• immanuel wallersteinın ortaya attığı ve temelini marksizmden alan bir uluslararası ilişkiler teorisi. bu teoriye göre dünya ülkeleri core,periphery ve semi periphery olarak üç gruptan birinde yer almaktadırlar. merkezde yer alan ülkeler sanayisi gelişmiş, hammadde alan ve sanayi ürünü ihraç eden ülkelerdir. çevre ülkelerse tam tersine sanayisi gelişmemiş, hammaddesini ihraç ederek sanayi ürünleri ithal eden fakir ülkelerdir. yarı-çevre ülkeleriyse iki arada kalmış, her iki taraftan da bir kaç özellik taşıyan ülkelerdir. (bkz: türkiye)
  • immanuael wallerstein'in ortaya attigi dunya ekonomik sistemini ulus devletleri asan cevre-merkez ikiligince kurulmus bir sistemle tarif eden kuram. buna gore merkez ileri ve erken kapitalistlesmis ulkelerden olusmustur ki bu ulkeler cevredeki az gelismis ve sermaye transferine muhtac ulkelerin oz kaynaklarini kendi ekonomik cikarlari uyarinca merkeze aktarmaktadir. merkez dunya ekonomik sistemini yonetriken cevre pasif bicimde ona eklemlendirilmistir. bu kuram bagimlilik kuraminin da maruz kaldigi ulke-ici sinif iliskilerini yadsima elestirisiyle karsilasmistir. kurami turkiye ozeline uyarlayan sahis da caglar keyder'dir. ayni zamanda kuram osmanlinin son donemi incelenirken de yine caglar keyder ve huricihan islamoglu tarafindan isletilmektedir.
  • sistemi daha çok doğunun düşüşü batının yükselişidirle başlatan teori.
  • belki de en cok yanlis anlasilmis teoridir. bir kere teori değildir. wallerstein unmaking of social sciencesda bildiğimiz anlamda dünyanın sonunda (the end of the world as we know it) ve dünya sistemleri analizini açıkladığı her yerde, bunun bir teori olmadığını analiz yöntemi olduğunu söyler. zaten asıl olarak sosyal bilim teorilerine karşıdır.

    diğer sosyal bilim perspektiflerinden farklari şunlardır:

    (1) sosyal bilimleri tek bir disiplin olarak gorur: ekonomi, tarih, sosyoloji, antropoloji arasındaki yapay farklılıkları kaldırır... bu farklılıkların ikinci dünya savaşı sonrasında üretilmiş yapay farklılıklar olduğunu iddia-eder.

    (2) üç esinlenme noktası vardır: marxism, bağımlılık teorisi ve anales okulu.

    (3) inceleme birimi olarak ülkelere ya da bölgelere bakmaz ama dünya sistemini inceler. dünyadaki bütün ekonomilerin ve toplumların birbirlerine organik birşekilde bağlı olduğunu savunur, ve bu yüzden dünya-sistemindeki tarihsel değişiklikleri inceler (bağımlılık teorisini en çok eleştirdiği nokta da budur zaten).

    (4) birçok kişinin iddia ettiğinin aksine kalkınma modelleri falan üretmez. aslında ülkeler ya da bölgeler için kalkınma diye birşey olmadığını iddia eder; kalkınmanın bir mitos olduğunu savunur.

    (5) savunucuları immanuel wallerstein, giovanni arrighi, terence hopkins ve christopher chase-dunn gibi akademisyenlerdir.

    (6) heisenberg, einstein ve gödel'in yeni bilim (new science) yaklaşımlarını sosyal bilimlerde kullanır.

