• gabriel garcia marquez'in bir romani. marquez, bu romanda, gercek bir oykuden esinlenmis ve yine guney amerika tarihi ile ugrasiyor.

    editorune bakilirsa hikaye soyle:

    "ispanyol egemenliği altındaki güney amerika'yı 'ispanyol amerikası' olmaktan kurtarmaya, bağımsız, özgür yeni bir 'amerika' yaratmaya kendini adamış bir general'in, artık çökmüş bitmiş bir diktatörün, yani simon bolivar'in (1783 - 1830) ölüme giden son yolculuğunu, magdalena irmağı üzerinde yaptığı uzun ve son yolculuğu anlatıyor marquez. ancak, ırmak üzerinde süren bu yolculuk içinde, geriye dönüşlerle, yine o her zamanki fantastik kurgusu ve büyüleyici anlatımıyla oya gibi işliyor romanını marquez. romanda geçen bütün kişiler, 'kurtarıcı' diye anılan simon bolivar'ın gerçek yaşamında, gerek yanında gerek karşında, gerçekten yer almış kişiler. hepsi de, kendi gerçek adlarıyla yer alıyorlar bu romanda. tarihsel gerçeklerden, belli ki uzun incelemelerden yola çıkılarak yazılmış, belgelere dayalı, ama belgesel olmayan bir roman labirentindeki general."

    ispanyolca aslindan inci kut'un duzgun turkcesiyle cevrilmis.
  • en zayif buldugum marquez romani. oysa destan gibi bir eser yazabilecegi bir konu. belki saygisindan cekinmistir, sormak lazim.
  • nasıl bir tarih çalışması yaptığını, ne ölçüde ilk/ikinci el kişisel veriye ulaşabildiğini bilmiyorum, ama gazetecilik reflekslerine, ruhuna/özüne sadakatine güvenebiliriz. edebi olarak daha başarılı, ayrı bir bilinç akışı groteskine ulaşan başkan babamızın sonbaharı* ile kısmen yakın, birbirine iplikler ve çağrışımlar gönderen, kısmen de farklı kulvarda, noticia de un secuestro/ bir kaçırılma öyküsü'ne yakın özellikler gösteriyor. aynı gerçeklik ile gerçeküstü arasında salınmak gibi. biri ötekini sil(e)meden.

    bir benzerlik de, luchino visconti'nin il gattopardo'suyla. izleyenler de aynı yakınlığı hisseder mi?

    ölüm üzerinde marquez'in birkaç romanı var. ilk aklıma gelenler artık labirentindeki general ile başkan babamızın sonbaharı ve kırmızı pazartesi oluyor. başkan babamızın sonbaharı apayrı bir yere oturmakta. bir kere gerçeküstü edebiyat ve şiirsel gerçekçilik denince kendi başına bir akım damarı o. labirentindeki general ise bir kayıp denizci, bir kaçırılma öyküsü, şili'de gizlice gibi gazeteci marquez'in, tarihçi ve romancı marquez'le sevişmesinin ürünleri arasında.

    kitapta belki türkiye'den ve güncel siyasetten yana dertli olduğumdan sürekli simon bolivar'ın iktidar dışına çekilmekte mi atılmakta mı olduğuna dikkat harcadım. yazar da bunu ön planda tutmuş olabilir, kesin kanıya varmaktan genellikle uzak tutmayı başardı. simon bolivar'a sevgi ve saygısını saklamaya (gizlemeye) çalışarak yazması daha da sıcak, sarıp sarmalayıcı bir roman ortaya çıkarmış.

    romanda en hoşlandığım ve kenara not etmeyi akıl ettiğim cümle parçacıklarını sunmak isterim:

