45 entry daha
  • --- spoiler ---

    bu entry kasvetli bir gece boyunca başımda dikilip sigara içen çocukluk arkadaşım tarafından yazdırılmıştır. tahminimce ortalama bir insanı en az etkileyecek kadar detay vererek yazdırdı bana bunları.
    --- spoiler ---

    her insanın hayatındaki kağıt kadar ince çizginin öbür tarafından hatırladıklarımı anlatmaya çalışacağım. ben bunları kendi hayatımın içinden anlatıyorum aslında. tüm bunları okuduktan sonra acımanızı, yakınlık hissetmenizi, bir şekilde duygusal eşduyum geliştirmenizi istemiyorum. merak edenlerin merakını gidermek, biraz da herkesin okuma şansına sahip olabildiği bir platformda kendimi ifade etmek istedim. entry yazarı olan arkadaşım ve onun birkaç tanıdığı dışında gerçekte kim olduğumu bilen kimse çıkmayacaktır. ben bu yaşantımı kimseyle paylaşmadım.

    - evsizliğe giden yolda ilk adım: 24 yaşındaydım. askere giderken eşim ve çocuklarım tarafından uğurlandım. üç gün sonra beni zorunlu izne gönderdiklerinde karşımda 1.5 metre yüksekliğinde bir moloz yığını vardı. orası benim evim ve altında kalanlar sahip olduğum, sevdiğim herkes ve her şeydi.
    (bkz: 12 kasım 1999 düzce depremi)

    - evsizliğe giden yolda ikinci adım: tsk büyük bir incelik göstererek bana 40 gün izin verdi. ben 60. günde gittim teslim oldum birliğime. kimse de bir şey sormadı. yasımı orada tutmaya başladım. tutamadım, firar ettim. gidecek bir yerim yoktu. biraz param vardı çıkıp çocukluk arkadaşımın yanına gittim. bir ay kadar onun öğrenci evinde kaldım. bir gün cebimde çok az bir parayla arkadaşımın evinden çıktım ve içimde dayanılmaz bir acıyla kumla manastır'a gittim. oraları görenler bilir orada bir uçurum vardır. geçtim uçurumun kenarına oturdum yanımdaki 3-5 birayı içmeye başladım. normalde içki sevmediğim halde biraları içtim. sarhoş olup kendimi uçurumdan atmayı planlıyordum. bunun kararını çok daha önce vermiştim fakat bir süre kendimi hazırlamam gerekmişti. arkamda herhangi bir veda mektubu bırakmamıştım. kimseyle vedalaşmamış, hatıra, hediye dağıtmamıştım. vedalaşabilecek kimsem kalmamıştı..

    - evsizliğe giden yolda üçüncü adım: atlayamamıştım. nedenini nasılını anlatmak istemiyorum ama atlayamamıştım işte. bedenim hala uçurumun kenarındayken bütün ruhum kopup dökülmüştü aşağı. o anki duygularımı düşündüümde kendime yönelik yoğun bir nefret anımsıyorum. başaramamış olmanın verdiği utançla kendime sahtekar, dolandırıcı gibi bakıyordum artık. yürümeye başladım. küçükkumla'da dolandım durdum. açlık, susuzluk hissetmiyordum. birkaç gün boyunca sadece sigara aldım. insanlarla son iletişimim de o sıralara denk gelir. banklarda uyumaya başladım. zaten havalar fena gitmiyordu.

    - evsizliğe giden yolda dördüncü adım: duygusal izolasyon. bütün yitirmiş gibiydim hissedebildiğim şey bilincimle kavrayamadığım ama derinlerden vuran çok şiddetle bir acıydı. hiçbir şey o acının etkisini aşıp bana ulaşamıyordu. evet adına duygu denebilirse acıyı hissediyordum. insanlar siluetlere dönüşmeye başladı bu dönemde. sanki yüzleri kaybolmuştu. etrafımda dolaşan bir başka boyuta ait hayaletlerdi. açlık hala yoktu fakat sigarasızlık etkiliyordu. izmarit toplayıp içmeye başladım. bir pastanenin camının önündeki yarısı yenmiş poğaçayı alıp yediğimi anımsıyorum. bu, sokaktaki diğer yolu başlattı.

