*

  • başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu. baba apsu ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu, ana tiamat ortaya çıktı ve tuzlu suları yönetti ve her iki su birlikte aktılar. onların oğlu mummu, suları kaplayan sislerin içindeydi. ne en yukardaki gökler ne de yeryüzü henüz ortaya çıkmamıştı. suların üstünde henüz ne bataklık ne de otlak araziler vardı. ve henüz kamışlardan örülmüş barınaklar yapılmamıştı.
    daha sonra, apsu'nun tatlı, tiamat'ın tuzlu sularının içinde anşar ve kişar şekillenmiş ve sulardan dışarı çıkmışlardı. zamanı gelince, anşar ve kişar, göklerin tanrısı olan anu'nun anababası oldular. buna karşılık anu, ea'nın babası oldu. onlardan daha akıllı, daha anlayışlı ve güçlü olduğu ve sihir kullanmada çok yetenekli olduğundan, ea, hem babasını hem de büyükbabasını geçti. yeryüzü tanrısı oldu ve büyük tanrılar arasında rakibi yoktu.
    genç tanrılar biraraya geldiler ve çok güzel zamanlar geçirdiler. o kadar başına buyruk idiler ki, bu, tiamat'ı rahatsız etti ve taşkınlıkları onu gücendirdi. zaman geçtikçe ana tanrıça onların davranışlarından nefret etmeye başladı, fakat onlara nasıl davranması gerektiğini de bilemedi. apsu'dan onlarla konuşmasını istedi, fakat bunu denediğinde onu dikkate almadılar.
    apsu, tiamat ve mumnu sorunu tartışmak için biraraya geldiler. apsu şöyle konuştu: "tanrıların davranışlarına tahammül edemiyorum! gece ve gündüz hiç durmadan yaygara yapıyorlar ve hiç uyuyamıyorum. umutsuzca huzura ve sessizliğe ihtiyacım var. eğer benim ricalarımı dinlemezlerse, gürültülerini, yapabileceğim tek şekilde, yani onları yok ederek durdurmak zorunda kalacağım."
    kocasının sözleri tiamat'ı sinirlendirmişti, şöyle cevap verdi: "apsu, neler hissettiğini çok iyi anlıyorum. biliyorsun ben de aynı sorundan yakınmıştım. ama yine de senin çözümün çok zalimce! kendi yarattığımız çocukları mı yok edeceğiz? davranışları kaba ve oyunları çok can sıkıcı, fakat yine de anlayışlı olmayı denemeliyiz."
    bununla beraber mumnu, apsu'yu destekledi ve "tiamat'ın bu konudaki fikirlerini dikkate almamanızı öneriyorum" di ye tavsiyede bulundu. "planınızı uygulayın ve otoritenize karşı geldikleri için tanrıları yok edin. gece ve gündüz, emirlerini/e karşı itaatsizlik ediyorlar ve davranışları sizde huzur bırnkmı
    yor." mummu'nun düşüncesini duyduğu zaman, kafasındaki şeytani planı beğendiği için, apsu'nun yüzü şevkle doldu.
    apsu ve mumnu'nün kendilerine karşı olan komplosunu tanrılar çabucak öğrendiler. haberi ilk duyduklarında ağladılar, daha sonra kaderlerine karşı gelmenin bir yolunu bulamamanın çaresizliği ile sustular.
    ancak en akıllıları, en zekileri ve tanrıların en hünerlisi olan ea, apsu ve mummu'nun planlarını bozmanın bir yolunu buldu. önce tanrıları koruyacak büyülü bir daire oluşturdu ve onları güvenli bir şekilde içine yerleştirdi. sonra apsu'nun derin sularına doğru, onu derin bir uykuya daldıracak, mum-mu'yu da güçsüz bırakacak bir büyü okudu.
    daha sonra ea, apsu'yu zincirlerle bağladı, başındaki tacı ve ışık halkasını aldı ve kendi başına yerleştirdi. krallık simgelerini aldıktan sonra apsu'yu öldürdü. sonra da mummu'nun burnunun içinden geçirilmiş bir iple, onu, her istediği yere çekip götürecek şekilde bağladı.
    düşmanlarının üstesinden gelince ea, apsu'nun ve onun emrindeki tatlı suların üzerine yerleşti. orada, suların derinliklerinde karısı damnika ile huzur içinde yaşadı. görkemli evi, kaderlerin evi haline gelirken, kutsal odası da talihin odası olmuştu.
