• günlük hayatta konuşulan dilin, bireylerin düşünce tarzını etkilediği iddiasında bulunan tezdir. (bkz: sapir-whorf hipotezi)
  • doğrusu dilbilimsel görecelilik olmalıdır diye düşünüyorum

    benjamin lee whorf, edward sapir'le birlikte dilbilimsel görecelilik diye bir alanın açılışını yaptı. ortaya koydukları hipotezle dediler ki; her dilde kelimelerin anlamları ve sözdizimsel yapılar farklıdır. anlam konuşmacının dünyayı algılamasını ve kavramsallaştırmasını etkiler. yani neredeyse tamamen düşünceyi şekillendirir ve bu yüzden farklı dilleri konuşanlar farklı şekilde düşünürler.

    öesela ruslar ingilizler'e göre açık ve koyu mavi ayırt etmede daha hızlılarmış. eskimolar kar için dört farklı kelime kullanıyorlamış, moğolistanda at rengi için kullanıldığı bilinen otuz renk varmış. yazma yönününse bambaşka bir etkisi var; mesele ingilizce konuşanlar kartları soldan sağa dağıtırken, ibranice konuşanlar sağdan sola dağıtıyormuş. kuuk thaayorre ise bambaşka bir şekilde doğudan batıya dağıtıyorlarmış.

    sonraki onyıllarda eleştiriler birbirini kovaladı. bazı araştırmalar gösterdi ki bebekler ve insan olmayan primatlar dil olmasa da nispeten düşüncenin bazı gelişmiş formlarını gerçekleştirebiliyor. demek ki dilden bağımsız bir şeyler var; sınıflandırma, akıl yürütme ve hafıza gibi. wollf ve holmes çalışmaları dilin düşünceyi temel düzeyde etkilemediği ama belirli bir düşünme şeklini arttığını iddia ettiler. chomsky ise dilin biyolojik temelli olduğunu iddia etti. bir çocuğun, en basitinden, günlük dile maruz kaldığını düşündüğümüzde, en azından bir dil öğrenmemesi mümkün değildir; tıpkı kuru bir süngerin suyu emmesi gibi.

    doksanlardan sonra dilin düşünce üzerindeki etkisine dair çalışmalar yeniden yükselişe geçti, araştırmalarda dilin insanların mekan, madde, hareket, renk, uzaysal ilişkiler, sayılar ve inanç algılarını etkilediği görüldü. mesela gramer yapıları gündelik etkiliyormuş. ingilizce, ispanyolca ve japonca konuşanlar üzerinde yapılan bir deneyde hepsine kazayla ya da kasti olarak balon patlatan, yumurta kıran ve içecekleri yere döken iki adamın videolarını izletiyorlar. sonra hafıza testi yapılıyor, kim neyi kırdı diye sorguya tutuyorlar. kasıtlı olayları hepsi aşağı yukarı aynı derecede hatırlarken kazara olanları ingilizce konuşanlar daha iyi hatırlıyor ve daha çok anlatıyor. peki neden? çünkü japonca ve ispanyolcanın gramer yapısında kazara olan şeylerde yapan kimse belirtilmiyor.

    yine ingilizce konuşanlar (biz de öyleyiz) için geleceği ileride geçmişi geride kabul ediyorlar. ama andeslerde konuşulan bir dil olan aymara'da geçmiş ileride, gelecek geridedir. (çünkü geçmişi bilinmekte, gelecekse muallaktadır, arkanı da göremezsin)

    biz bugün diyoruz ki: dil, fikirleri ve teorileri inşa eder. belki teoriler dünyaları yaratabilir ama bu dünyalar mutlak değil teoriye göre nisbidir, görecelidir.

    kaynakça:
    michael devitt and kim sterelny (1999), “worldmaking”, language and reality, 2nd ed., oxford: blackwell publishing (pp. 246-257).
    phillip wolff and kevin j. holmes (2011), “linguistic relativity”, wıres cognitive science 2/3, pp. 253-265.
    lera boroditsky (2011), “how language shapes thought: the languages we speak affect our perceptions of the world”, scientific american, 304/2, pp. 62-5.
  • bir dili konuşmaya başladığımızda o dili konuşan insanlar gibi düşünmeye başlamamızdır.

    çok önceleri sevdiğim bir hocam türkçeyi şu şekilde bu konuda örnek göstermişti: eylem halinde bulunmak bu dilin asıl üzerinde durduğu nokta. sürekli hareket eden göçebe bir yaşantının bir yansıması olarak eylemi olmayan cümle henüz tamamlanmamış, eksiltili olarak ifade edilir.

    bu konu hakkında sıkıcı bir film izlemek isteyenlere arrival adlı filmi önerebilirim.

    --- spoiler ---

    filmde uzaylıların dilini öğrenen karakter, onlar gibi geleceği görmeye başlıyor. konuşmaya başladığı dil ona bu yetkinliği kazandırıyor.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap