• eğer şimdi durursak her şey paramparça olabilir/ çünkü işin aslı şu an durursak/ düşeceğiz

    peçetenin üstüne fırçanın en ince ucuyla bir noktalık boya bıraktım. yayıldı. büyüdü. genişledi. aceleyle peçetenin kenarlarını kıvırdım. üflemeye başladım. kurudu. sigaramı yaktım. nefes... biraz daha. peçeteye dokundum. kupkuru. sigaradan aşağı dudak büken külü kenarları kıvrık peçetenin ortasına döktüm.

    işte benim felaket tablom da bu!

    hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini sandığım her an, zihnimde en büyük yeri kaplar. duygu yoğunluğundan terbiye edilmiş tüm hücrelerimi zihnime akıtırım o vakit. ve bu elime geçen en zehirli şeydir. çünkü zehir, terbiye eder. çünkü çok sevgili anneniz bile elinizi bir kez olsun kızgın sobaya değdirmenizi izleyecektir. benim zehrime gelince: belleğim. piyanonun başında duyduğu tüm sonatları katleden bir çocuğa kızan müzik öğretmeni gibi duran belleğim. geçmiş sürekli peşinden gelecek. kimsenin seni senden daha iyi tanımadığını söyleyecek önce. hangi yolda , nerede ve nasıl düşeceğini uzun uzun anlatacak sana. katlettiğin şarkılara gelince... eğer onları katletmeyi sürdürseydin, belki de çağının en yaratıcı müzisyeni sen olacaktın. her neyse... dedim ya benim en büyük zehrim belleğim. durup durup uyarıyor beni." dokunma , yanarsın" diye. dediğini dinliyorum. dokunmuyorum da yanmıyorum da. sobanın bir kışı bitirdiğini aklıma bile getirmeden odayı terk ediyorum.

    benim en güçlü zehrim: belleğim.

    eğer şimdi dokunursak her şey dağılabilir/ çünkü işin aslı şimdi dokunursak/ yakalanacağız

    - neyden korkuyorsun? yakalanmaktan mı?
    - hayır dokunacak bir şeyimizin kalmamasından.

    avcumun ortasına iki ceviz bırakıp gitmişti. kahverengi, dolgun, sert çizgili iki ceviz.görünürde pek farkları yoktu.birincisini kırıp mideme indirdikten sonra ötekini kırmaya çalıştım. daha sertti. mermerden yapılmış sarı kültablasını alıp birkaç kez daha vurdum. parmağım incindi. sorun da değildi. kırıldı sonunda.

    çürük.

    - belliydi böyle olacağı zaten. herhalde hikâyenin bu yanını çok uğraştığın şeyler bazen iyi sonuç vermez diye uydurdun.

    - hayır. bazen bazı insanlar kendilerini korumak adına öyle bir kabuk örtünüyor ki kendilerini kendi içlerinde çürütmekten başka da bir işe yaramıyor bu. ve sen de bunlardan biriysen eğer sözüm sana: buradaki bir cevizin sert kabuğunu kırmakla uğraşırken, ki içi dolu değildi, ötekilerin de ham vakti geçmiş bulundu. oysa sen bir elmayı bile elini kesmeden soyamadın.

    - çünkü yediğim elmaları soyan da var dilimleyen de.

    - o senin elman değil. ikram.

    - onun da değil ama. kim kendisine ait olan bir şeyi başkasına verir ki?

    - cevizi kırmakla vakit geçiren bir insan sahip olduğu en büyük şeyi o cevize vermiştir artık. zamanını.

    eğer şimdi konuşursak herkes duyabilir/ çünkü işin aslı şimdi konuşursak/ haykıracağız

    sabaha karşı bir vakit... yastığım başımın altından aniden çekilmiş. gördüğüm rüya yarıda kalmış.

    - bunun adı hayalkırıklığı.
    - değil. "hayal" ve "hayat" arasında ince bir çizgi var, bir daha bakarsan. birbirine çok yakın gibi dursa da ilkinde sadece hissedersin, ötekinde yaşarsın. yastığınıysa uyanman için çektim başının altından.
    - ya hiçbirini gerçekleştiremezsem dibe batarsam yani? bir iz bırakamazsam dünyada?
    - dibe batmak mı? bir taş dibe batarken yüzeyde çember halinde izler bırakır. bundan taşın haberi olmaz o ayrı.

    yatağımdan kalktım. yastığımın altında ceviz kabukları...

    (bkz: sinem sal)
hesabın var mı? giriş yap