    nihayet ea ve damnika, bütün tanrıların en yeteneklisi ve akıllısı olan marduk'un anababası oldular. tam bir yetişkin olarak doğmuş olsa da, tanrıçalar doğduğu günden itibaren mar-duk'u beslediler ve onu korku veren bir görüntüye büründür-düler. en baştan beri marduk, doğal bir önder görüntüsündeydi ve ea oğlunu görür görmez baba yüreği memnuniyetle doldu. ea, marduk'u, görünüş ve güç bakımından diğer bütün tanrılardan üstün olacak şekilde çifte tanrı yaptı. marduk'un yüzünden ışıklar saçan dört adet göz, herşeyi görmesini sağlıyor ve dört adet geniş kulak herşeyi duymasına yardımcı oluyordu. marduk dudaklarını ne zaman oynatsa ağzından ateşler saçılıyordu.
    ea, "oğlumuz göklerin güneşidir" diye bağırıyordu. gerçekten de marduk'un başındaki on tane tanrı halesi öylesine parıldıyordu ki, ışınların parlaklığı korkunç bir görüntü arzediyordu. kendisine bakanlara dehşet kadar huşu da veriyordu. ,
    bu arada anu kuzey, güney, doğu ve batı rüzgârlarını yaarattı ve bu şiddetli rüzgârlar, tiamat'ın sularım şiddetle karıştırdı. bazı tanrılar bu fırtınalardan acı çekip huzur bulamayınca, kalplerinde kötülük duyguları oluştu.
    kingu'nun önderliğinde, annelerine şöyle dediler: "ea ve ona yardım eden tanrılar babamız apsu'yu öldürdüğünde, sen \ onlara bunu yapmaları için izin verdin. şimdi de anu seni ra hatsız eden ve bizi hiç uyutmayan bu korkunç rüzgârları yarattı ve sen yine ona izin verdin. uykusuzluktan gözlerimiz yorgun l düştü. hiçbir şey yapmadığına göre, görünen o ki bizleri sevmi- j yorsun! biraz o tanrıların yok ettiği kocanı ve mummu'yu düşün! tamamen yapayalnız kaldın. neden kendine gelmiyor ve ;, onlara saldırarak apsu ve mumnu'nun intikamını almıyorsun? j biz seni destekleyeceğiz."
    tiamat bu cesaret verici sözleri duymaktan çok memnun olmuştu. "siz bana iyi bir tavsiyede bulundunuz" diye cevap verdi. "bize yardım etmeleri için canavarlar yaratacağım ve o tanrılara karşı savaşacağız."
    isyankâr tanrılar şimdi kızgınlıklarını ifade etmek için kendilerini özgür hissetmişlerdi. ayaklanmalarını planlamak için gece gündüz biraraya gelerek görüştüler.
    bu arada tiamat yenilmez silahlar olarak canavar yılanları yarattı. gövdelerini kan yerine zehirle doldurdu ve onlara keskin dişlerle uzun zehir dişleri verdi. çok korkunç ejderhalar yarattı ve bakanların dehşetten ölmeleri için, tıpkı tanrılar gibi onların da başına ışık haleleri taktı. yılanlar bir kere ayağa kalktı mı kimse onlara karşı ayakta duramazdı. toplam 11 canavar yarattı: engerek yılanı, ejderha, sfenks, büyük aslan, çılgın köpek, akrep-adam, üç tane kuvvetli fırtına canavarı, kır böceği ve kentaur.
    sonra tiamat kingu'yu, isyankâr tanrıların ve canavarların başına kumandan olarak seçti. ona "sana büyü yaptım kingu" dedi. "sana topluluktaki bütün tanrılara öğüt verme gücü verdim. sen şimdi üstünlerin efendisi ve benim tek arkadaşımsın. emirlerin ebedi ve sözlerin daim olacaktır." bu sözlerle tiamat kingu'nun göğsüne kader tabletini astı.
    böylelikle tiamat, apsu'nun intikamını almak için, kendi çocuklarına karşı savaşmak üzere hazırlandı. hiçbir şeyden korkmayan canavarlar onun çevresinde toplandılar ve yanında yürüdüler. öfkeliydiler ve savaşa hazırdılar. tiamat "zehiriniz düşmanlarınızın üstesinden gelsin" diye bağırdı.
    ea, tiamat ve kingu'nun tanrılara karşı isyan hazırlıklarını duyar duymaz büyükbabası anşar'a gitti ve onu savaş hazırlıkları konusunda uyardı. anşar oldukça endişelendi: "ea, apsu'yu öldürdün, şimdi de tiamat'ın kuvvetlerinin önünde yürüyen kingu'yu öldürmelisin."
    ea, büyükbabasını hoşnut edebilmek için elinden geleni yaptı. ancak tiamat'ı ve kuvvetlerini görür görmez, kalbi dehşetle doldu ve onları karşılayacak cesareti kendinde bulamadı. korkaklığından utanarak geri çekildi ve anşar'a geri döndü. "tiamat, kingu ve tiamat'ın canavar yılanları asla büyülerime karşılık vermeyecekler" diye bağırdı, "onlar benden çok daha güçlüler."
    bunun üzerine anşar anu'ya döndü ve "sen hem cesur, hem de güçlüsün. tiamat'a karşı çık. eminim ki kingu'nun saldırısına karşı koyabilirsin" dedi.
    anu, babasının emrine itaat etti ve tiamat'a karşı yola çıktı. bununla beraber onun dehşetli güçlerini görünce, ona karşı koyacak cesareti gösteremedi. ea gibi, anşar'a utanç içinde geri döndü. "isteklerinizi yerine getirecek kadar güçlü değilim" diye itirafta bulundu.
    anşar, anu ve ea sessizlik içinde oturdular. "hiçbir tanrı tiamat ve kuvvetlerine karşı savaşamaz ve hayatta kalamaz" diye düşündüler.
    en sonunda anşar neşe ile bağırdı, "kahraman marduk intikamımızı alacaktır. o çok güçlü ve savaşta çok büyüktür. ea, oğlunu getir."
    marduk onların huzuruna çıktığında, "endişelenmeyin, ben gider kalbinizin isteklerini yerine getirebilirim. herşeyden (ince, size karşı gelen bir erkek değil. tiamat, tüm silahlarına rağmen, bir kadın! öyleyse tanrıların babası, neşelen ve mutlu ol. yakında tiamat'ın boynunu ayaklar altına alabileceksin."
    anşar şöyle cevap verdi: "oğlum! sen tanrıların en akıllısısın. tiamat'ı kutsal sözcüklerinle sakinleştir. fırtına arabanı al ve hemen git. kingu ve tiamat'm canavar yılanları seni durduramayacaklardır. yok et onları!"
    marduk, anşar'ın sözlerini duymaktan çok mutlu oldu. "anşar, eğer intikamınızı alacak, tiamat'ı yenecek ve tanrıların hayatını kurtaracaksam, bütün tanrıları meclise çağır ve üstün kaderimi ilan et! kaderleri benim sözlerim tayin etsin. yarattığım herşeyin daim olmasını sağla. emirlerim ebedi kalsın ve sözlerim daima yaşasın!"
    anşar, danışmanını yanına çağırdı ve şöyle dedi: "bütün tanrılara tiamat'm bize karşı olan isyanından bahset ve onlara, ea ve anu'nun başarısızlığa uğradığı yerde marduk'un nasıl başarılı olacağını anlat. onlara burada toplanmalarını söyle. iyi şarap ve ekmekle kendimize bir ziyafet çektikten sonra, intikamcımız marduk'un kaderine karar vereceğiz."
    böylece tanrılar mecliste görüştüler ve marduk'u yücelttiler. önce ona, üzerinde oturarak başkanlık yapacağı, soylu bir taht inşa ettiler. sonra "sen marduk, sen yüce tanrıların en önemlisisin. senin yönetiminin rakibi yoktur ve gökyüzü tanrısı anu'nun otoritesine sahipsin. bugünden itibaren mecliste toplandığımızda, senin sözlerin en üstün olacaktır. senin kararların ebedi olacaktır. tanrılar arasında hiçbiri senin hükmüne ' karşı gelmeyecek. sana tüm evrenin krallığını bağışlıyoruz. yücelme veya alçalma, yaratma veya yoketme senin elinde olacak" dediler.
    sonra tanrılar marduk'un önüne bir giysi getirdiler ve "gücünü kanıtlamak için bu giysiyi gözden kaybet ve tekrar ortaya çıkar. şimdi gücünün büyüklüğünü ortaya koy" dediler.
    o zaman marduk giysiye emretti: "kaybol!" ve giysi kayboldu. tekrar emretti: "ortaya çık!" ve giysi tek parça halinde ortaya çıktı. tanrılar, onun sözlerinin gücünü gördüklerinde coşkuya bağırdılar: "marduk kraldır" ona tahtını, asasını ve tören kıyafetlerini verdiler. sonunda da düşmanlarına karşı kullanması için benzeri olmayan silahlar verdiler.
