• 2002 yılında piyasa sürülmüş bir kenji siratori kitabı. japanese cyberpunk klasiği deniyor. alışılageldik bir anlatı değil. ne olduğu da belli değil zaten pek.

    anlatının içinde bir anlam var mı? blood electric’ten parçalar okurken sürekli aklıma gelen düşünce. ingilizcem yeterince iyi değil mi? gerçekten bir şey anlatmaya çalışıyor da ben mi olay örgüsünü takip edemiyorum? belki programlama dili, ya da kodlara asla aşina olmadığım için bir şeyleri kaçırıyorumdur? aslında siratori’nin yaptığı, tam da bu alışageldiğimiz “anlama” meselesine dokunuyor. kitap bir yapay zekanın dünyaya -ya da bilince- geliş hikayesini onun zihninden anlatıyor-muş. daha önce bir yapay zekayla karşılaştın mı? muhtemelen hayır. daha önce dünyaya bir yapay zekanın zihninin içinden baktın mı? hayır. peki daha önce bir yapay zekanın bilince geliş anına kendi içinden tanık oldun mu? hayır. o zaman kitabın üstlendiği görevin sana anlam ifade etmesini neden bekliyorsun? sanki sonsuzca akan kodların arasında bir anlığına uyanan bilinç, anlam kırıntıları, sonra yeniden karanlığa gömülüp sadece kod olarak varlığına devam etmesi ve ardından yeniden gözünü açması… gibi. sanki bir sürü manasız rüyanın ortasındasın, bir anlığına haaa diyosun, sonra uykunun sıcak kollarında farkında olmaksızın kayboluyorsun ve yeniden ve yeniden, ta ki uyanana kadar. bu türden şeyler hissettiriyor bana. tabi deneyim sahibi bir insan değil bir yapay zeka. o yüzden hala da ne kadar anlayabilirim?

    posthümanizm ve new materyalizm konularında ortaya konulmuş başarılı bir sanat eseri olarak yorumluyorum ben bu türden bir anlatıyı. normal bir roman değil; yani derdi senin dilinden konuşup ruhuna defalarca ulaşılmış yoldan gitmek değil. bize tamamen kapalı bir dünyanın resmi. anlam dünyamızın dışında da bir varlık alanı var; herhalde bize kapalı olduğu için bizim aracısız, yani kendisi gibi haliyle anlama imkanımız yok orayı. eğer yapay zekayla ya da bir başka şeyle iletişim kuracaksak günün birinde, bunu evet, ortak bir dil aracılığıyla yapmak zorundayız. ama sanatın amacı her zaman şeyleri apaçık ortaya sermek; ya da sorun çözmek değil. şeylere dair şöyle bir izlenim vermesi; ya da oldukları hallerini bulanıklaştırarak başkalaştırması da pekala yaptığı şeyler. anlamın olmadığı, daha doğrusu bize anlam ifade etmeyen bu gibi örnekler sayesinde yabancı bir “şeyin” olası bir tezahürünü izleme imkanı buluyoruz.

    peki bunun amacı ne? öyle değil mi yani? ne katacak ki bu bana? sayfalarca anlamsız kelime yığınlarını okumaya niçin zaman harcayayım? yazar oturduğu yerden gülüyor olabilir mi saflığıma? önemli değil, yazar da kimmiş zaten.** benim için bunların cevabı ruhumda uyandırdığı hisler, garip imgeler, ruh halleri, ve beni şöyle bir soktuğu dünya. hayatı hep aynı filtrelerle yaşamıyorum, okuduğum kitap, gökyüzünün rengi, dinlediğim müzik varlığımın etrafına bir tür atmosfer örüyor adeta, ve dünya her gün farklı bir biçimde görünüyor böylece. sanattan aldığım keyif böyle bir şey; dünyanın bana gelişini değiştiriyor. anlamak, çözmek istemiyorum, yeni olanla karşılaşmamın heyecanı yetiyor. ve siratori de tam da bu alandan ruhuma dokunuyor; olasılık imkanını bilmediğim bir varoluşun kapısından içeri şöyle bir göz atmamı sağlayarak.

    şöyle işlerinin eşliğinde okuyunuz.
hesabın var mı? giriş yap