    bu analiz yöntemi bir teori olarak görüldüğü zamandan ve popülerleştikten sonra basitleştirilmiş ve oldukça kısıtlayıcı ve reductionist bir teori olmuştur... dünyayı merkez, yarıçevre ve çevre ekonomileri (core, semiperiphery ve periphery) şeklinde incelemesi bir varsayımın ya da inceleme yönteminin sonucu değil, ekonomik bulguların sonucudur... söylendiği gibi ulus-devleti inkar etmez... aslında devletlerin politikalarının önemini bilir, ancak devletleri inceleme birimi olarak ele almanın kısıtlayıcı olduğunu iddia eder...
  • wallerstein’in dünya sistemleri analizi başlığında yazdıklarına bakıldığında epistemolojik anlamda yapısal bir bakış açısının temelde egemen olduğunun söylenmesi gerekir. her ne kadar pozitivist, marksist duruşlara mesafeli dursa da yapısalcılığın da dışında çok farklı bir aracın kullanılmadığı yorumu yapılabilir. ama bütün bunları ötesinde yazarın isabetli yorumlar yapmasını sağlayan en önemli etkenlerden bir tanesi halen yaşıyor olup özellikle 21. yüzyılın başını görmesi olarak değerlendirilebilir. yazar, dünya sistemleri üzerine düşünürken öncelikli olarak alışılagelmiş tarih metotlarını eleştirip braudel kaynaklı bir tarih okuması yöntemi önererek işe başlamaktadır. ona göre nomotetik ve idiyografik tarihten ziyade uzay gerçekliklerinin farkında olan tarihsel sistemlerin analizinin yapılması gerekmektedir. bu anlamda felsefi zaman algısı da braudel’in yorumladığı çerçeveden ele alınmalıdır. üç tür zaman kavramı vardır. bunlardan ilki olayların tarihidir ve sıkça anlatılan tarih’i anlamlandırmaktadır. ikinci olarak konjonktürel tarih anlayışı hakimdir. wallerstein bunu çevrimsel tarih olarak adlandırmıştır ki burada mandel’in kontratief dalgalarının etkisi de görünmektedir. son olarak ise ebedi zamandan söz edilmektedir ama bunun olup olmadığına ihtiyatla bakılmalıdır çünkü bu eğer varsa ancak bilgelerin zamanı olarak belirmektedir. bütün bunlar içinde wallerstein, çevrimsel zamana özel bir önem atfetmekte ve tarihsel sistemleri bu çevrimler dolayısı ile açıklamaktadır. bu anlamda herhangi bir olayın tarihsel izahı kendi döneminin duruşu ve olaylar kronolojisi ile kesinlikle izah edilemez ve mutlaka konjonktürel analizinin yapılması gerekmektedir. bu temelde düşünüldüğünde bütün bu çevrimler sistemleri ifade etmesi açısından anlamlıdır. örneğin kapitalizm bir dünya sistemidir. 16. yüzyılda başlamıştır ve elbet bir gün –çevrimsel tarihin sonu geldiğinden- onunda sonu gelecektir. sistemleri analiz ederken uzay gerçeklikleri başlıkları altında bilimsel analize zamanı ve mekanı dahil etmesi wallerstein analizinin en önemli noktalarından bir tanesidir. çünkü kapitalizm, ona göre, hiçbir zaman her yerde aynı biçimde görünmemiştir. dolayısıyla tarihsel gerçekliklerin farkına varılması için bu tarzda bir jeopolitiğe dayanan bir analiz yönteminin de seçilmiş olması gerekmektedir. nitekim bu çerçevelerden bakıldığında da klasik marksist bakış açısında ciddi eleştiriler getirdiğini ifade etmek olanaklıdır. zira, merkez ve çevre arasındaki ilişkileri çevrimsel bir bazda ortaya koyarak kapitalist iktisadi modele bakmak yapısal bir epistemoloji çerçevesinden ortaya farklı sonuçlar çıkarmaktadır.
  • (bkz: merkez çevre)
  • immanuel wallerstein tarafından bir teori olarak değil de, bir analiz yöntemi olarak tanımlanmaktadır.1970'lerde ortaya çıkmıştır. beslendiği ve çıkışına yol açan teorik akımlar bağımlılık çalışmaları ve annales okulu'dur. 1968'in yol açtığı sarsıntı ise tetikleyici olmuştur.

    modernleşme kuramı ve marksizm'den asıl olarak analiz birimi ve tarih felsefesi alanlarında ayrılmaktadır.
  • dünya sistemi yaklaşımı tarihsel gelişmeye sistemler çerçevesinde yaklaşmaktadır. sistem, tek bir işbölümü çerçevesinde birbirine iktisadi olarak bağlanmış tek bir toplumsal birim şeklinde tanımlanmaktadır. kapitalist dünya-ekonomi yayılma dinamiğine sahip, sonsuz sermaye birikimine, maksimum artı-değer transferine dayanan, kutuplaştırıcı ve ezel-ebed değil, bitimli/sonlu yani tarihsel bir sistemdir.
    şimdiye kadar birbirini izleyen ve farklı sistemlerin oluşturduğu üç tarihsel evreden söz edilebilir: küçük, otarşik bir tek kültürel ve iktisadi yapı ve birbirinden bağımsız yapılardan müteşekkil olan mini sistemler, katı bir siyasal-askeri-bürokratik örgütlenmeye sahip tarımsal ekonomiler üzerinde yükselen dünya imparatorlukları ve kapitalist (avrupa) dünya sistemi. dünya sisteminin en önemli önermesi, ulus devleti bir çözümleme birimi olarak gören anlayışların tersine, sosyal ve ekonomik olguların araştırılmasındaki anlamlı birimin dünya sistemi olduğu savıdır. buna göre, ulus devletler dünya pazarıyla bütünleşmiş yapılar olarak anlamlı birimler oluşturmamaktadır; belirleyici olan bu birimleri bütünleştiren ve tek bir birim olarak değerlendirilmesi gereken kapitalist dünya ekonomisidir. dünya sistemi eşitsiz değişime dayanır, asimetrik, hiyerarşik bir yapı arzeder. bu hiyerarşik yapıyı açıklamak için dünya sistemi, bağımlılık okuluna [andre gunder frank (azgelişmişliğin gelişmesi), samir amin (eşitsiz ve birleşik gelişme)] merkez-çevre modeline yarı-çevre (semi-periphery) kavramını ekler.
    bu perspektifte kapitalizm mekanik ve siyaset dışı işleyen bir düzenek olarak indirgemeci biçimde tarif edilir. son dönemlerde, iktisadın rasyonalitesine, sermaye birikim sürecine içkin gerekliliklere indirgenen kültür kavramı aracılığıyla özne(l)ci monteler yapılmaya çalışılmışsa da sınıf mücadelesinin izine kuramsal olarak rastlamak zordur.

    frank ve wallerstein’e en sağlam eleştiriler robert brenner ve erken dönem ernesto laclau’dan gelmişti zamanında.
    robert brenner, “the origins of capitalist development: a critique of neo-smithian marxism”, new left review no. 104, 1977, s. 25-92
    ernesto laclau, “feudalism and capitalism in latin america”, new left review no. 67, 1971, s. 19-38
hesabın var mı? giriş yap