*

  • buyuk olcude 60'larin ikinci yarisinda onemli orneklerini vermis olan cek yeni dalgasi'nin en bilinen filmlerinden biri. donemin cek filmlerinde rastlanan ideolojik tartisma kadar keskin ve kivrak bir mizah duygusuna da sahiptir. cek yeni dalgasiyla ilgilenenleri sasirtacak ve ilgilendirecek bir ornek, yapim yili bu filmle ayni olan (1966) "a report on the party and the guests" isimli jan nemec filmidir. siddetle tavsiye edilir.
  • bohumil hrabal tarafindan yazilmis mukkemmel bir kitap. savasa ve savasin getirisi olan gundelik yasamin sert kosularina masum ve cocuksu bir sekilde bakan, cek cumhuriyetinin en onemli edebi eserlerinden biri.
  • en iyi yabanci film oscarini da almis olan filmin her karesi ayri bir guzel olup, tuhaf tiplerle bezelidir.
  • neşe içinde bir trajedi.

    --- spoiler ---

    ''evinizde oturup kalsaydınız ya götünüzün üstünde...''

    --- spoiler ---
  • toplumun mevcut durumu, bürokrasi eleştirisi gibi toplumsal yanarı da alaycı şekilde ele alışı çok ustaca kotarılmış. bir savaş dönemi filminde nerdeyse hiç savaştan bahsetmeyip göstermemesi ama savaşı hissettirmesi etkileyiciydi.

    *
  • benim en sevdiğim yönetmenlerin başında gelen çek yönetmen jiri menzel'in ilk uzun metraj filmi. 1966 yılında yabancı dalda en iyi film oskarını kazanan filmimiz, çek romancı bohumil hrabal’ın metinlerinden uyarlanmıştır. çek sinemasının dahi yönetmenlerinden jiri menzelin defalarca seyrettiğim ve her defasında ayrı bir şeyi keşfettiğim filmini öneriyor ve iyi seyirler diliyorum.
    not: film hakkında kapsamlı ve uzun bir tanıtım yazısını yazan neco_z rumuzlu yazara teşekkürlerimi sunup. yazısını aktarıyorum.

    '' sıkı denetlenen trenler, kara mizahı, ayrıntıya önem atfedişi, mahcup ve şefkatli hümanizmiyle çek yeni dalgası’nın ideal bir örneği olarak çıkar karşımıza. jiri menzel’in bu ilk uzun metrajlı filmi, tıpkı önceki filmlerinin çoğunda olduğu gibi, çek romancı bohumil hrabal’ın metinlerinden uyarlamadır. senaryoyu da beraber yazan bu ikilinin ilişkisi oldukça yakın ve dostanedir: menzel, aldığı en iyi yabancı film oscarı’nı tümüyle yazara atfederken, hrabal’sa filmi, kendi orijinal metninden daha çok sevdiğini söyler.

    utangaç, hassas genç bir delikanlının duygusal eğitiminin anlatıldığı hikâyenin ana damarını trenler oluşturur. milo (iri gözleri, meraklı bakışlarıyla buster keaton’ı anımsatan vaclav neckar’ın canlandırdığı karakter) "tek bir yerde durmasını sağlayan ve ağır işlerden uzak tutan" yeni üniformasından, istasyon bekçiliği işinden gurur duyar. ancak tatlı bir biletçi kıza tutkuyla âşık milo, kendisini ona yaklaşmaktan alıkoyan çekingenliğinden ötürü umutsuzluk içindedir. rol-modeli, alaycı ve uslanmaz kadın delisi hubi-ka’ysa (josef somr), vaktini çaktırmadan kuralları delmeye ve karşısına çıkan her dişi yaratığı avlamaya ayırır.

