• budalaca davranmak.budalaca nasıl davranılır,budala nedir,ne değildir :(bkz: budala)
  • sonsuz olan iki şeyden biri..biri evren diğeri budalalık..
    aslında evren konusunda pek emin değilim.
  • yaptığınızı, bir başka budalanın, bunları sizden beklediğini düşündüğünüz için yapıyorsanız, onun sizden bunları beklemesi de, sizin onun bunları beklediğini umduğunuzu sandığından ileri geliyorsa, herkes istemediği bir şeyi yapıyor demektir. o zaman ortaya budalaca bir durum çıkar.

    // bernard shaw
  • baskalarının istediği gibi yaşamak diye bir başlik var. oraya yaziyormuş gibi hissederek buraya yaziyorum, oradaki budalaliğa da seslenmek için. nihayetinde ayni kapiya çikiyor gibi gelebiliyor bana bunlar bazi bazi. bu tuhaf. yani yollarin birleşip ayni kapiya çikmasi tuhaf ama tersinin, yani kapilarin birleşip aynı yollara açılmasindaki esrarin düşünülmemesi daha tuhaf. yol giden kapi duran bir şey halbuki. kapilar daha şaşirtici.
    neyse, baskalarinin istediği gibi yaşamak da budalalık köklerinden çıkan öyle wikipedia ağacından yapilmiş yekpare bir maun kapidir, bu sözlükte öyle bir dallanma gerzekliği yok, ama imgenin turşusunu kuran duyguhisarlilar burada kapiya kafalarini yaslayip ağlayabilir ve kapiyla ilgilenebilirler. nihayetinde herkes kendi budalaliğindan ve utancindan sorumludur. ama bu sorumluluk masum olduğunuz anlamina gelmez. sevgili budala, budalalik masum değildir. budalaliğin da tipki utanç gibi kolektif bir durum olmasi budalaya masumiyet kazandirmaz. eve budalalik baskalariyla birlikte yaşanir. sizi budala durumuna düşürüyorsam bu benim budalaliğimdir. bu yüzden utaniyorsam sizin budalaliğiniz yüzündendir. ve o yüzden siz utaniyorsaniz utanmaniza yolaçtiğim içindir. budalalik da utanmak da böyledir. ben içtiğim zaman piyano da sarhoş olabilir, piano has been drinking olabilir, nihayetinde amy winhouse seviyorsam o da tanısa beni seveceği içindir. bu budalaliktir ama insan sevildiği için seviyor olabilir. kendisini iyi hissetmek için. şimdi hatirlayamadiğim bir romanda geçtiği gibi "budala da olsaniz kendinizi iyi hissetmeniz için elimden geleni yapabilecek kadar budalayim. böyle yetiştirildim..."
    budalalik böyledir...
  • aslinda başkalarinin istediği gibi yaşamanin da, budalalılığın da biraz daha karisik bir versiyonu var. aslinda karisik değil, ama ben karisik gibi gösteriyorum kafaniz karisin diye ve zaten araya da bir araba laf kariştiriyorum ve kariştiracağım. nasil bu karisiklik? şöyle: başkalarinin istediği gibi yaşamak gibi, başkalarinin düşündüğü gibi düşünmek diye de bir mesele var. yani baskalarinin düşündüğü gibi düşününce, o düşünmeye göre, öyle yaşiyorsun. anlamadim, wakarimasen?, daha nasi yani dersen, o da şöyle: nasil düşündüğünüze ve hatta nasil yaşadiğiniza da baskalari karar veriyor yani. o nasil oluyor? işte bir takim işaret levhalarina, yol işaret ve işaretçileri size gösterilip nasil düşünmeniz gerektiği anlatiliyor çevrenizde. nasil düşüneceğine ve ne hissedeceğine dair baskalari bu işaretler vasıtasıyla size haber yolluyor. siz bunlari genelde görür gibi olup da görmüyorsunuz, ama seziyorsunuz. bildim, gündelik yanliş hayat bilinci, althusserci anlamda ideoloji bu! diyebilirsiniz. ben de size bi siktir git derim, bosverin o düşünmeleri. althusser’in zaten çok bir halt anlatmadiğini, anlattiklarindan da sizin bir bok anlamadiğinizi hepimiz