    "silahların başarısız olmayacaktır; düşmanlarını gerçekten de yok edeceksin" dediler. "sana güvenenlerin yaşamlarını ba-
    ğışla, ama kötü olan tanrıların yaşamalarına izin verme. şimdi git ve tiamat'm hayatına son ver. rüzgârlar onun kanını gizli yerlere taşısın. başarılı ve amacına ulaşmış olarak geri dön!"
    marduk kendine bir yay yaptı, ona bir ok taktı ve omuzuna astı. sağ elinde asasını tutuyordu sol elinde ise zehiri yok eden bir bitki vardı. yanında tiamat'ı yakaladığında içine sokmak için ağ taşıyordu. önünde yıldırımlar vardı. gövdesini yakıcı ateşlerle doldurdu. sonra, tiamat'm kaçamaması için, çevresine dört farklı yöndeki rüzgârları yerleştirdi.
    daha sonra marduk, kötü rüzgârı, hortumu, kasırgayı, dört katlı rüzgârı, yedi katlı rüzgârı, siklonu ve benzeri olmayan rüzgârı getirdi ve yedisini birden tuzlu suların tanrısı olan tiamat'm içini karıştırmak için gönderdi. yenilmez fırtına arabasını dört canavardan -tahrip edici, acımasız, ezici ve uçucu- oluşan yabanıl hayvanlar çekiyordu ve görenlerin yüreği dehşetle doluyordu. marduk arabasına çıktı ve savaşta korku salan vurucu sağında, en ateşli savaşçıları defedebilecek doğuş ise sol tarafında yer aldılar. her iki canavarın da ucundan zehir damlayan keskin dişleri ve dilleri vardı.
    sonunda marduk dehşetli bir zırha büründü ve kafasına korkunç ışık halelerini yerleştirdi. dudaklarına, şeytani kuvvetlere karşı büyülü bir koruma sağlayan kırmızı bir macun sürdü. en sonunda da en güçlü silahı olan tahrip edici yağmur fırtınasını çağırdı. artık kudurmuş tiamat'ı karşılamak için her şey hazırdı.
    marduk'un görüntüsü kingu'nun kalbine dehşet saldı ve aklını karıştırdı. kingu'nun güçleri marduk'un parlaklığına karşı gelemedi ve dehşete düştüler.
    sonra marduk, güçlü silahı tahrip ediği yağmur fırtınasını, kızgınlıktan kuduran tiamat'a karşı kaldırdı ve "neden böylesine kötü bir savaş başlattın? kendi çocuklarına saldırıyorsun! onları sevmiyor musun? oğullar babalarına karşı savaşıyorlar ve onlardan nefret etmek için bir sebebin yok! kingu'ya gerçek ten haketmediği bir rütbe bağışladın. silahlarla donanmış ve güçlerinle sarılı olsan da, seni benimle teke tek savaşmaya çağırıyorum."
    bu sözler üzerine tiamat bilincini kaybetti. bacakları titredi ve bütün sihirlerini kullanarak yüksek sesle bağırdı. sonra tia-mat ve marduk teke tek savaştılar. marduk, tiamat'ı etkisiz hale getirmek için ağını fırlattı. tiamat, marduk'u yakıp yok etmek için ağzını açtığında marduk onun ağzını açık tutması için kötü rüzgârı yolladı. diğer rüzgârlar tiamat'ın gövdesine girdi ve onu iyice genişletip açtı. daha sonra marduk yayıyla onu vurdu. ok midesine girdi, gövdesini yırtıp kalbini parçalayarak onu öldürdü.
    marduk, tiamat'ın cesedini yere fırlattı ve üzerine çıktı. tiamat ölünce, onun yanında yer alan tanrılar, kendi canlarını kurtarmak için dehşet içinde kaçtılar. ancak marduk'un güçleri onları çembere aldı ve kaçmalarına izin vermedi. marduk, isyancı tanrıları tutsak etti, silahlarını parçaladı ve onları ağının içine aldı. sonra onları hücrelere kapattı.
    marduk, tiamat'ın yanında on bir canavarı zincirlerle bağladı ve vücutlarını ezdi. kingu'yu esir aldı, gerçekte haketmedi-ği kader tabletini ondan aldı, mühürledi ve kendi göğsüne bağladı.
    marduk tüm düşmanlarına boyun eğdirdikten sonra, tia-mat'a döndü, bacaklarına bastı ve asasıyla kafatasını ezdi. kan damarlarını parçaladıktan sonra, kuzey rüzgârı kanını gizli yerlere götürdü. sonra marduk, tiamat'ın cesedini kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayırdı. tiamat'ın yarısıyla gökyüzünü kurdu, diğer parçasıyla da yeryüzünü oluşturdu. tiamat'ın tü-kürüğüyle bulutları yarattı ve onları suyla doldurdu, ancak rüzgârların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendisi aldı. tiamat'ın başını yeryüzündeki dağlan oluşturacak şekilde yerleştirdi ve dicle ile fırat nehirlerinin tiamat'ın gözlerinden akmasını sağladı.