    - evsizlik: karanlık. bu süreçte değişimin nasıl olduğunu anlatabilmem zor çünkü artık benim için de oldukça belirsiz. bilinçsiz bir dönem gibiydi, silik, puslu. zamanın kayıp olduğu bu evrede geceyle gündüz arasındaki süreyi kavrayamıyordum. önemsemiyordum da zaten. hayatımda iki belirleyici vardı, sigara ve yiyecek. kış geliyordu ve yazlıkçılar gitmeye başlamıştı. iskelede bulduğum misina ve birkaç iğneyle izmarit balıklarını avlıyor sonra o minik balıkları yaktığım ateşte pişirip karnımı doyuruyordum. fakat bu açlığın son sınırında yaptığım bir şeydi. genelde sokakta dolaşıp çöplerden bulduğum şeyleri yiyerek hayatta kalıyordum. bu arada sürekli yürüyordum. artık görünüşüm de tamamen değişmişti. saç, sakal, pejmürde kıyafetler. kendimi kirli hissetmediğim için temizlenmeye ihtiyaç da duymuyordum. utanç da duymuyordum fakat kimseyi rahatsız etmiyordum, ulu orta işemiyordum, çıplak dolaşmıyordum mesela. burada evsizlerin neredeyse temel karekteristikleri ortaya çıkmaya başlamıştı.
    1. kesinlikle dilenmiyordum. bana verilen para benim için bir anlam ifade etmiyordu çünkü o parayla alışveriş yapamazdım, bunu akıl da edemezdim. para yerine bir parça yiyecek veya bir sigara daha çok ilgimi çekerdi. bu arada, bir paket sigara da ilgimi çekmezdi. bir fırt çekilip yere atılan sigara çok kıymetliydi. fazlayla işim yoktu, ne yapacağımı da bilemediğim için ilgimi çekmezdi.
    2. yatacağım yeri seçerdim. zulalarıma sakladığım kartonlarım vardı. gece karanlık çöktüğünde onları alır veya yenilerini bulur taş olmayan, yağmur görmeyecek, rüzgardan korunan tahta ya da metal ızgara bir zemin üzerinde uyurdum. mümkünse ızgara. en korunaklısıydı çünkü.
    3. insanlar iletişim kurmak, hikayemi öğrenmek veya eğlenmek için beni sıkıştırdığında kaçardım. kaçamıyorsam kafamı bacaklarımın arasına alır kendi içime saklanırdım. onlar çekip gidene kadar beklerdim. bilmiyorum belki de o sırada kendi kendime mırıldanıyor veya konuşuyordum ama onlarla asla konuşmadığımı biliyorum. en korktuğum şeylerden biri de jandarmaydı.
    4. önüme sizce kullanışlı ve temiz kıyafetler koyduğunuzda ben bunları almayabilirdim en fazla birini alırdım. mesela palto kıymetliydi benim için onu alırdım. istifçilik yapmazdım ama verilen yiyecekleri asla geri çevirmez o an tüketemiyorsam bile bir şekilde saklardım. bir gün cebimdeki misinayı elimden almışlardı, çok ağlamıştım. sokakta yaşayan bir insan olarak benim ihtiyaçlarımın önem sırasını anlayabilmeniz mümkün değildir sanırım. en kıymetli şey ateşti. bozuk olsa bile çakmakları atmazdım, bir şekilde tamir etmeye çalışırdım. naylon torba kıymetlidir. hele ki çöp poşeti kamp çantası gibidir bir evsiz için.
    5. kimseden bir şey talep etmiyordum.
    6. geçmişten kalan kimselerin benim için bir anlamı yoktu. tanıdığım birkaç yazlıkçı bile benim için diğer siluetlerden biriydi. geçmişte çok yakınım olmuş biri gelseydi onunla da iletişim kuramazdım.
    7. hasta olduğumu hiç hatırlamıyorum.
    8. susadığımı da hatırlamıyorum. mutlaka su içiyordum fakat nereden nasıl içtiğime dair en ufak bir anı kırıntısı kalmamış.