biliyoruz. şu kadarini düşünün yeter ki bazen sezmek bilmekten daha güçlü bir duygu olabilir, oraya geçin. yani karanlıkta kaldığınız zamanlarda aklin kategorilerinin, deneyimin kategorilerinin çanina ot tikadiğini bilmeniz için kafasi karisik bir fransiz filozofu olmaniz ya da 17. yüzyilda königsberg'de yaşayan kafasi ışıl ışıl ama kristal katiliğinda, her sabah ayni saatte kalkip her öğlen ayni saatte yürüyüşe çikan bir adam olmaniz gerekmez. traş suyunuzun sicakliği konusunda çok hassas olabilirsiniz, neyi sevdiğinizden emin olabilirsiniz ama bu bazi konularda bir budala olmanizi da engellemez. ama sezmek ve bilmek arasindaki meseleyi umursamiyorsaniz, zaten kendi deneyiminizin hayatin kendisi olduğunu zanneden kendisiyle sarhoş bir budala olarak yeşil başli gövel ördek halinde uçuşursunuz çevrede. sen gel, sen git, sen kal, sen siktirol, seni seviyorum, seni sevmiyorum, seni hak ediyorum, sen beni hak etmiyorsun, ben bunu biliyorum, bunu böyle yaşadim, bunu bana nasil yaparsin baslikli düsünmeler içinde sazliklardan havalanirsiniz. budalalik budalaliğini tanir ve bazen özgüvene yatirir. ama yine de karanlik çağlarda bunu hatirlamanizi ve ne kadar ördek olursaniz olun içinizdeki ödlek avciyla barişik olmanizi dilerim. budalaliğin bu özgüvenle kabartilmiş, özgüvene yatirilmiş hali güzeldir çünkü. özgüven budalaliği hafifletir, ve sesi yetmediği yerde 7 yasinda kiz çocuğu gibi vokalistlerine bakan bir amy winhouse samimiyeti verir bazi insanlara. ama unutmayin bazi insanlara. ve ben onlari severim. gördükçe sessizce içimden severim. konusurken yüz ifadesi güler gibi olan yere bakan adamin önde gideni olmanin bir diğer karinesi bu da. hem zaten unutmayin "bazi insanlara" dedim.

    “ne dediği anlasilamayan orospu çocuklari” adina yazdim. iyi niyetle budalaca gülümsemeye devam ederiz onlara amy, ben, dedem, gofret ve zeki alasya.
  • budalalik üzerine düşünmeye girerken, şimdi burada sahnede sarki söylerken kafasina votka kola bardağını diken, ama o anda bile bütün sahneye ve seyircilere hakim bir amy winehouse düşün şimdi. hiçbir şeyi kiçindan anlamadan içinde yüzdüğü suya hakim olabilen bir amy. o ihtiyaci duymadan vodkaya olduğu kadar kendine de baskalarina da hakim olabilme becerisini düşünün. sezmenin bir baska türü budur. işaret levhasina gerek duymadan bir sezmektir. umursamazlik ve kayitsizlikla karistirilir çoğunlukla. rastlamiş olmayabilirsiniz buna çünkü nadir bulunur, ama yine de düşün. ama kendinin de bunu becerdiğini, böyle biri olduğunu zannetme, budala olma. bazen 26 yasinda kadinlarda bazen 63 yaşinda adamlarda görünür. aradaki yaşlarda daha nadir görünür. i love you beybi diye sahneye bağırana, love you moreee diye seslenecek bir rahatlikla birlikte gelir. baskasiyla kavga ederken insanin kendisiyle barişik olmasi gerekir vaziyetini bilen, barisik olan ama barisikliği da umursamayan bir rahatlik yani. alçalmayan, aşağıda durmayan, ona izin vermeyen bir göz bagi. gözbağının öbür anlamiyla da birlikte gelir. o olmayinca zaten taklide varir iş, zifte bata çika yaşarken, budalaliğinin da farkina varamaz göz. olduğu zaman zaten als das kind kind war machte kein gesicht beim fotografieren be annem... o rahatliğa gelmeyi umuyorum 26 yaşina gelince, 63’ü geçince. hatta herkesin o rahatliğa varmasini umuyorum. çok yakida bir yerlerde, görüyorum, bir yerde var hissediyorum.