    sonra marduk, gökleri yönetmesi için anu'ya, yeryüzünü yönetmesi için ea'ya ve gök ile yeryüzü arasındaki havayı yönetmesi için enlil'e emir verdi. yılı, aylara ve günlere böldü. ayın, yani sin'in, geceleri ayın değişik günlerini işaret edecek şekilde parlamasını sağladı. geceleri sin'e verdiği gibi, güneşi yaratarak gündüzleri de şamaş'a verdi.
    evrende düzeni sağladıktan sonra marduk, yarattığı emanetleri ea'ya verdi. kader tableti'ni anu'ya verdi ve tiamat'a
    yardım eden tanrıları babalarına iade etti. en sonunda tiamat'ın 11 canavarını, tanrılara karşı ayaklanmanın boşuna olduğunu hatırlatacak heykeller haline getirdi.
    anu, enlil ve ea'ya döndüğünde,marduk şöyle dedi, "çok lüks bir ev ve siz, göklerden inip meclise katılacağınızda geceyi geçirebileceğiniz bir tapınak inşa edebilecek şekilde toprağı sağ-lamlaştırdım. tapınağıma "büyük tanrıların evi" anlamına gelen babil adını vereceğim. tapmağı yetenekli işçiler inşa edecek."
    tanrılar marduk'a sordular, "inşa edeceğin tapınakta kim yetki sahibi olacak? yarattığın yeryüzünde kim senin iktidarına, sahip olacak? babil'i sonsuza dek evimiz olacak şekilde oluştur! birilerinin bizim günlük ihtiyaçlarımızı getirmesini sağla ve biz de daha önce yaptığınız işleri yapmaya devam edelim. her işte yetenekli olan ea'nın babil klanlarım hazırlamasını sağla ve biz de işçi olalım."
    marduk'un kalbi, bu cevabı duyunca neşeyle oldu. ea'ya "kan toplayacağım ve kemikler yaratacağım ve onlardan bir vahşi yaratıp, ona 'insan' adını vereceğim" dedi. "onun görevi tanrıların rahat içinde yaşamaları için onlara hizmet etmek olacak."
    bilge ea cevap verdi: "tanrıları meclise çağır. tiamat'a isyan etme fikrini veren tanrıyı bize vermelerini söyle. bu tanrının ölmesini sağla ve onun kanından insanlar ortaya çıksın."
    marduk, tanrıları topladığında şöyle dedi: "aranızdan kimin isyanı tasarladığını ve tiamat'ı ayaklanmaya yönelttiğini yemin ederek açıklayın. sorumluluğu, utancı ve cezayı üstlenmesi için onu bana teslim edin. o zaman geri kalanlarınız bundan sonra huzur içinde yaşayacak."
    isyankâr tanrılar kendilerini ayaklanmaya teşvik edenin kingu olduğunu açıkladılar. sonra onu bağlayarak marduk ve ea'nın huzuruna çıkardılar.
    ea, kingu'yu öldürdü, kan damarlarını parçalara ayırdı ve onun kanından ilk insanları yaptı. sonra ea onlara, amaçlarının sadece tannlara hizmet etmek olduğunu anlattı.
    tanrılar, böylece huzurlu bir hayat sürmek için özgür kalmışlardı. ama önce marduk'u şereflendirmek ve ona kendilerini kurtardığı için teşekkür etmek için, yeryüzündeki evleri olan babil'i kurmak üzere iki yıl boyunca çalıştılar. tapınak tamamlanınca tanrılar duvarların arasında toplanıp olayı kutladılar. sonra marduk'un kaderi için iyi dileklerde bulunup onu övdüler.
    "marduk, tanrılar arasında en üstün olsun ve onları yönetsin" diye bağırdılar. "yarattığı insan ırkına çobanlık etsin. onlar için ibadet ayinleri oluştursun: kurban edilecek yiyecekler, koklanacak tütsüler ve hatmedilecek kutsal sözcükler. bütün insanlar, günlerin sonu gelene dek marduk'u övmeyi ve ona saygı göstermeyi unutmasınlar. tanrılarına hizmet etsinler ve beslesinler, tapınaklarına kusursuz baksınlar. ülkelerini kalkın-dırsmlar, türbelerini inşa etsinler ve ana tanrıça'yı hatırlasınlar."
    tanrılar, kutlamalarının sonunda, görkemli başarıları ve işlerinden dolayı onurlandırmak için, ulu tanrı marduk'un sahip olduğu 50 ad ve niteliği ilan ettiler. son olarak şöyle konuştular: "önder ve çoban, marduk'u sevindirsinler ki, ülkeleri verimli, kendileri zengin olsun. marduk'un emirleri sabittir, söylediklerini hiç bir tanrı değiştiremez. aklı çok, sevgisi engindir. ama marduk kızınca kimse gazabı önünde duramaz. marduk'un emirleri, tiamat'ı yendiği ve sonsuza kadar sürecek krallığı elde ettiği için hem üstümüzdeki göklerde hem de yeryüzünde herşeyden üstün olsun."