    * "bir hastalıkla uğraşmak, bir gemide çalışmak gibidir," demişti.
    * buna karşılık yeraltı postası daha cömert ve hızlı işliyordu. böylelikle general, haberlerin haberini onlar daha gelmeden alıyor, kararlarını olgunlaştırmak için de bol bol vakti kalıyordu.
    * "o'leary büyük bir insan, büyük bir asker ve sadık bir dost, ama her şeyi not ediyor. yazılı anılardan daha tehlikeli hiçbir şey olamaz."
    * [general manuela'ya daha çok bir savaş komutunu andıran bir yanıt yazmak için gecenin (francisca zubiaga ile-ibisile) ikinci sevişmesini beklememişti: "gerçeği söyleyin ve hiçbir yere de gitmeyin!" son tümcenin altını da kendi eliyle çizdi: "sizi kesin olarak seviyorum." o da sevinerek söz dinlemişti.]
    * "bir daha asla aşık olmayacağım." demişti. "aynı anda iki ruha sahip olmak gibi bir şey bu."
    * meyvenin kokusuyla bir an kendinden geçtikten sonra büyük bir parça ısırdı, çocukça bir zevkle çiğneyip ağzının içinde evire çevire tadına vardı ve anılarla dolu uzun bir iç çekişle yuttu.
    * general, yaşamı boyunca, hiçbir bozgunun sonuncu olmadığını öğrenmesine yetecek kadar olayla karşılaşmıştı.
    * bütün bunlara rağmen, onunkinden daha verimli bir can çekişme olamazdı.
  • bence marquez'in bu romanında vermek istediği tek şey hepimizin içinde bir simon bolivar olduğu. hepimiz bir anka kuşu misali küllerimizden tekrar doğup tekrardan kanat çırpabiliriz veya azından deneyebiliriz.
    kısaca labirentindeki general'i bolivar'ın biyografisi niyetine veya benzer bir amaçla okumak kişinin kendisine yapacağı bir yanlış ve marquez'e de yapılacak bir haksızlık olur.
  • marquez'in kitabın sonunda yer alan teşekkür bölümünde ne kadar detaylı bir araştırma yaptığını görmek mümkün. söylendiği gibi gazeteci tarafı, yazar tarafına göre ağır basıyor.

    kitabın bütününe nazaran güney amerikalılar'ın kendine özgü ruh halini yansıttığı kısımlar edebi açıdan daha akılda kalıcı. fakat bence kitabın en iyi tarafı güney amerika tarihi hakkında kabaca da bir fikir vermesi.
  • damn it, how will ı ever get out of this labyrinth?

    müthiş bir son cümleyle biten en sevdiğim marquez kitabı.
  • --- alıntı ---

    savaşlarla, kötü yönetimlerle, yavan aşklarla geçmiş onca yılın sonunda avarelik bir sızı gibi hissediliyordu.

    sf: 97

    --- alıntı ---

    “ artık bağımsızlığa sahibiz, general, şimdi onunla ne yapacağımızı söyleyin bize.”

    sf: 103

    --- alıntı ---

    “ dünya mahvoldu, sevgili simón,” dedi lorenzo carcamo.
    “onu başkaları mahvetti,” dedi general. “ artık yapılacak tek şey, baştan yeniden başlamak.”

    sf: 121

    --- alıntı ---

    “her ne olursa olsun,” dedi fransız, “ tarihi çığrından çıkaran şey, sistemler değil, onların aşırılıklarıdır.”

    sf: 126

    --- alıntı ---

    “yaşamın yıkıcılığından yıldızlar bile kaçamıyor,” dedi carreno. “ on sekiz yıl öncesinden daha az yıldız var bugün.”

    sf: 132

    --- alıntı ---

    “yaşam yalnızca ölümle sona ermez,” dedi general. “ başka yollar da vardır, üstelik bazıları daha da onurludur.”

    sf: 133

    --- alıntı ---

    “bir daha asla âşık olmayacağım,” demişti.“ aynı anda iki ruha sahip olmak gibi bir şey bu.”

    sf: 152

    --- alıntı ---
hesabın var mı? giriş yap