    sucularin hiç durmayan çingiraklarinin ordan devam edeyim.

    suculardan dönerken, insan kendisini ve davranişlarini ve hatta düşüncelerini bu kadar çevreye göre kurguluyorsa bu kişiliksizlik ve basitçe budalalıktır meselesine girin. hakli olabilirsiniz, ama bu kadar basit gerçekler üzerine yorum yapacak kadar budala olmayin. budalalik çevresini ve çevresi içinde kendisini görmez. en doğru gördüğü şeyin, en çiplak gerçek olduğuna inandiği şeyin ne kadar aptalca, ne kadar budalaca olduğunu da fark etmez. budalalik özünde bir görme kaybidir. bunu sık sık hatirlayin. hatirlamazsaniz soytarilardan sözederken soytariya dönüşürsünüz. bunu hiç unutmayan bernird şav denilen budalalik üzerine budalaca fikirler üretmenin önde koşarak bayrak tutani olan bir adam bile, budalalik yaptiğiniz zamanlarda bunu bir başka budalanin bu davranişi sizden beklediğini düşündüğünüz için yaptiğinizi söylerken haklidir. yukarida yaziyor, onu da unutmayin. dahasi budalanizin sizden budalalik beklemesi de, sizin onun bunlari beklediğini umduğunuzu sandiğindan ötürüyse bunun zaten şahane bir durum olduğunu görebilecek kadar sağduyu sahibidir. siz göremiyorsaniz sadece bunlar biraz karışık olduğu için değildir, ayni zamanda bir budala olabilirsiniz. ama hayat hep böyle bir karişiklik içinde budalalik üretir, şaşirmayin, şaşirinca da ben ne ariyorum burada da demeyin. budala nerede olduğunu ne söylediğini ne yaptiğini da görmez. budalalik bir tür felçtir. denizi görebilmesi için denizin ona gelmesi gerekir. o yüzden denizin kafasinda olduğunu zanneder. o denizi nasil anliyorsa deniz öyledir, üçüncü katta 16 numarali odada çalişir, umumhanemizin gülüdür...
  • budalalik hemen her zaman kolektif bir eylem ve durum olarak gelişir başta söyledik onu. nihayetinde ördekler yalniz yaşamazlar ve insanlar da genellikle ilişkileri içinde bir budala olurlar. bu aslinda bir yerde budalaliği normalleştirir, sıradanlaştirir. dostoyevskinin mişkini sadece kitapta yaşamaz ve budalalik çok yakınınıza gelir de fark edilmez. ortaya çikan budalaca duruma bakip benimle ilgisi yok diyerek karninizi kaşiyabilirsiniz. fakat genellikle yanilirsiniz. budalaliğin kurgusal, beklentiye dayali, beklentinin beklentisi üzerinden oluşmuş soyut bir durum olarak "sizden bağımsız" olarak geliştiğini düşünürseniz bernard’ı hakli çikarirsiniz. unutmayin budalaca olan beklentinin beklentisini yorumlama ve ona göre davranma işi size aittir. evet, budalaliğin hemen her zaman kolektif olarak üretildiğini ama bireysel olarak yaşandiğini, sizin budalaliklariniza bakan diğer budalanin, budalaliğiniz üzerine keyiften altina kaçiracak kadar kendini kaybeden biri olmasinin önemsiz olduğunu söylüyorum. onu umursamayin evet, ama birileri sizi budalaliğiniz yüzünden yere yatirip üzerinize işemeye çaliştiği zaman onlarin budalaliğina dalip kendi budalaliğinizi da gözden kaçirmayin diyorum. gözden kaçirmamayi öğrendiği zaman budala budalaliğindan kurtulmaya başlar. çünkü budalalik sosyal ilişkiler içinde doğsa da özünde bir görme kaybi olarak ilişkiye kapalidir. budala sosyal ilişkileri içinde kendisiyle meşgul olduğu ölçüde budalaliği büyür.
