• düş suda
    ix
    öyle yorgun ki kentimiz
    düşlerden ve söyleşmekten
    yok duyacak kimse sesimizi

    gönderdik göndermesine, yüzümüz
    oradan da
    yok olarak geri geldi
    sesler, şarkılar..alışkanlık elbet.
    x
    yok düş kuracak vakit bile
    her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.

    söylememe gerek var mı*
  • "ve ufuk
    kurtulmuş tanrıların kucağından
    uçsuz bucaksız bir yolculuğun koynunda"*
  • bir edip cansever şiiri:

    i

    o zaman neydi, eskidi sandıktı gölü
    kapı önlerinde söyleşen kadınları
    boyasız bir sandal sazların içinde

    nasıl koyverdik sonra kendimizi
    görünce suyun dibinde
    boğulmuş beyaz kenti

    gene de
    göz açıp kapayıncaya dek gittik geldik
    üç kişiydik üçümüz de
    geçmişe uzanan üç ayrı gün gibi.
  • ii

    sevindik görünce birden
    limandaki eski tekneyi
    koştuk yokuş aşağı bir süre
    yakalanmamak için
    geceyi anlatan ishak kuşuna

    sabaha benzedik tahta iskeleye varınca
    suya
    yıkıldık. üç kere kımıldadı koy
    ödünç aldığını sandı bizi
    demirledi göğsümüze eski tekne
    suyla sabahın göğsüne

    oysa biz
    çarçabuk geri döndük geldiğimiz yere
    üç kişiydik üçümüz de
    öldük ve dirildik
    hani unutmuşuz da yolumuzu, birine
    yol sorar gibi
    demirin tırnakları kabutga kemiklerimizde.
  • iii

    adını söylediler, ölümünü ardından
    ardından hemen ölümünü
    fısıldar gibi soyadını, ilgisiz
    sokağın bitiminde sazlardan
    şapkalar ören adama

    kim ne der artık, boş hepsi
    yüzünü yüzdürüyor suda
    buruşturaraktan elindeki saz şapkayı

    her şey, ama her şey
    yüzüyle buruşan şapkanun arasında hızla.
  • iv

    konuşulmaz fırtınada, çünkü ölüm
    katar özünü fırtınaya da

    neyi bekliyoruz böyle neyi
    yendik mi yenik mi düştük yoksa
    bir ufak kuş yukarıda
    sürüyüp durur gölgemizi

    çözmüşüz nasıl olsa ipini sandallarımızın da.
  • v

    duymuyoruz dokununca duymuyoruz
    taşlara kayalara taşlara
    nasıl kanmıyorsa yüreğimiz sevince
    sevince, acılara da

    işliyor kireçli taşını yontucu
    saat kaç, vakit ne vakit şimdi
    bırakıp da elindeki keskiyi
    sırtını duvara dayayınca anlarız

    severiz çünkü ara vermeden
    anlamaya uymayan vakitleri

    ey yerle gök arası mutlu kelebentliğimiz.
  • vi

    su
    vuruyor kıyıdaki gemi leşlerine
    yalıyor sokaklarını kentin
    savuruyor öfkeyle rüzgarını
    masmavi yangınından

    bir evin bir odası yanıyor yalnız
    habersiz bütün kent bundan

    bir ruh gibi yanıyor çünkü
    giz dolu varlığından taşarak
    aydınlığın içinde
    aydınlıktan bir sarkaç gibi

    sinsi bir gülüşle görüyor o
    kayığını boyuyor bir yandan da.
  • vii

    uzatmışlar ölüsünü kumlara
    mavi yüzlü çocuğun
    unutulmayan maviden
    hiç unutulmayan

    iri bir balık asılı durur ağaçta
    dik ve bulanık

    ayrı ayrı yönlerine sonsuzluğun
    ikisi de
    eriyen kar sıcaklığında

    ve ufuk
    kurtulmuş tanrıların kucağından
    uçsuz bucaksız bir yolculuğun koynunda.
  • viii

    düşürdük gölgemizi suya
    ardından kendimizi
    sessizlik gibi sade, telaşsız
    hani var ya oldukça yavaş uzanır el ağlayana

    yüzdük bütün gün adalardan adalara
    hiçbir şey düşünmeden. yalnız
    akşama doğru bir demet mavi süsen topladık
    sunmak üzere bizi yaratan ozana

    düşüyüz mavi dudaklı büyük ozanın.
hesabın var mı? giriş yap