• yapımına 1937 yılında başlanan ve latin amerika’nın en büyük hastanesi olması öngörülen fakat sermaye sıkıntısı ve darbeler sebebiyle yarım kalan projeyi konu alan 2012 yapımı gerçek olaylara dayanan arjantin filmi. refah devleti rolü oynayan üçüncü dünya ülkelerine has böyle kasvetli bir toplumsal manzara içerisinde inanan ve savaşan dava adamı rolünü birilerinin üstlenmesi gerekir arjantin’de de bunu üstlenen bir papaz olmuş. ciddi sağlık problemlerine rağmen bu role soyunan, sisifos misali kayayı yılmadan zirveye iten, piskoposun ve stk’ların desteğini de alan peder julian (ricardo darin) kilisesinin bulunduğu kenar mahallede büyüyerek yayılan pisliğin içerisinden hem kurtları hem de kuzuları çekip kurtarmak adına görevinin de gerektirdiği üzere insanca yöntemleri insanüstü bir çaba ile faaliyete geçirerek yarım kalan hastane binasına cemaatini yerleştirmeyi amaçlamaktadır.

    güney amerika sineması dendiğinde pablo trapero’dan iyi bir yönetmen ve ricardo darin'den iyi bir oyuncu akla gelmez herhalde. bu iki ismin güçlerini birleştirdiği bir filmden beklentiler hayli yüksek oluyor haliyle fakat aynı önceki filmleri carancho'da olduğu gibi ittifak ortaya koyması gereken verimi sağlayamıyor. ne cidade de deus kadar vurucu bir kenar mahalle portresi ortaya koyabiliyor ne de izleyici ile bir duygusal bağı yakalayabiliyor. zaten asıl konuya gelmesi bir saat süren film tam biraz hareketlendi derken bitiveriyor.
  • çimleri ezen beyaz fil

    peder carlos mugica’nın gerçek hikayesinin gölgesinden yola çıkan elefante blanco, meramını iki kurgu karakter üzerinden anlatıyor.

    bunlardan ilki olan peder julián, açık bir isa alegorisi ve hristiyanlığın önplana çıkarıp kutsadığı “fedakarlık” kavramını temsil ediyor.

    açılış sahnesinde masada “ölü gibi” yatan julián’ın kafasına romalı askerlerin isa’nın başına geçirdiği “dikenli taç” misali bir maske yerleştirilir. julián maske yüzünden çıkarıldıktan sonra hayata yeniden dönmüş gibi derin bir nefes alır ve aradından “diriliş”i canlandırırcasına doğrulur.

    peder julián’ın, nicolás’a –ölmek üzere olmasından ötürü- içinde bir öfkenin büyüdüğünü söylediği sahneyse akıllara isa’nın ölümü beklerken umutsuzca göğe haykırdığı “baba, beni neden terkettin ?” sözlerini getiriyor.

    hasta olduğunu en yakınlarından gizleyen julián’ın kendine has “tanrım, onları bağışla, bilmiyorlar” ı ise son nefesinde bir katili (günahkarı) kurtarıp ona ikinci bir şans vermesidir.

    bu aşamada aklımıza takılan soru şu:

    ”eğer julián hasta olmasaydı, öleceğini bilmeseydi yine de bu fedakarlığı yapar mıydı ?”

    cevap önemsiz.

    isa’nın bile bile ölüme gittiği gibi kendi sonuna koşan julián, artık halkın yeni tapınma aracına dönüşüp carlos mugica mertebesine yükseliyor.

    inanacak bir mugica mucizesi arayan topluluğa bu kez julián mucizesini veriyor. kime tapıldığı önemli değil yeter ki tapınacak bir figür olsun. pederin fedakarlığının ödülü budur.

    ikinci karakterimiz, julián’ın (isa) kendi eliyle seçtiği “halife”si, peder nicolás.

    nicolás , hristiyanlığa atfedilen bir başka önemli kavramın vücut bulmuş hali: “kefaret”

    peder nicolás, insanlar ölürken buna seyirci kalmış olmasının günahından arınmaya, hristiyanlık dininin filmdeki yansıması olan beyaz fil’e geldiği gece, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurla başlıyor ve kefaretini daha önce yapamadığını yaparak, başka birinin yerine vurularak ödüyor.

    ilk geldiğinde rahip yakalığını dahi takamayan adam, finalde bunun verdiği rahatlamayla beyaz fil’e huşu içinde bakıyor ve yeniden dua etmeye başlıyor.

    filmin güzel bir başlangıcı olmasına rağmen senaryo, bu yoğun sembolizmin esareti altında kalıp peder julián’ı o bilindik hikayenin ayak izlerinden götürmekten başka bir şey yapmıyor.

    kötü adam arayanların önüne domuzlar dediği polisleri (roma askerleri), “kilise neden bir şey yapmıyor ?” diyenlerin önüne de iktidarsız bir ruhban sınıfını atıyor ama satır aralarında: “onların da eli kolu bağlı, kötülüklerinden değil.” diyerek suçu devlete ve uygulanan politikalara atıp kaçıyor.

    bir dünya metaforu olan gettoda yaşayan günahkar insanları beyaz fil’e çekme (hristiyanlığa çağırma) görevi halefe kalırken bize de seyirci olarak: “aslında bizim topraklarda bor var ama çıkarttırmıyorlar” temalı bu din propagandasını unutmak düşüyor.
  • "isa havarilerine şöyle dedi: bilirsiniz ki, ulusları yönetmeye yetkili sayılanlar, onların üzerinde egemenlik sürerler ve büyükleri onlar üzerinde yetki kullanırlar. ama sizin aranızda böyle olmayacak. aranızda büyük olmak isteyen, ötekilerin hizmetkârı olsun. çünkü insanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi. bu tanrı'nın sözü." peder julián bu sözleri sadece söylememekte, aynı zamanda yaşamaktadır. film güzel, insanoğlunun değişmez manzarası her yerde aynı, yoksullar ve zenginler, yönetenler ve ezilenler...
hesabın var mı? giriş yap