• gaston bachelard'ın la flamme d'une chandelle adlı eserinin fahrettin arslan tarafından yapılan çevirisi. yedi gece kitapları basmıştır. yıl 1999.
  • leyla ipekçi, taraf gazetesi, 5.6.2009

    http://www.taraf.com.tr/…nda-titresen-sonsuzluk.htm

    gökyüzüne baktığımızda yaşadığımız hudutsuzluk hissi, aynı zamanda bunu tarif etme ihtiyacına, bu sonsuzluğu ille tanımlama ve kendi ufkumuza göre uyarlama eğilimine götürüyor bizi. neden?

    belki gökyüzündeki sonsuzluğun da bir ‘yüzü’, bir sesi olduğunu hissediyoruz. kendimizden bir şey katmak istiyoruz bu sonsuzluğa. belki böyle gerçekleşiyor insan olmanın bazı halleri.

    gezegenlerin, gökadaların dönüş hızlarında, kuyruklu yıldızların geçişlerinde, uyduların izlediği yörüngelerde, gaz kütlelerinin, sönmüş yıldızların, karadeliklerin, atomların ve aslında her şeyin ‘kendi olma’ halinde bir edep, bir güzellik, bir biçim olduğunu görebiliyoruz.

    sanki bizde sonsuzluğu ölçecek bir birim varmış gibi, uzaydaki siyah maddenin boşluk olmadığını, semada dört parmak bile boşluk olamayacağını tasavvur edebiliyoruz.

    işte bu düş gücünün aynasında bir mum alevinden bahsetmek istiyorum. gaston bachelard’ın, o eşsiz anlatım gücüyle yaktığı bir nevi ‘alevin şiiri’dir biraz da bu.

    “düşler ve hülyalar eylemlerimiz kadar hızlı modernleşmiyor” der bachelard. “hülyalarımız, güçlü kökleri olan hakiki ruhsal alışkanlıklardır. faal yaşam onları pek rahatsız etmez.”

    sahiden, özellikle de düş ile hayal arasındaki âlem katmanlarında gezinirken, bazen ancak titrek bir alevin ışığında görebiliriz içimizdeki karaltıları. bazen de meşaleler tutuşturur, yine de içimizdeki muammanın siluetini aydınlatamayız.

    neonlar altında bir kozmopolit meydandayızdır çoğunlukla. onun yaldızlı tabelalarına ya da bir ışık seline kapılıp bizi sürükleyiveren gökdelenlerinin cephesine yansımış dijital görüntülerine bakarken zaman giderek helezonik özelliklerini yitirir, her şeyi kendi sonluluğunda algılamaya başlarız.

    çünkü gece, kendini gündüzden net bir biçimde ayırmıştır dev neonlarıyla. günün ilk ışıklarıyla birlikte sönecektir bütün hülyalar. iç içe geçişleri elektronik sokak panolarında eritiyor artık gecelerimiz, siliyor ve varoluşun ömrünü ışığın aylasına çekilen bir pervaneninki kadar bile uzun tutamıyor.

    dev neonlar altında, devasa bir meydandayız. bir film şeridi gibi önümüzden hızla geçerek, kendimize ait geçmişi bugünün anonim imgeleriyle bütünleştiren elektronik ilanlar kaplıyor gökyüzünü. halojen lambalarda, ışık seline kapılıp gidiverdiğimiz dijital görüntülerde yitiriyoruz her şeydeki sonsuzluğu.

    bachelard’ın yaktığı mum alevinin titrek ışığında gördüğüm yüzlerin gerçekliğini arıyorum.

    kâinata sığmayan kanatlarımızı, evet tam da, bu mum alevinde kullanabileceğimizi duyumsuyorum.

    o cılız ışıkta, yeniden, ışığın aylasına doğru çekilen bir pervanenin kanat çırpışını duyabilmek mümkün. dünyanın onca bombardımanı sürerken bir yanda.

    ‘faal yaşam’ın fitne ve iftira dolu iktidar oyunlarını bir türlü aydınlatmaya yetmeyen neonlarında küçük bir alevle hayal kurmanın imkânlarını yaratabiliriz.

    küçük bir alev, çünkü, bizi hayale, hülyaya, gündüz düşlerine, mucizeye, ötelere daldırır. orada artık güvende hissederiz kendimizi. hayal kuran bir genç kız gibi, kendimizi evimizde hissederiz.

    lazer ışıklarının, rengârenk spotların ışığında maruz kaldığımız yakalanmışlık hissi, tekinsiz alanlar, güvensiz bölgeler yoktur artık. bir cılız ışığın aurasında kendi mahremimize çekiliriz. özgürlüğün ilk basamağına. sonsuzluğun içimizdeki biricik birimine.

    insanın kendini hatırlaması, alevin özündeki o beyaz ateşte gerçekleşecektir. cennetleri de yakar bu ateş. aşkın olan her şeyi yakar celaliyle.

    ‘tanrı varsa bunca azap nedendir’ diye sorulduğunda, allah’ın ‘güzel isimleri’nden bahsedebiliriz, kendi dilimizin alfabesini dikte ettirmekten kaçınmaya çalışarak. harflerin ilmine göre, elbette bu isimler sonsuzdur deriz. ama her biri tanrı’nın en güzel sureti olan insana ad vermekte olan bu nitelemelerin bazıları ‘celal’dir. bazıları ‘cemal’.

    gazap isimlerinin neden dünyadaki kötülüğe çeşitli adları verdiklerini anlamak için belki de bir ateşin parlamasına bakmamız gerekir. yükselişi anlamak, bazen bir mumun cılız alevinin dikeyliğinde gerçekleşebilir. celal isimlerinin tezahüründeki cemali görebilmek içinse belki suyun yayılmasına, yataylığına biraz daha bakmamız gerekecektir.

    merhametin, iyiliğin, güzelliğin kuşatıcılığında rahmetin gazabı geçmesinin hikmeti isimlerde aranmalı. isimlerin sırrı yalnız insana verilmiştir. varolanda derinleşmek için bir cılız alev, bazen sonsuzluğumuzu aydınlatabilir.
hesabın var mı? giriş yap