    evet, ilk çağlardan bu yana her zaman budalalarin üzerine işenir bu bir gerçektir, ama unutmayin budala olduğum için şimdi adini bile hatirlamadiğim bir klasik ingiliz şairinin dediği gibi, insanin kişiliğini en çok davranişlari ele verir ve budala davranişlariyla budaladir, düşündükleri ve düşünmedikleriyle değil. bayiliyorum bu 16. yüzyil ingiliz şairlerinin atasözü gibi budalaca şiir yazma hallerine ama çok da haksiz değil. üriner, genital ve mental sistemlerin davranışlarla ilgisi olabilir onu unutamayiz ama her ne olursa olsun budalaliğın teşhisi için davranişlar tek makul işaret levhalaridir. nasildi o reader’daki hikaye. hah, hissettiklerinin önemi yok, yaptıkların önemlidir. onun gibi budalalik da bir düşünme ve hissetme şekli değil, davranma şeklidir ve neden böyle düşünüyorsun değil, neden böyle davraniyorsun diye sorduğunuz her budala, çünkü ben böyleyimden öteye bir yanit veremez.
    budalalik, budala kişilikler üretir. başkalari gibi yaşama hali, başkalari gibi düşünme ve başkaları gibi davranma süreci olarak yaşandikça budalalik antibiyotikle de alkolle de, kadinla da erkekle, random seks halleriyle de, random kavgayla da, kapiyi çalip duran nihilist hezeyanlarla da tedavi edilemez hale gelir. budalalik sanildiğinin tersine bir uyumsuzluk değil, mükemmel bir uyum arayişidir. budala budalaliği içinde çevresini de budala haline getirir. çünkü budalalik sevilme, onaylanma ve beğenilme arzusuyla yaşar. bu gerçekleşmediğinde uyumsuzluk doğar ve budalalik saldirganlaşir.
    ama zaten başkalarinin istediği gibi yaşamak, başkalarinin düşündüğü gibi yaşamak budalalarin bile görebileceği gibi uyum değil uyumsuzluk üretir. çünkü sanal gerzeklik gibi, budalalik da çoğunlukla beğenmediği şeyi kendisini “farklı kılan” bir araç olarak kullanir. bu farklı kilmanin yolu ise beğenmediği ve sevmediği şeye karşi saldirgan olmaktir. saldirganliğinin beğenilmesini bekler. baska çaresi yoktur. beğenilmek için kendisinden ve davranişlarindan baska bir şeyi yoktur. hissettiği gibi davranamaz, davrandiği gibi hissetmeye çalisir. kendini dişari çikaramaz. budalanin kendi dişindakileri beğenmemekten başka seçeneği de yoktur. budala beğendiğini anlayamaz, beğendiğini söylediği şeyin zaten hayatinda karşiliği yoktur. beğenmedikleri üzerinden negatif birkişilik kurar ve sevmediğini beğenmediğini söylerken bile budalaliğini altina kaçirir. bu nedenle beğendiği şeyi begenmedikleri araciliğiyla kirletir. budala kişilik, bunu sevmiyorum ve üzerine işiyorum ve üzerine işediğim şeyi sevmem ve işeyebiliyorsam sevmiyorumdur derken seviyorsam işememeliyim, üzerine işemiyorsam sevmeliyim halleriyle yaşar. sevmek, sevmemek, işemek ve işyememek arasindaki ilişki disinda bir ilişkiye kapalidir. shogun’da anjinsan’in ne kadar budala olduğunu fark etmeden, içine düştüğü ortamdaki her insani ve her davranişi yerli yersiz her şeyi kendi bakiş açisindan “anladiklari” ve “anlamadiklari” olarak sınıflandirmasi gibidir budalanin hali. hayati sevdikleri ve sevmedikleri olarak ayiran budalayla, içine düstüğü alemi anladiklari ve anlamadiklari olarak sınıflayan anjinsan arasinda fark yoktur.
