde bir güzellik yaşamakta. dokunanı yakan, göreni büyüleyen, kananı yok eden bir kızmış. kendisini görmek isterim. "
    " ruhunu eritmeye mi geldin ey yabancı! duymaz mısın çaresi yoktur. kendi ayaklarınla ölümüne yürüyorsun. "
    " kendi ölümüme değil hüznü ehlileştirmeye geldim. izin verin ruhunu arındırayım. "
    " gel öyleyse içeri. en üst katta... "

    delikanlı ne yaptığını biliyor gibi üst kata yönelmiş. merdivenleri çıktıkça nefes alamıyormuş gibi olmuş ama aldırmamış. odaya geldiğinde kızın yüzüne bakmamış. dizinin dibine oturmuş. saatlerce yolculuğunu, gördüklerini anlatmış. durmaksızın 2 gün boyunca anlatmış hislerini. kız öylesine etkilenmiş ki en derinindeki yalnızlığına ortak etmiş delikanlıyı. kapılarını açmış bu yabancıya hem de hiç ürkmeden. en derinlerinde yolculuk yaptırmış. hiç çıkmasın istemiş ordan. en ücralarını sunmuş. aynası yapmış, kendinin yansıdığı... kız ilk defa gülümsemiş. avlanmayı bilmeyen bir hayvanın içgüdüleri ile ayakta kalması gibi gülümsemiş. bilmeden, hislerine güvenerek. evdeki elem ve keder kendini hissettiremeyecek kadar kenara çekilmiş. günlerce, haftalarca konuşmuşlar. ama genç adam asla bakmamış kıza. kendini teslim edebilecek kadar güvendiği adamın onun yüzüne bakmaması üzmüş kızı. sonunda dayanamayarak adama sormuş.

    " sizi tanıdım. beni tanımanız için izin verdim. kimsenin cesaret edemeyeceği karanlıklarımda gezinmenizi sağladım. siz ben oldunuz, ben de siz... ruhunuza yansıttım kendimi, ruhuma aldım sizi. öylesine biz olduk ki sevmediklerimi alıştırdınız. öylesine biz olduk ki sevmediklerinizi alıştırdım. acımı çekip aldınız içimden. gerçekliğiniz ile bıraktınız sonsuzluğa. yaşanabilir kıldınız hayatı. fakat bu kadar bağlanmamıza rağmen bir kere olsun bakmadınız yüzüme. sizi uzaklaştıran nedir? "
    " sizin kadar gerçeğim ben. anlattıklarım ruhumun en derininde kimseye sunmadıklarım. anlattıklarınız ruhumun en derinindekilerin aynı. öyle bir ki karanlıklarımız... ama hüznünüz yok bende. farkımız buydu. ya benim de içime işlemeliydi, yok etmek için. ya da sizden söküp almalıydım. hüzün gözlerdedir. siz gözlerinizle emdiniz ruhlardaki umudu. size talip olanlar gözlerinizde kayboldu. öyle bilinçsiz baktılar ki, öyle sığ sandılar ki boşluğunuzun en derinlerine hapsoldular. oysa ben; önce kendimi anlattım. kimsenin bilmediklerini fısıldadım. siz kapılarınızı açtınız. en bilinmezlerde yürümemi sağladınız. öyle bildik ki; birbirimizi ayna gibi yansıttık. işte o zaman ben siz, siz de ben oldunuz. işte o zaman hüzün ehlileşti. çünkü ben bir ayna misali yansıttım sizi. şimdi gözlerinize öyle açım ki... "

    diyerek yüzünü dönmüş kıza. kızın yüzünü ellerinin arasına alarak gözlerinin içine bakmış. kız da delikanlının gözlerine. yeniden keşfeder gibi çoçuksu bir merakla hapsolmuşlar gözlerine. o an, gözleri kör eden bir ışık belirmiş karanlık odada. öylesine güçlüymüş ki gün doğmamış dünyayı aydınlatmış. kehanet yerine geliyormuş. kız ışık olmuş, gökyüzüne yükselmiş.

    rivayet edilir ki kız " güneş " olarak canlanmış. her gün dünyaya doğmuş. delikanlı, kızın gözlerine o kadar hasretmiş ki gözyaşları içinde her nefesinde yalvarmış yanına varabilmek için. her gün gözlerini ayırmamış güneşten. güneş sonunda dayanamayarak delikanlıyı eski günlerdeki gibi karanlığın olduğu zamana bahşetmiş. yine rivayet edilir ki delikanlı birkaç saniye için bile olsa yakından gözlerine bakabilmek için " ay " olmayı kabullenmiş. her gün buluşmuşlar gökyüzünde. gökyüzünü karanlığa gömerken güneş, ay belirmiş yanında. gözler buluşmuş en yukarda. kendi yalnızlıkları ile bozmuşlar kehaneti...
  • küçükken gördüğüm rüyaların vazgeçilmez ikilisi.:)
  • güneş bariz daha zekidir. varlığı bile ayın aydınlanmasına* vesile olur.