    - sokakta yaşam: kış gelmişti. sanki başka bir hayata sahip olmamıştım. hep orada ve o zamanda yaşamıştım. şu an dışında bir zamanı bilmiyordum. koskoca bir şimdinin içinde dolanıp duruyordum. hissedebildiğim tek şey olan yıkıcı acı artık bir parçam olmuştu. günlük rutinlerim vardı. mesela sigara izmariti toplamak. bir sırası vardı mekanların. caminin önü, okulun önü, atmlerin önü. hava yağmurluysa temkinli bir şekilde jandarma karakolunun önünde dolaşmak da bereketli oluyordu. bu arada sigara için favori mekanım atm ve banka önleriydi. bu yüzden gemlik'e yürüdüğüm olurdu. yiyecek bulmak da günlük rutinimin bir parçasıydı. onun için de sıralı mekanlarım vardı. bu şekilde gece oluveriyordu. şimdi bu rutini takip etmeye çalışsam bir iki saat sürer en fazla. ama o dönem aklımın alamadığı bir şekilde bütün günümü dolduruyordu. fırtına sonraları benim için tam bir panayırdı. sahilde deli gibi midye toplardım öyle zamanlarda.

    kediler kıymetli yaratıklardır. kediyle bir insan-evcil hayvan ilişkim yoktu. daha ziyade iki canlının dayanışması gibiydi. yatarken isterlerse koynumda uyur ve beni sıcak tutarlardı. sıcaklıkları ve mırıltıları iyi gelirdi bana. belki de kendimi insan olmaya en yakın hissettiğim anlardı kedilerle soğukta uyuduğum zamanlar. insanlardan hiçbir isteğim ve beklentim yoktu fakat yine de insanların içinde olmayı tercih ediyordum. dağ başında da yaşayamazdım. fakat insanlar beni rahat bırakmıyordu:

    bir gece çok dayak yedim. nedenini hiçbir zaman anlamadım. aslında bir nedeni olduğunu da sanmıyorum insanın olağan zorbalıklarından biriydi muhtemelen. fakat gerçekten çok dayak yedim o gece. canımın çok yanmasına rağmen hiçbir şey yapamadım. ey amına koduklarım beni o gece neden dövdünüz.. internet kafenin önündeki ızgaralarda uyuyordum birkaç kişi geldi ve tekmelemeye başladı. iki büklüm oldum. küfredip dövmeye devam ettiler. bir şey yapamadım, kim olduklarını bilmiyordum, ne istediklerini bilmiyordum. sadece canımın yandığını ve korktuğumu biliyordum. çok dövdüler. sonra kafe sahibi elinde koca bir odunla geldi ve beni dövenlere saldırdı. birkaçının beline indirdi odunu, sövdü bağırdı. kaçıp gitti sadistler. ben sadece yattım hiç kalkmadım. gözlerimi sımsıkı kapattım. başka bir yere gidecek halim de yoktu dayak yüzünden. ambulans geldi binmedim. hastaneye gitmek istemiyordum, rahat bırakılmak istiyordum. bana orada pansuman yapıp gittiler. o gece kafe sahibi karşıma oturdu saatlerce bana bakıp sigara içti. tek bir şey söylemedi, sabaha kadar orada sigara üstüne sigara yakıp, bana bakıp bekledi.

    işte bu şekilde günler, haftalar, aylar geçti gitti. tüm şalterleri kapalı bir cihaz gibiydim.

    sonra bir şey oldu.

    kumla'dan gemlik'e giderken bir fırının önünden geçerken ekşi mayanın kokusunun her tarafı sardığını farkettim. güneş doğmak üzereydi, kimse yoktu ortalıkta. kapının önünde durdum ve bir ekmek vermelerini istedim. ne dediğimi, nasıl söylediğimi anımsamıyorum, tereddütlü gittim, istemekle istememek arası bir şeyler mırıldandım desem daha doğru olur. sıcacık bir ekmek verdiler. ekmeği paltomun içine soktum ve yürüdüm. onu sıcak sıcak ufak parçalar halinde yedim. dünyanın en iyi yemeği bile o ekmek kadar lezzetli olamaz. bir şey değişmişti. ilk defa yediğim bir gıdanın tadını almıştım, hoşuma gitmişti, lezzetliydi. acı, korku, açlık dışında hissettiğim ilk şeydi bu. sonraki günlerde o fırının önünden geçerken ben istemeden ekmek vermeye başladılar. benim de yolum her sabah oradan geçiyordu.