    kimsenin doğru dürüst bir şey bilmediğine, hissetmediğine içten içe inanir budala. sevmek ve sevmemek insanin budalaliğini temize çekmesine yarayan kullanişli birer japon icatlaridir budala için. çünkü sevmek ve sevmemek, anlamak ve anlamamak sularinda yaşamak, yaşamanin en rahat yolunu ve kapilarini açar budalaliğa. çünkü budalaliği kendisiyle karşı karşıya gelmekten korur ve hayati bir gezi parki olarak görmesini kolaylaştirir. budalalik gezindiği parkta, anlasilmak, sevilmek ve kabul edilmek ister. bu yüzden budalalik sadece onaylanacağı parklara ve ibadethanelere gider. ve yine bu yüzden budalalik püritendir.

    ancak tam anlamiyla ve her bakimdan mutsuz olduğunda kendini mutlu hisseden püritenler gibi, budalalik da tam anlamiyla budala olduğu zaman mutlu olabilir. budalalarin da püritenlerin de püritenlikteki ve budalaliktaki ısrar nedeni, başkalarinin neden kendileri gibi düşünmediğini anlayamamalaridir. bir püriten ya da budala neden herkesin kendi gibi düşünmediğine şaşirir, hayret eder, bu hayret büyür, agresyon olur, sirayet eder, kin olur, öfke olur, nefret olur, sonunda, en sonuda kendi hakliliğina dair bir "kutsiyet talebi"ne varır. püriten ve budala kendi kininin, nefretinin, anlaşilamama halinin, kısacası alçakliğinin ve bencilliğinin kutsanmasını masumca, samimiyetle bekler. onu kutsayacak bir cizvit, o da bulunamazsa kendini ayricalikli zanneden bir meczup her zaman vardir. etraftaki en havai haller içinde, en özgür yaşamaklar içinde olup da en bencil duygulara gömülenlerin zamanla evli iki çocuk babasi ya da annesi birer püriten haline gelmesindeki esrar da buralarda bir yerdedir. budalalik da püritenlik de sadece ve sadece kendine bakarak, çevreyi ve diğer insanlari tanimaya, anlamaya, sınıflandirmaya çalişirken mutsuzluğunun kanitlarini bulur. işte o yüzden bütün budalalar aslinda püritendir ve bütün püritenler budaladir.

    budalayi, elinde çiçek tutarken arkasindan bir köpeğin havladiği tarotun ilk karti budala'yi ve bektaşi abdallari olan budalalari bir yana ayirin, çünkü onlarin bilmeme, görmeme ve anlamamaya yönelik bilinçli tercihinde zaten anlayamayacaklarinin sessiz kabulü ve mütevaziliğiyle, kedinin yürüyüşündeki tedirginlik vardir. gerçek budalalik ise nerden çiktiğini bilmediği ve anlamadiği halde sudaki kana gelen köpekbaliğinin yüzüşü gibidir, her yerde kendini temize çekmenin firsatini görür. dikkat edin ona.