    bugün ne ögrendik: aydınlanmak kelimesinin kökü aydan geliyormuş. ay çok ilginç.*
  • mihr-i-mah

    ısbu entry soktugumun guncel osmanlica ve ecdad muhabbetlerine hicbir gonderme icermemektedir.
  • güneş ve ay... en dokunulmaz ve en bilinmez aşklar adına sonsuzluğun yaşamla özdeşleşmiş olan merdivenlerinden çıkmayı sürdürüyorlardı her sevişmenin ardından terleyen bedenlerini çıkartıp yepyeni uykulara yatırarak. aşk masallarının sürgitleşen mavi oyunları gibi, öncesiz ve sonrasız.
  • niye bilmem son zamanlarda ay'ı güneş'ten daha çok seviyorum.

    ...

    bu halimi paylaşacağım ve beni anlayıp sayfalarca konuşabilecek bir arkadaşım vardı. fakat soğudum.
    apar topar soğuyorum her şeyden.
  • neml süresi 86. ayeti:
    "görmediler mi ki, dinlensinler diye geceyi yarattık ve (çalışsınlar diye) gündüzü apaydınlık yaptık. iman eden bir kavim için elbette bunda ibretler vardır."

    güneş nefsi besliyor, nefs bundan güç alıyor. aynı zamanda güneş celal tecellisi yani erkek anlamına geliyor.

    "çalışsınlar diye" yani nefsle mücadele etsinler, ilerlesinler anlamı olabilir. celal tecellileri nefsle mücadelede çok etkilidir anlamına gelebilir.

    "dinlensinler diye" yani nefs burada gündüz kadar güçlü olamıyor. ay ışığı etrafı pek aydınlatmıyor, yani celali pek yansıtmıyor. ay etrafın daha karanlık olmasını sağlayarak yıldızları açığa çıkarıyor. bu bakımdan ay ilham ile ilgili olabilir. yani geceleri doğan bir güneş gibi. bu güneş ilhamlara, aşka sebep olabiliyor.
    ay cemali yansıtıyor ki zaten kadın cemal tecellisiydi. kadın erkekten fiziksel olarak oldukça güçsüz, yani güneş aydan daha etkili, daha celalli bir tecelliye sahip.
    ay her ne kadar az aydınlatsa da insan yıldızlara bakarak yolunu bulabilir. ancak gündüz yol bulmaktan çok daha zor olabilir...

    mesnevi'den:

    "nur, ayındır, bu ziya da güneşin... kuran’ı oku da bak! babacığım, kuran güneşe ziya dedi, aya da nur... hele bak da gör! güneş, aydan daha üstündür ya... şu halde ziyayı da mertebe bakımından nurdan üstün bil!

    hiç kimse gidilecek yolu ay ışığıyla görmedi de güneş doğunca yol meydana çıktı, göründü. güneş, alınacak, satılacak şeyleri güzelce gösterdi de bu yüzden pazarlar gündüzleri kuruldu. kalp akçeyle sağlam akçe iyice ayırt edilsin, kimse hileye kapılmasın, aldanmasın diye."

    hani bir söz vardır, celal ile ilerleyen cemal ile ilerleyenden daha önce varır diye. güneş her ne kadar yaksa da, ısınmamıza da sebep olur. yani celalde gizli bir cemal vardır. aynı zamanda daha çabuk ulaştırıyor, nefse karşı iyi geliyor, güneş etrafın aydınlanmasını sağlıyor, yani karanlıkta göremediğimiz şeyleri görebiliyoruz. bu özellikleriyle celal, cemal içeriyor... belki daha hızlı ilerlemenin sebepleri bunlardır.

    gece ise ay ışığında ilerlerken, nefsle çok savaşmıyoruz, etrafı da pek göremiyoruz. çünkü zaten cemal tecellisine nefs mağlup oluyor, cemal tecellisi gözümüzü kör edebiliyor, aşkın gözü kör etmesi gibi. ancak ay her ne kadar cemal tecellisi olsa da onunda içinde de bir celal tecellisi vardır. bu seferde ayrılık büyük acılara sebep olabiliyor, insanı çok üzebiliyor.