  • (bkz: enuma elis)
  • babil , sümer ve sami inançlarını bir potada karıştırmış , bir senteze ulaşmış ve günümüz uygarlığına kadar etkili olmuştur. sümer etkisinin yayılmasında da en büyük rolü babil oynamıştır. babil, sümer inançlarının isim değiştirerek devam etmesi gibi farklı inançların da birleştiği, geliştiği bir yer olmuştur. eski tanrılara olan inançlar isimler değişse de devam etmiş, günlük yaşama ait inançlar da gelişmiştir.
    gökyüzü tanrısı anu, hava tanrısı enlil ve yeryüzü tanrısı ha gibi en büyük üç sümer tanrısı, babil ilahları arasında da yer almışlardır. daha sonra marduk, hem ea'nın oğlu olduğundan doğuştan gelen haklara, hem de onun olağanüstü yeteneklerine sahip olarak doğdu. marduk, tanrılar meclisine girer girmez, tanrılar ona yeryüzünde enlil'in rolünü verdiler, böylece enlil güç ve eylemden yoksun, sadece addan ibaret kalan bir tanrı haline geldi. marduk en üstün tanrı mertebesine ulaştı. marduk'a evreni yaratma, faaliyet halinde tutma şerefi ve esas amaçlan tanrılara hizmet etmek olan insanları yaratma onuru verildi. bütün tanrılar ve ölümlüler, marduk'un emirlerine itaat ettiler. marduk dinsel bir devrim sonucu iktidara ulaştı ve onun zaferi evrende yeni bir düzen, yeni bir bakış açısı ortaya çıkardı.
    sümer tanrıları, genellikle temsil ettikleri gökler, kara ve su gibi kişiliklerle evreni oluşturan özün bir parçasıydılar. marduk, onlara yeni roller verdiğinde, evreni, babillilerin tanıdığı gibi yarattı. zaten var olan elementleri (tanrıları), kaosun içinden bir düzen ortaya çıkacak şekilde düzenledi.
    marduk'un, yeni düzeni eskisinin yıkıntıları üzerine kurması da dikkat çekicidir. marduk, yeni, erkek egemenliğine dayanan, ataerkil bir dinin, kadınların egemen olduğu anaerkil bir dinin üzerindeki zaferiydi. büyük tanrıça ya da ana tanrıça olan ve bütün temel tanrılara yaşam veren tiamat, şimdi tanrıların düşmanı haline gelmişti. eskiden iyi olan ve çocuklarının yaşamını koruyan tiamat, şimdi kötüleşmiş, bu çocukları yok etmeye çalışıyordu. eskiden en iyi tanrılara hayat vermişken, şimdi canavar ve şeytanlara hayat veriyordu. geçmişte kocası ve çocuklarından daha güçlüyken, şimdi güçlü sihirlerine karşı bağışıklığı olan yeni bir tanrı tarafından yenik düşürülmüştü.
    marduk'un gücüyle, kaosun içinden düzen, ölü maddeden yaşam ortaya çıktı ve her yıl doğa yenilendi. yine de marduk'un iktidarı altında bile evren ve içindeki tanrılar önceden kestirilemez ve onlara güvenilmezdi. hatta en güçlü kral bile basan için tanrıların yardımına ve iyi niyetine muhtaçtı. bir kral için bile ölümden sonraki yaşam, yeryüzündeki icraatları için ödül değil, sadece karanlık, toz, yoksunluk ve ebedi sıkıntılar vaadediyordu. eğer insanlar arasında en nüfuzlusunun böyle bir kaderi varsa, sıradan insanların kaderi daha iyi olamazdı. dolayısıyla babillilerin zamanında insanlar, güvenliğin ve umudun eksik olduğu bir dünyada, yaşamlarında yapabileceklerinin en iyisini yapmak zorundaydılar.
    babil'in yeraltı tanrıları, en iyi durumda "müphem" sayılabilecek özellikler sergiler. "karanlıkların kraliçesi" ereşkigal'dir. önceden bir gökyüzü tanrıçasıyken, canavar kur tarafından zorla kaçırılarak ölüler diyarına indirilmiştir ve orda kur'un eşi olarak tahta çıkmıştır. tahtını, enlil'in oğlu ve aslında bir güneş tanrısı olan nergal ile paylaşır. nergal, silah olarak sıcağı ve yıldırımları kullanarak ölüler diyarına (yeraltı dünyasına) iner ve ereşkigal'i yok etmekle tehdit eder. ereşkigal yok olmaktan kurtulabilmek için onunla evlenmeye razı olur.
