• bir varmış bir yokmuş.

    --- spoiler ---

    ülkenin birinde halkın yarısının canından çok sevdiği bir padişah varmış. padişah halkın diğer yarısına beni canınızdan çok seveceksiniz diye emirler yağdırsa da halkın o yarısı bu padişahı canından çok sevmiyormuş bir türlü. padişah da onu canından çok sevmeyenlere çok darılıyormuş. ve o kadar çok darılıp güceniyormuş ki kendisini canından çok sevmeyenlere türlü eziyetler ediyormuş, sırf bu darılmasının ve gücenmesinin yüreğinde bıraktığı ağırlık birazcık da olsa hafiflesin diye.

    padişah gösterişi çok severmiş. iş hava atmaya, para saçmaya gelince mangalda kül bırakmazmış. ama bu değirmenin suyu nereden gelecek diye hiç düşünmezmiş. padişahı canlarından çok sevenler de en çok padişahın bu cömertliğini seviyorlarmış. oh ne güzel, padişahımız el sikiyle gerdeğe girdikçe biz de sanki o gerdekte zifaf yapıyormuş gibi oluyoruz, gece gündüz sarsılarak boşalıyoruz, diyorlarmış.

    günlerden bir pazar günü, padişah sevdiği kullarını toplayıp çok büyük bir davet vermiş. bayraklar sallanmış, marşlar söylenmiş, beraber bu yollarda yürünmüş. padişah çok mutlu olmuş.

    komşu krallıkların elçileri de davete gelmişler, hatta çok da alkış almışlarmış. davet harika bir ortamda gün boyu sürmüş. padişah şiirler okumuş, onu canından çok seven vatandaşlarını gözyaşlarına boğmuş. bu sevgi seli karşısında o da coşmuş da coşmuş, sevgili kullarına birbirinden cazip vaatlerde bulunmuş.

    uyku vakti yaklaştı kuzucuklarım. o yüzden masalımızı uzatmayalım; davetin ertesi günü ise bu padişahın ülkesinde ilan edilen peş peşe zamlar hem padişahı canından çok sevenlere hem de padişahı canından çok sevmeyenlere eşit dağılımla aynen kol gibi girmiş.

    padişahlarını canlarından çok seven kulları ise böbrek yataklarına kadar dayanan bu kazık karşısında doğal refleksle oflayıp poflamışlar ama seslerini fazla çıkarmamışlar çünkü padişah onlara güzel güzel makarnalar yediriyormuş, sobalarını gürül gürül yakan kapkara kömürler veriyormuş. padişahlarını canlarından çok sevmeyenler ise o güzel makarnalardan yiyemiyorlarmış ve kış geldiğinde çok üşüyorlarmış. halbuki onlar da padişahlarını canlarından çok sevseler hem karınları bir güzel nefis makarnalarla doyacakmış hem de soğukta donmayacaklarmış.

    demek ki neymiş. padişahlarını canlarından çok sevenler hep mutlu, hep huzurlu oluyorlarmııııış.

    padişahım çok yaşa.

    gökten üç elma düşmüş. sonu böyle biten masalda, al da o elmaları sok götüne.

    --- spoiler ---

    haydi bakalım çocuklar, tatlı rüyalar size.
  • insanın içini mayhoş yapan masallardır.

    buyurun efendim:

    bir varmış bir yokmuş. iki dolu bir boş eder, teyzeler yaşlanınca huyları tatlılaşırmış. boşlar doldurup boşlar yapılır, teyzelerin kapısına bırakılırmış. bir gün bir çocuk doğmuş. sonra büyümüş ve kocaman olmuş. bu sefer küçülmeye başlamış, küçüldükçe yassılaşmış ve bir daireye dönüşmüş. fakat küçülme devam etmiş, en sonunda da bir nokta olmuş çocuk. ve birden parlamaya başlamış. sonra büyümeye başlamış yeniden. büyümüş büyümüş büyümüş kocaman bir alev topuna dönüşmüş. etrafındakileri yakarım korkusuyla herkesten kaçmış. dağ bayır kesmemiş. az gitmiş uz gitmiş, uzak diyarlara göç etmiş. diyarlarda kara bir boşluk görmüş sonra ilerlemiş oraya doğru. adeta cazibesi varmış kara kuytu noktanın. demiş ki ben o noktaya sığarım. nasıl küçülüp büyüdüysem şimdi de küçülür geçerim o delikten... süzüle süzüle aklında bu planla devam etmiş yoluna. en nihayet yaklaştıkça büyümeye başlamış kuytu kara.yaklaştıkça sonunda huzura ereceğini anlamış ateş topu çocuk. en sonunda vardığında alevinin söndüğünü ve çözüldüğünü hissetmiş.

    sonunda özgürmüş.
  • bir varmış bir yokmuş.