  • şu hayatta saçmalamak konusunda eline su dökecek birilerinin olmadığına inandiğim tanıdıklarim var. aralarinda sevdiklerim, sevmediklerim, görüştüklerim, görüşmediklerim var. kendini çok önemseyeni var, kendine hiç takılmadan yaşayıp gideni var. çok aykırı sandikları basmakalip düşünceleri sürekli tekrar ederek akıllı, farklı, hatta uyanık görünmek için yanip tutuşanları da, bouvard ve pecuchet gibi oldum, ne güzel oldum, bu kafa bana iyi geldi, oldum ben diye işi şakaya vurani var. bilinçli budalası var yani budalalığının farkında olmayani da var. oralardan gidip geliyorum bu basliğa.
    aslinda bu budalalik mevzusunun girişinde, merdivenlerin bittiği yerde "sonunu düşünen kahraman olamaz" yazan bir kapi var. onun yaninda da "saçmalamak" var.
    çoğu insan için "içinden geldiği gibi, nasil hissediyorsan öyle davranmak" türünden genellikle samimiyet ve içtenlik gibi pürü pak zannedilen, ama öyle olmadığını köpek gibi bildiğiniz, sularla yıkanarak aklanıp paklanan bir eylemdir bu saçmalamak. budalalıkla komşu olması da biraz bu yüzdendir. içiniz yeterince saçmalik dolmuşsa ve dışınız zaten saçmaliklarin yüzdüğü bir deniz gibiyse, kendi dişinizdaki saçmaliklari düzeltecek haliniz, mecaliniz, tavriniz, meyliniz, eğitiminiz, kisacası görüş mesafeniz yok gibiyse saçmalamamak için de bir nedeniniz yok gibidir o yüzden. (bu, bir parantez açilacak kadar mühim, kayitlara geçsin, yaz kizim: insanin kendisine de başkalarına da bir görüş mesafesinden bakabilmesi mühim. yani hayatta işte böyle bir görüş algisi geliştirmesi mühim. evet, itiraz ediyorsun, birine görüş mesafesini kaybedecek kadar yaklaşmiş olabilirsin ve buna genelde aşk diyoruz ama o zaman güher-i gayb i hüviyetidir hep, gavvas-i hired behrever-i gayb olmaz zaten. şeyh galibi boşver şimdi artistik gibi durdu bu kizim ama yani akil, bilmek, anlamak falan sözkonusu olmaz o zaman diyor türkçesi. bir tür özel görme ve görünme hali, içerden mesafesiz, kör uçuş görmesi o. hata yaparsan ölürsünüz. ölürseniz ölürsünüz)
    ha evet. yani saçmalamak da budalalik gibi bu sonunu düşünme bahsinde. yani görüş mesafesi sıfırken, "sonunu düşünmeden", hatta pek düşünmeden, hatta hatta hiç düşünmeden saçmalarız. o da bir tür görme kaybidir. "çevreye verdiğiniz zarar"a falan takilmadan, hatta çevre de neymiş, ben kendimi bulurum, kendime kararim diyerek içinizden geldiği gibi, bütün bir hayat hikayenizin size kazıdığı içgüdülerden, sadece bu güdülerden hareketle yaptığınız şeyler genelde saçmalamak olarak nitelenir ve saçmalama hallerinin büyük bir bölümü de gerçekten bunlardir. yani o an, o durumda, o masaya otururken ya da o son kadehten sonra, o kadehten önce, o sigaradan sonra, o gülüşün ardindan, o telefonu açarken, o telefonu açmazken, o mesaji atarken ya da atmazken, o maili yazarken ya da yazmazken, o konuşmayi yaparken ya da konusmaniz gereken yerde susarken, o bakişi atarken ya da atmazken saçmalarsınız. bir tür içgüdüye teslim olma hali, kişinin kendi tanimlarina, insanin içinde yaygin olan, hafizaniza el atip kolaylikla çikarabildiğiniz düşüncelere ve duygu ve duygulanim taklitlerine bel bağlamak, onlarla yetinmektir saçmalamak. budalalik nasil yerleşik ve harcialem kalıplara sıkı sıkı sarılıp sürekli bunlari tekrar etmenin elinde oyuncak olursa ve bunlari "çok orjinal ben buldum" halleriyle ortaliğa dökmenin adiysa, saçmalamak da insanin kendi yerleşik algilarini ve kaliplarini tekrar etmesi, onlara sarilmasi, onlarla yaşamasidir. o yüzden saçmalayanlar arasindaki budala orani sandiğimizdan daha yüksektir ve yine o yüzden belki dişardan "değişik bir hayat" gibi görünse de budalalarin da saçmalayanlarin da hayatları atipik, orijinal, farkli değildir. hep ayni duygularin ve izlenimlerin birbirini tekrar ettiği, sürekli ayni ayakizlerine bastiği hayatlar ve insanlar arasinda geçen hikayeler yaratir. baska baska sekillerde hikaye edilmesi de galiba biraz bundandir.