    şimdilerde aldatıcı bir biçimde işleniyor olsa da bu tema, hikâye, 2. dünya savaşı’nın son yıllarında durgun bir tren istasyonunda geçiyor olmasaydı, pek de ilginç olmazdı. kaç yıldır devam ettiği halde önceleri pek de umursanmayan savaş, kademe kademe her şeye gölge etmeye, milo’nun hikâyesine de trajedi ve karmaşıklık katmaya başlar. o güne kadar çek sinemasınca işgal kuvvetlerine karşı kahramanca bir mücadele olarak çözümlenen bu dönem, filmde dolaylı ve ironik bir açıdan ele alınır. "çoğu film, bilinçli bilinçsiz, savaşı çekici kılar," diyen menzel’in amacı abartılı savaş mitini yapıçözüme uğratmaktır. trenlerin kahramanlıklarla ilgisi yoktur: hubi-ka’nın asıl derdi direniş mücadelesine katkı vermek filan değil, cinsel arzularını tatmin etmekken, milo’ysa tesadüfen oradadır. ayrıca kimse de şeytanlaştırılmamıştır filmde: evinden uzak kalmış, zihnen kayıp bir grup alman askerinin yaptığı iş, faşist köpeklere destek vermek değil, bir tren dolusu güzel hemşireyi bakışlarıyla kesmektir. çek nazi işbirlikçisi counselor zednicek’se (vlastimil brodsly), cani bir yaratıktan ziyade, kendisine eşlik eden alaycı, wagner gösterişçiliğini tiye alan müziğiyle, bir budaladan başka bir şey değildir. çekoslovakya üzerindeki sovyet hakimiyetine çok ciddi yer verilmiş değildir gerçi ama, o dönemde filmi izleyen yerli sinemaseverlerin böyle bir çıkarsama yapmış olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

    itaatsizlik göstergesi gülümsemesi ve saygısızlık belirtisi sessizliğiyle çek zekâsını kendisinde cisimleştiren iyi asker svejk karakterinin etkisi, asla, wehrmacht’ın sınırlardan geri çekilişimi zafer göstergesi parlak bir taktik ürünü olarak yorumlayan zednicek’e, istasyon personelinin ifadesiz suratlarla karşılık vermesi kadar şiddetli değildir. aynen hasek’in klasik romanı gibi sıkı denetlenen trenler de güldürü, trajedi ve maskaralığı erotizmle taşlamayı; doğallıkla absürdlüğü hayli nefret uyandırıcı bir tuhaflıkla, büyüleyici bir biçimde birbirine karıştırır. hrabal sağ olsun; menzel, romanın trajik sonunu yumuşatmaya yeltenememiştir. | g
  • dilimize zeyyat selimoğlu gibi önemli bir yazar tarafından "sıkı kontrol edilen trenler" olarak çevrilen kitap.
  • çek yeni dalgası denilen akımın ilk meşhur filmlerinden biridir...

    ikinci cihan harbi sırasında alman işgali altındaki çekoslavakya’da, bir tren istasyonunda görevli hareket memurunun yaşamına odaklanılan filmde, yalnız nazi almanya'sı mizahi ve kıvrak bir dille eleştirilmekle yetinilmez, bir de bu eleştiri, kusursuz bir sinematografiyle yapılır...

    zaten filmin asıl başarısı da buradadır: fikirle estetiğin birleşmesinde, yani "hakiki sanat"ın icra edilebilmiş olunmasında...

    son olarak, filmden bir cümle: "kadın, doğanın cevheridir...".
  • ailesinin kendisinden büyük üç kuşak erkeklerinin tembelliğiyle şu sözü sevmesem de merdi kıpti şecaat arzederken sirkatin söylerdeyişine gönderme yaparcasına övünen yeni yetme milos'un ikinci dünya savaşı arka planında, tren garındaki yeni işinde cinsellikle çekingen, kendine güvensiz ve başarısız tanışmasını takip ediyoruz.

    trenle "kaçırıldığı" sahne, istasyon müdürünün "olgun" eşiyle konuştuğu sahne gibi komik sahneler bir yana bir şekilde rahatsız etmeyen neredeyse karikatürize hubicka gibi zednicek gibi karakterlerleri de başarılı. yalnız filmle ilgili en beğendiğim şey sanırım çıplaklık olmadan neredeyse kokusu gelen* cinselliği, çatışma olmadan savaşı, komik olmadan mizahı aktrabilmesi.

    bayılmadım ama bir şeyler kesinlikle var.*
hesabın var mı? giriş yap