    zamanın birinde iki kız kardeş yaşarmış. kızlar çok zekiymiş ama bi o kadar da şanssızlarmış, kadersizlermiş. bu kızların bir de anneleri varmış. tüm ömrünü bu iki çocuğuna adayacak kadar adam gibi adam bir anaymış. kızların kaypak babaları lafta var icraatta yok imiş. uzak diyarlarda yaşar, kızların anasını kıskanır ona çamur atmaya çalışırmış. kızların anası adeta acıların kadını olduğu için acılara alışkınmış.

    bu çilekeş kadının şanssızları henüz doğarken başlamış. anası bunu doğurmaya giderken üstünden geçmek üzere oldukları, hastaneye giden köprü uçmuş. orda bir terslik olduğu anlaşılıp doğumdan vazgeçilseymiş bu çilekeş kadın bu çileleri hiç çekmeyecekmiş, bu delikanlılığın kitabını yazan ana iki çocuğuna da aslanlar gibi bakmış, tek başına senelerce ırgat gibi, erkeklerin dahi cesaret edemeyeceği işlerde çalışmış.

    aslında en başta üç çocuğu olan bu kadın şu amına koduğumun hayatında en ağır acı olarak geçen evlat acısını da yaşamış. evladını toprağın altına gömüp, isminin baş harfini omzundaki meleğin kanadına kazıtıp, acısını yüreğine hapsedip, ölen evladının silüetini gözkapaklarına asmış.

    bu en başta iki kızkardeşin masalı gibi geldi değil mi? hayır. bu masal o delikanlı kadının masalı aslında.

    kendime not.
  • varmış ile yokmuş bir araya gelince: masal söz alır. masal tarihi hayalkırıklığının tezyin edilmiş yankısı ile başlar.

    ...

    şarap kâsidelerinin can ile cananı andığı, mevlevilerin eteklerinin pervâne olduğu, dini mübîn islâm diyârlarının sükûnetini: şah ile sultân'ın birbirlerine kılıç çekmeleri ile bozuldu. bu bozukluk ismini çaldıran diye anılacak olan savaşa borazanlık etmişti. bu bozgun nebi isâ sonrasının, 1514 senesinin ve ağustos ayının son günleride cereyan etti. ağustos böceği ile karınca çekişmelerini kış ayına saklamış ve ortalık yerden çekilmişti.

    hârp sanatlarını konuşturmadan evvelâ; taht sahipleri bu iki yılmaz cengâver, ulaklar aracılığıyla satranç tahtası üzerinde dövüş ettiler. kaleler zırhlandı, filler beslendi, vezir-i vüzerâ takımı ellerini ovuşturdu, nizâmi bir şekilse atlar nallarını düşmana karşı bileyerek, her zaman olduğu gibi olan hâlk evlatları piyonlara oldu ve şahlar şahlandı, sultânlar selâtinlere yaraşır âhvalde tahtlarına kuruldular.

    meydan muhârebesinden önceki zemherî aylarda, her iki taraf, kılıçları kınlarından çekmeden önce, en zehirli ve en ölümcül olan dillerini ağız içlerinden çıkardılar. hâyır için açılan ağızlar selâmetli sâğa çıkarken, şer için açılanlar zakkum zakkum fitne fesât, cürüm ve mürted vaazlardı. otaklarda kurulan kübâra ağızlar, hâk teâla ve peygamberi, islâm ve müşerref fûrkânı çıkaracakları fetvâlara âlet-i edâvat ettiler. hatta bu edâvat külliyâtına ehl-i beyt ve oniki imâm, can hüseyin ve canpâre hasan, zehrâ olan fatıma, peygâmber zevcesi âişe, fırkâi şiâ ve taraf-i ehli sünnet eklendi. siyâsi çekişmeler iktisâdi merhâleye, oradan da içtimâiye giderek evlerin içine nüfûz ediyordu.

    karıncaya göre hayat memât meselesi olan âmel, ağustos böceği için keyf-u sefâ, şah için murtâza ve irfân mücadelesi, sultân için mekke-i mükerremenin köleliğiydi. esâsen, âlemi hayvanat perdesiz bir şekilde ömür tazelerken, hz. insan mertebesine ulaşmamış cümle beşer, kalın perdeler kullanıp, fikrin işçiliğine soyunduğu kırıntıyı bizâtihi şeytan'dan alıyordu.

    iblis, itidâl ve acele etmeksizin, genç ve taze mâşuklar olan hazreti insan ve zevcesi hazretlerine cennet yemişlerini yemeleri için uzun bir zaman tanımanın bekleyişi ile doldu: bir yılanın derisine karşılık, ona güçlü zehirler verme takası ile ilk anlaşmasını yaptı. ikinci âkit insan ile olacaktı.
hesabın var mı? giriş yap