  • geçen baudelaire ve paris sıkıntısı, budala falan dedim oradan yine aklima geldi, bu kadar budalalık demişiz bir kere moliere dememişiz ona üzüldüm. neden dersen, moliere'den bu yana üç yüzyıldan fazla zaman geçti budalalık hala aynı budalalık çünkü. biz de molier'e tutunalim bari. riyakarlik, yalancılık, sahtekarlık, açgözlülük ve yalancılığın türlü halleri moliere'in etrafta koşuşturan neşemli çocukları, ama bunlar arasında sanıyorum en çok sadece gülünç hale değil, aynı zamanda düşünülebilir bir hale de getirdiği budalalığı severdi ve bu nedenle budalalık meselesini biraz da moliere'e borçluyuz.

    budalalılığı tanrı adına ödenen bir bedel olarak gören, saflık ve temizlikle olumlayarak nesnelleştiren, bir abdal olarak kutsayan ve "budala'nın özünde iyi kalpliliği"nden dem vuran dostoyevski'nin, kendini akilli sayan budalaları akılla dövmenin beyhudeliğine inanan voltaire'in, içindeki boşluğu budalalıkla dolduran sartre'in roquentin'inin, bilgi'ye salt bilgi olarak tapınan flaubert'in bouvar ve pechuhetinin vs. üzerinden atlarsak budalalık moliere'in çocuğu. hayatını oluşturan insanları, duyguları ve ilişkileri kesilip biçilecek, kimi yönleri atılacak, kalanları da üstüne uydurulacak bir elbise gibi görecek kadar sığ, bencil ve anlık bir duygusal dünya içinde yaşayan, beylik bilgi ve deneyimlere itaat eden budala'yi molier yarattı. onun en komik hikayeleri, oyunları, gördüğüne inanan ve gördüğü şeyden ötesine bakamayan kahramanları, tartuffe'de, les femmes savantes'te, kibarlık budalasında oynaşır. budalalılığın, akıl donukluğunun insanların toplumsal ilişkileri içinde doğduğunu gösterir, dişardan bakan biri için komik olduğu ölçüde öfke uyandıran, acınası olduğu için de bir tür şefkat doğuran budalalığı bize armağan ettiği için molier'in şahsinda kendini akıllı varsayan bütün budalaları kutlar, bizi budalalıkla yüzyüze, içli dışlı ve yüzgöz hale getirdiği için internete, amerikan ordusuna, microsoft'a, basın ilan kurumuna, çeşitli eşe dosta hısım akrabaya teşekkür ederiz. saygı duruşu, istiklal marşı.
  • bugün akbank sanat'taki söyleşide ali akay'a gelen soru üzerine yaptığı tanım: "budalalar, anlamın içindeki anlamsızlığı, edebî olarak ele alan kavramsal kişiliklerdir. gramatik kurallarla oynar, ama tüm söyledikleri boşluktadır aslında. kelime oyunları ile gerçeği dolaylandırır. nihilist değildirler, nihilizme yol açmazlar. budalalar, sadece dostoyevski karakteri değillerdir. anlamı saptıran bi gerçekliğe çekerek; kendince, aslolandan ve hayatından farklı bir anlam çıkarmaya çalışan kişilerdir."
hesabın var mı? giriş yap