    bu karanlık ilahlar yıkım, salgın hastalık, savaş ve ölüm tanrılarıdır; bununla birlikte, her ikiside ikircikli özelliklerini gerek işlerinde (nergal aynı zamanda iyileştirici tanrıdır) gerekse ölüler diyarına düşen gök tanrılar olarak kökenlerinde göstermektedirler. yıldızların tanrıçası iştar (sümer-inanna) kız kardeşi olan ereşkigal, onun kökteşidir ve iştar'ın ölüler alemine inişiyle ilgili ünlü mit bu ilişkiyi doğrulamaktadır.
    iştar tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı ölüler alemine iner -olası ki yeraltı dünyasını yönetmeyi arzulamıştır. ancak, anlaşılabilir nedenlerden dolayı kız kardeşi ereşkigal'in, bu cesareti yüzünden ona kızacağından ve onu yokedeceğinden korkar. yedi kapıdan geçmesi gerekir ve geçtiği her kapıda onu bir demon karşılayarak giysilerinden bir parça soyar. en sonunda "çırılçıplak ve dizlerinin üzerinde, ereşkigal'le, alt dünya'nın en korkulan yedi yargıcı annunaki'nin huzuruna getirilir. ölüm dolu bakışlarını onun üzerinde toparlar ve o an bedeni bir cesete dönüşür; cesedi bir direğe asılır.
    iştar öldüğünde, yukarıda tüm yeryüzünün dölü kesilir. enki'nin yardımıyla iştar yeniden canlanır, ancak ölüler aleminin kuralı odur ki, kendi yerine bir kurban bırakmadan hiç kimse yaşama geri dönmeyecektir. iştar yukarıya geri döndüğünde, kocası çoban tammuz'un yaşadığı kullab'a gider. temmuz (sümerlilerde dumuzi), onun yokluğuna yaz tutmak bir yana, hükümdar olmanın zevkini çıkarmaktadır. iştar ona "ölümün gözü"yle bakar ve onu hiç bir zaman dönmeyeceği ölüler aleminin demonlarına teslim eder. cehennem burada yanlızca ölümün hüküm sürdüğü bir bölge değil, aşk ve doğurganlık tanrıçasını tutsak ettiğinde, dünyada kuraklık ve kısırlığa da yol açabilen bir güçtür.
    büyücülük ve falcılık babil'de de büyük önem kazanmış, geliştirdikleri yöntemlerle babil'li kâhin ve büyücüler ilk çağ boyunca popüler olmuşlardır. örneğin kehanet yöntemi olarak, kurbanın ciğerine bakmak, su üzerinde yağa bakmak, tütsü dumanından anlam çıkarmak, kuşların hareketlerini izlemek gibi yöntemler babil'de kullanılmıştır.
    mircea eliade, mezopotamya büyülerinde lapis lazuli'nin önemli bir yeri olduğunu belirtmektedir. özellikle de koyu mavi ve "yıldızlı" görüntüsü ile bu taş gökyüzünün ufak bir modeli olup, gökyüzü güçlerini barındırmaktadır. bunun gibi - günümüzde olduğu şekliyle- bir çok taşın gizli güçleri olduğuna inanılıyordu. bu taşlar ayrıca ölü armağanı da olarak mezarlara konmaktaydı. bunlara arasında en ilginçlerinden biride lapis lazuli balıktır. bazı ritüellerde balık kıyafeti giyildiği ve bunun marduk ile alakalı olduğu düşünülürse balık biçimli bu taşın ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır.
    bu tür inançlar günlük hayatta da büyük rol oynamış ve babilliler, kötü ruhlardan korunmak ve şans elde etmek için tanrı ve tanrıçalara karşı olan görevlerini ihmal etmemişlerdir. hatta sıradan insanların tapınağın özel bölümlerine girmesi yasak olduğu halde , büyük coşku ile özel törenleri izlemişlerdir.

    babil'de, sümer'de olduğu gibi, yeni yıl bayramı çok önemliydi. akitu diye adlandırılan bu bayram, babil'de çeşitli dönemlere bağlı olarak çeşitli zamanlarda kutlanmıştır. bu bayramın hem sonbaharda hem de ilkbaharda da kutlandığı görülmüştür.
    hammurabi zamanında yeni yıl bayramı nisan'da kutlanmıştır. on iki günlük bir törenle kutlanan bu bayram bazı şehirlerde marduk adına kutlandığı gibi borsippa gibi şehirlerde de marduk'un oğlu nabu adına kutlanmıştır.