    bir gün fırının sahibi sabaha karşı yakaladı beni. kahvaltı sofrasına oturttu. yakaladı derken, öyle değil aslında. ben ekmeğimi alırken kolumdan tuttu kahvaltı masasına oturttu. çay demletmiş, masa hazırlatmış. kahvaltımı ettim, sana her gün bir paket sigara vereceğim ve her sabah kahvaltını hazırlatacağım sadece her sabah buraya gel ve kapının önünü süpür, dedi. gittim her gün kapının önünü süpürmeye başladım. içeriye girmiyordum çok kirliydim. elimde bir çalı süpürgesi kapının önünde takılıyordum. aslına bakarsanız doğru düzgün süpürebildiğimi de sanmıyorum. her sabah kahvaltı yaptırıyor, sigaramı alıyor ve istediğim kadar ekmeği veriyorlardı. gece 3 gibi gidip sabah 6'ya kadar oralarda duruyordum. ama hiç konuşmuyordum. onlar da beni hiç sıkıştırmıyorlardı.

    bir sabah beni gerçekten yakaladılar. ekmek arabasının arkasına attılar, kaçmaya çalıştım ama başaramadım.

    hamamda çocuk yıkar gibi yıkadılar. sattlerce keselediler. çocuk gibiydim, sıcak sudan canım yanıyordu, utanmıyor ama aciz hissediyordum kendimi. kıyafetlerimi yaktılar, çok ağladım yakmasalar giyerdim tekrar onları. temiz kıyafetler giydirdiler. oradan çıktık berbere gittik. saçım sakalım kesildi. fırının içine sokup elime süpürge verdiler burayı silip süpüreceksin, şurada da yatacaksın, dediler. ben de öyle yaptım. hala konuşmuyordum. söyleyecek bir şeyim yoktu. birkaç kere kaçmaya çalıştım, geri çevirdiler bir şekilde ikna ettiler. zor kullanmadılar, incitmediler ama. gece 1 gibi gelip hamur yapıyorlardı, sabaha karşı 5 gibi hamurlar hazırdı, 6 civarı ilk ekmekler hazırdı. çok da yalnız kalmıyordum. akşam hava kararınca uyuyup fırın kalabalıklaşınca uyanıyordum. bol bol çay demletiyorlardı bana. sürekli yere talaş döktürüp yerleri süpürtüyorlardı. imalathaneye girmeme hala izin vermiyorlardı. özbakım becerilerim yoktu hala. hamama, berbere onlar götürüyorlardı.

    bir gün hamur dozajlama makinasının mili kırıldı.

    haliyle elle hamur kesip tek tek tartmaya başladılar. kendileri makineye bakıp sabah kaynak yaptırmaya karar verdiler. makine açıktaydı. baktım, inceledim. gidip birkaç tane kelepçe buldum birleştirdim kelepçeleri. sonra mili raptettim. makineyi çalışır vaziyete getirdim. makineye tekrar döndükleri için mutlu oldular işleri çok hafiflemişti. daha önce tamir ettiğim yüzlerce makineden daha karmaşık değildi benim için.

    uzun süre sonra bir duygu daha hissedilir olmuştu. kendimi dünyayı kurtarmış gibi hissetmiştim. patron geldi, kaynak yaptırmaya gönderdi beni. sanırım bu dönem ileitşim kurmaya başladım yeniden. azar azar ama. ekmek arabasının peşinden gönderiyorlardı beni. sohbet etmek gibi bir ihtiyacım yoktu. çok temel konularda konuşuyor ve kısa yanıtlar veriyordum.

    bir gün durup dururken daha önce çalıştığım şirketi aradım, konuştum. bana bilet parası gönderdiler. fırındakilerle vedalaştım. otobüsten indiğimde farklı biri gibiydim. o zamandan bu zamana 15 yıl kadar oldu içimdeki acı geçmedi. dönüştü diyebilirim en fazla. tekrar eski ben de olamadım ama bir daha sokaklarda da yaşamadım. o günleri düşündüğümde ne hissettiğimi merak ediyorsanız, hiç de kötü değildi o dünyadan ve acılardan yalıtılmışlık hali, diyebilirim. bazen gerçeklik cehenneminden saklanmak için sokaklara sığınır insanlar.

    06.11.2015
22 entry daha
hesabın var mı? giriş yap