• içinde "daima sait & faik'lerin abası yanar" gibi inceler incesi bir cümle barındıran bir retro inferno şarkısıdır.
  • aslına bakarsanız hristiyan dünyasında noel etkisi oldukça büyüktür ancak bizlere meşhur ‘’noel ruhu’’ aralık ayında yoğun bir şekilde hissedilirmiş gibi gelir. fakat ekim ayından itibaren noel heyecanı hristiyan dünyasını sarar ve ocak ayına kadar bu heyecanın etkisi devam eder. aslında hepimiz noel’i olmasa da yeni bir yılın gelişini farklı şekillerde kutlarız. fakat hristiyan dünyasında noel’in sembolü haline gelmiş nesneler ve gelenekler vardır. bunlar çam ağacı, noel akşam yemeği, ilahiler söyleme, kartpostallar gönderme, hediyeler alma, bağış yapma ve aile bireyleri ile bir araya gelip, sıcak ve keyifli zaman geçirmedir. çam ağacının pagan inançlarından kalıp, evrimleşerek noel geleneğine dönüştüğü söylense bile, bugün çam ağacının noel bayramı’nı bütünleyen bir parça olduğunu da kimse inkâr edemez.

    aslında, ‘’geleneksel’’ noel 200 yaşına bile girmemiştir henüz. şimdi size bununla ilgili çok şaşıracağınız bir şey söyleyeceğim. bu geleneklere katılan eğlence ruhu çağlar öncesinden kalmasa da 1843 yılında yazılmış, siyasi eleştiri niteliği taşıyan bir romandan gelir. evet, bu durumda mariah carey’de gelmiş geçmiş en meşhur şarkısını bir yazara, sosyal bir eleştiriye, gerçek bir hayalet avcısı charles dickens’a borçludur.

    ‘’bir noel ilahisi’’ 19. yüzyılda, aralık ayında piyasaya çıktı. charles dickens’ın bu kitabı 6 haftada yazdığı ve bastırmak için çok acele ettiği söylenir. bunun sebebi de o zamanlar eşiyle bebek bekliyor olmaları ve para kazanma ihtiyaçlarıymış diye söylentilere eklenir. kitabın ilk baskısı noel arifesinde yok satar. böylece dickens kısmen sıkıntılarına çare bulur. fakat beklediği geliri elde edemez, o ayrı bir hikâyenin konusu.

    o zamanlarda ingiltere’de yapılan noel kutlamaları bugün ki gibi şatafatlı olmazmış zaten. hatta o dönemde bu kutlamalar modası geçmiş eski gelenekler haline geliyor ve yavaş yavaş yok oluyormuş. bunun sebebi de kilisenin, pagan geleneklerine hristiyan dünyasında yer olmadığı konusunda baskı yapması derler. bir de yılın bu dönemi, zamanın işverenlerinin, çalışanlarına çok gördüğü bir dinlenme ve eğlenme zamanı oluyor tabii.

    bahsettiğimiz zaman üzerine şöyle bir düşününce endüstri devrimi sonuna denk geliyor. bu durumda fakirliğin söz konusu olduğunu tahmin etmişsinizdir. makineler insan gücünün yerini almıştı ve işsizlik artmıştı tabii. insanoğlu açgözlü bir mahlûkat malumunuz. işçi çıkarmakla ettikleri kar ağızlarını iyice sulandırmış olsa gerek ki bir de düşük ücretle çalıştıran çocuk işçi problemi çıkıyor ortaya. çalışma şartları da oldukça kötüye gidiyor.

    buradan yine charles dickens’a döneceğiz ki bu konuyu laf salatası olarak açtık sanmasınlar. charles dickens bu buhranlı iş hayatını tecrübe eden şansız çocuklardan biri. charles ailesine destek olmak için okulu bırakır ve haftanın 6 günü, günde 10 saat çalışmaya başlar. 1843 yılında başarılı bir yazar olmuştur en nihayetinde ama yoksullukla geçirdiği, acıklı çocukluk dönemi asla onu bırakmamıştır.

    zaman böyle geçerken, fakirlere yardım etme kavramı da toplumda ‘’fakirlerin kendilerine yardım etmesi’’ beklentisine evrilir. bir de robert malthus’un nüfus artışı ve kaynak sıkıntısı arasındaki doğru orantıya atıfta bulunan teorisi de ortaya o dönemde çıkar ve ortamın gerginliğine tuz biber eker. teori doğrudur aslında ama malthus kendisini itici gösterecek bir şekilde doğum kontrolleri konusunda ısrarcı olur üstüne de ‘’’’fakirlik yasası’nı ortadan kaldıralım’’ deyince charles dickens yaygınlaşan bu düşüncelerle aynı fikirde olmadığını dile getiren bir roman yazar. aynı fikirde olmadığı kısım nüfus artışı ile kaynakların tükeneceğini değildir elbette. malthus kim oluyor sorusunu google’a soralım yoksa konu dağılacak.

    durumun gidişatından rahatsız charles dickens’ın ‘’bir noel ilahisi’’ kitabı da böyle ortaya çıkıyor işte. okuyanlar karakterleri hatırlar, cimri yaşlı adam, hasta küçük çocuk ve kaçık hayaletler var. ebenezer scrooge’un hikâyesi bu döneme tam isabetli bir vuruş olur, yerinde bir ima olur.
    dickens’ın noel anlayışı bulaşıcı bir etki yaratır ve noel gelenekleri yaygınlaşır. bu hikâye ile dickens yepyeni bir noel algısı öneriyordu ve bu türden bir noel aile ve çocukların yanı sıra fakirlere yardım etme odaklıydı. bir noel ilahisi eski ve yeni noel gelenekleri birleştirdi. demek istiyorum ki yılın bu döneminde şarkılar söylemek, ziyafetler çekerek kendini ödüllendirmek yeniden moda oldu. ancak bu hikâyede en önemli nokta charles dickens’ın yarattığı ebenzer scrooge karakterinin, victoria dönemi politikalarının ete kemiğe bürünmüş hali olmasıdır. çünkü dickens burada hem karakteri hem de okurları açgözlülüğün sonuçları ile yüzleştirmiştir. aynı zamanda bu karakter dönemin politikacılarına ve fakirlerin kendi başının çaresine bakması gerektiği anlayışına sahip bireylere mesaj vermiştir. küçük tim ölecek ama sen de öleceksin. hem de yalnız. hayatında hiç sevgi, huzur, mutluluk ve keyif olmadan mı ölmek istiyorsun? yoksa keçileri kaçırmış hayaletler sana fakirlerin de insan olduğunu hatırlatsın mı?

    dickens’ın sıcacık hikâyesi bugün ki noel geleneklerinin babasıdır aslında. şarkılar söylemekten ziyafetler çekmeye, insanların sevdiklerine kart göndermesine kadar. gerçekten de noel bayramı’nı bir cömertlik tatiline dönüştürmüştür. ‘’noel ruhu’’ adı verilen şeyi hayatlara dickens getirmiştir. tabii dickens’a bu hikâyenin çok fazla bir getirisi olmadı ama noel ile özdeşleşmeyi başardı. hatta söylentiye göre dickens öldüğünde sokak satıcıları ‘’dickens öldü demek, o zaman noel baba’da ölecek mi?’’ diye kendi aralarında konuşmuşlar. böyle de bir iz bırakıp gitmiştir bu eğlenceli romanın ardından ama bu etkiye rağmen beklediği geliri elde edememiştir. ne hissetmiştir onu siz hayal edin artık.
  • (bkz: #117585867)
hesabın var mı? giriş yap