    belki de ay kalp tasfiyesini sembolize ederken, güneş de nefs tezkiresini sembolize ediyordur.
    kalp tasfiyesi ile elde edilen aşk, aşkın suretidir. tıpkı ay gibi. ışık ona ait değil ama yansıtabiliyor...
    güneş yakarken, ay yakmıyor. ancak güneş ısıtırken, ay ısıtmıyor, yeteri kadar aydınlatmıyor...

    nefs tezkiresi ile elde edilen aşk, gerçek aşk olmuş oluyor. sureti değil tamamen gerçeği. o zaman bir aşık için gece ayrılık demek oluyor, aşk acısı çekiliyor. çünkü aşık nefsin güneşten aldığı enerjiyi yani libidoyu da aşk için sarf ediyor. ama bu seviyeye gelmek için nefsin tezkire olması gerekiyor anlaşılan.

    imam-ı rabbani hazretlerinin dediği gibi:

    "güneşin kölesiyim, yalnız onu anarım.
    geceyi, rü’yâları, hep arkaya atarım."

    "âşıkın gönlü bir güzele takılınca,
    râhat eder mi, başkasına kavuşunca?

    yüz demet fesleğen verseler bir bülbüle,
    koklamaz hiç onu, yine gider bir güle.

    nilüfer otu, güneşe olunca âşık,
    ondördüncü ayı görmek ister mi artık?

    ciğeri yanan, arar hep suyun tadını,
    çok şeker verseler de, hiç beğenmez anı."

    bu seviyelere gelmek için bir süre gündüzleri mücadele etmek gerekiyor. sanki yolun başındaki kişi için güneş mücadele demek olurken yolun sonundaki için aşk demek oluyor, tam tersi olmuş oluyor. bu da nefsten kaynaklanıyor.
    doğrusunu allah bilir.

    isnetus'un güneş entryleri:
    (bkz: #74451798)
    (bkz: #72965851)
    (bkz: #61713067)

    ayrıca bir şarkı:
    tu noor hai (sen nursun, sen ışıksın):
    https://m.youtube.com/watch?v=yu9rmdfsroi
  • elektrik evlere ulaşana kadar insan bu ikili tarafından şekillendiriliyordu. güneş insanın dışını, ay içini pişiriyordu. insan güneşin aydınlattığı saatlerde diğerleri ile ilişki kuruyor, mutluluktan üzüntüye çeşitli ruh halleri arasında geziniyordu. güneş battıktan sonra ise karanlık insanı kendi içine dönmeye zorluyor, insanın içini pişiriyordu. insanın uzun uzun düşünecek, değerlendirecek geceleri vardı. muhtemelen bu nedenle elektriksiz bir çağdan gelen yaşlıların bilgece sözleri var. insanı bir cümle ile çarpan süzülmüşlükte. bizimse televizyonumuz, telefonumuz ve akşam çıkacak çeşit çeşit mekanlarımız var. güneş dışımızı pişiriyor ama sadece ayın ve belki titrek bir mum ışığının aydınlattığı bir dünyada yaşamadığınız için içimiz çiğ kalıyor.
  • diğer her şey gibi, onları da yaratan aziz ve celil olan allah'tır.

    güneş ve ay, var edildikleri günden beri allah'ın kendilerine verdiği görevi eksiksiz bir şekilde yerine getirmektedirler, böylece dünyadaki hayat devam edebilmektedir. allah, bu gerçeği kitabında şöyle belirtmektedir:

    "güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. bu mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen allah'ın takdiridir. ayın dolaşımı için de konak yerleri belirledik. nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur. ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. her biri bir yörüngede yüzmektedir." (yasin 38-39-40)

    o halde,

    insanlar neden hayatlarını; güneşi ve ayı yoktan var edecek, onları insanların hizmetine verecek ve milyarlarca yıldır yörüngelerinde sabit tutacak ilme, kudrete ve cömertliğe sahip olan allah'ın emirlerine göre yaşamazlar? neden bireysel ve toplumsal yaşantılarını allah'ın kanunlarına göre düzenlemek yerine bir takım liderlerin, ideolojilerin, felsefelerin veya nefislerinin peşinde koşmaktadırlar?

    güneşi, ayı ve daha milyarlarca gök cismini yaratan allah, her şeyin en iyisini bilmez mi?

    (bkz: allah/@the dawn mist glowing)
    (bkz: islam/@the dawn mist glowing)
hesabın var mı? giriş yap