• turgenievin nihilizmi savunan 'babalar ve oğullar' adlı romanına karşı yazılmış bir dostoyevski romanı.
  • dostoyevski'nin sanki ezberlensin ve unutuşa karşı usun üst notalarında itina ile saklansın diye kaydettiği şu dialoğu eklemekten çekinmeyeceğim:

    "-gelecek ebedi hayata inanmaya mı başladığınız?, diye soran stravgorin"e şu yanıtı verir:
    - hayır, gelecekteki ebedi hayata değil, buradaki ebediyete..."
  • anlaticinin birinci tekil sahistan kimi zaman kurtulup sonra geri donuyor. firildak gibi oluyor okuyucunun kafasi. dostoyevski'nin bu cinligi niye yaptigi cok arastirmaya konu olmus, ben tatmin edici birseyler bulamadim. anlatici kimi zaman kendisiyle celisen iddialarda bulunuyor. bu da ayri bir cinlik. gerci bunun nedeni daha acik.
  • albert camus tarafından oyunlaştırılmıştır dosteyevskinin bu romanı
  • orhan pamuk tarafından "önsöz" yazılmış kitap. kitabı heyecanlı heyecanlı okumak isteyenlere; bu yazıyı "sonsöz" olarak okumalarını tavsiye ederim.*
    tabii ayrıca;
    (bkz: ecinniler)
  • şu orhan pamuk'un özellikle dostoyevski kitaplarına yazdığı önsözlerle beraber "orhan pamuk önsöz yazmasın kampanyası" başlatmak gerekiyor. sözlük buna bir el atsın. ön bir bilgi olarak da evet bu kitabın önsözünü okusun bunalsın herkes.
  • okuduğum kitaplar ve sanırım dünyadaki tüm kitaplar arasında içinde en çok farklı insan ismi* bulunduran kitap. bir de bu isimler üç ya da dört kelimelik rus isimleri olunca insanın içine fenalık geliyor, kitabı okumaktan vazgeçebiliyor*
  • her bir karakter dönemin rusyasında bir şeyleri temsil ettiği kanaatini taşıdığım dostoyevski eseri. bir çok bölümde kendimi levent kırca'nın memur esprilerini izleyen bir japon gibi hissettiğim, sonuna doğru temposu tırnak yedirten kitap.
  • insanı rus aydınının birikimine ve edebiyatının konu genişliğine, işlevlerine ve bu yolla tarihte açtığı çığırlara hayran bıraktıran ve her sayfasında yarattığı şaşkınlığı ve derinlik duygusunu kat be kat arttıran klasik eserdir. öyle ki ülkede* 17., hadi bırakın 18. yüzyılda romanın r'si dahi yokken (öncesinden bahsetmiyorum bile) yanıbaşımızda ne büyük bir birikimin patladığını ve dahası çok fazlasının patlamak üzere beklemiş olduğunu görüyoruz. yazarın roman boyunca olağanüstü biçimde geliştirdiği doğuştan psikologluğunu hiç ama hiç elinden bırakmadığını, insan ruhunu eşi görülmemiş biçimde parçalara bölüp ince ince ortaya koyduğunu, doğal karmaşıklığı içinde onu olabilecek en iyi yolla betimlediğini; herşey bir yana tüm bunları ürünlerini vermeye hazır, ağzına kadar geçirdiği yüzyılların din, kültür ve siyaset yüklemelerine doymuş bir toplum ve zamanın tam orta yerinde icra ettiğini görüyoruz. felsefi çözümlemelerinin ardı arkası kesilmezken, her an ayaklanmanın eşiğinde*duruşunu çizmiş bulunan, her biçimli yönlendirmeye ve kontrole açık, ruhsal buhranlar yaşayan; çelişkilerle, dengesizlik ve heyecanlarla sarsılan bir adamın duygulanımlarını baştan ayağa kendi içinizde hissediyorsunuz. rusyadasınız ya da türkiyede, her hangi türde bir devrime ruhunu satmış ya da kiralamış bir ecinnisiniz, bu farketmiyor: dostoyevski'ye gıpta edip ona saygı duyuyorsunuz.
  • her karakterini sayfalarca anlatan dostoyevski stavrogin için tek cümle kurar, yeterlidir;
    stavrogin inanırsa inandığına inanmaz, inanmazsa inanmadığına inanmaz.
hesabın var mı? giriş yap