    on iki günlük kutlamalar sırasında çeşitli törenler yapılmaktaydı. ikinci gün başrahip erken kalkıp, fırat nehri sularında yıkanmaktaydı, sonra da giyinerek marduk tapınağına gitmekte, burada dua etmekteydi.
    törenlerin en önemli bölümlerinden biri de tanrı bel-marduk'un ölüm ve yeniden dirilme ritüeliydi. bu, bir çok kültürde ortak olan , tanrının ölmesi ve yeniden dirilmesi ya da yeraltı dünyasına inmesi ve yeniden yeryüzüne çıkması ritüelinin bir versiyonudur ve mevsimlerin döngüsü ile alakalıdır. törenlerin yedinci gününde marduk kaybolmakta ve sekizinci günde tekrar ortaya çıkmaktadır.
    dünya mitolojisi, imge kitabevi istanbul, ağustos 1998

    yaratılış

    babil’in yaratılış destanı enuma eliş, tanrıların düşüşünü ve aralarındaki ilk yabancılaşmayı, diğer pek çok dinde rastlanan büyük tanrılarla genç tanrılar arasındaki savaşları anlatan hikayelere benzer bir öyküyle aktarır. evrensel boşlukta ilkin erkek dev absu’yla dişi dev tiamat varmış, bunların birleşmesinden erkek yılan lakamu meydana gelmiş, yılanların birleşmesinden de gökyüzü tanrısı anşar’la yeryüzü tanrısı kişar doğmuş, yeryüzüyle gökyüzü birleşerek anum, enlil ve ea’yı doğurmuşlar. böylelikle sessizlik bozulmuş ve evrende gürültü başlamış. sessizliğe alışık olan absu’yla tiamat bu gürültüden tedirgin olmuşlar. absu, bütün yarattıklarını yoketmeye karar vermiş, çocuklarının yok olmasını istemeyen tiamat her ne kadar ona karşı koymuşsa da dinletememiş. ne var ki büyükbabasının bu kararını sezgileyen ea bir büyüyle onu yoketmiş. kocasının yokoluşuna çok üzülen ve o oranda da çok kızan tiamat bir canavarlar ordusu kurarak öcalmak ve bütün tanrıları yok etmek istemiş. tiamat dehşet verici yaratıklardan -akrep adamlar, kentaurlar ve başka korkunç yaratıklar- oluşan bir demon ordusunun başına komutan olarak konkunç dev kingu’yu getirmiş ve kader ipleri’ni de onun eline vermiş. tanrılar önce korkudan titremişler, sonra çaresizlik içinde kendilerini savunmaya karar vermişler. önce anum ve sonra ea savaşı yönetmeyi denemişlerse de becerememişler ve korkup kaçmışlar. tiamat’la başa çıkamayacaklarını anlayan tanrılar sonunda marduk’a başvurmak zorunda kalmışlar. marduk, kendisini bütün tanrıların başkanı yapmaları ve kaderin iplerinide kendisine vermeleri şartıyla başkomutanlığı kabul etmiş. anum’un diplomasi yolunu denemesine karşın marduk güç kullanmayı seçer ve kadın ceddine alevler, fırtınalar ve şimşeklerle saldırır. tiamat onu yutmak üzere ağzını açar(kaos, her şeyi silip süpüren dişi, düzen ilkesini yutarak, yeniden soğurarak, onu ilk çıktığı yer olan ana rahmine geri göndererek yok etmeye çalışmaktadır), ancak marduk, fırtınanın rüzgarını onun ağzından içeri sokarak midesine gönderir ve bedeninin acılar içinde şişmesine neden olur. tiamat gücünü kaybettiği bir anda marduk okunu çeker ve onu öldürür. kozmosu meydana getiren, hayat veren su aynı zamanda yok edilmesi gereken kaos, yani tiamat’tır.
    kingu ve ordularını fazla zorlanmadan alt eden marduk, tiamat’ı ikiye böler(yani kozmos’u ayırır), bir yarısını gökyüzüne yerleştirir ve kendisi ve diğer tanrılar için bir saray inşa eder. marduk şimdi evrenin örgütlenmesini, kozmosun yaratılışını tamamlar ve fiziksel dünyayı meydana getirdikten sonra, insanı yaratmaya koyulur. insanı tek bir amaç, kendisine ve diğer tanrılara hizmet etmesi için yaratmıştır: bu nedenle, insanın başlıca görevi, tanrılara kurban sunmak ve tapınaklarda çalışmaktır. tuhaf olan şudur ki, marduk insanları kingu’nun kanından yapmıştır. bu konuyla ilgili insanın düşmüş doğasının, atalarından, tiamat’ın oğlu olan bu kötü prensten kaynaklandığı söylenebilir.
    babil’in yeraltı tanrıları, en iyi durumda “müphem” sayılabilecek özellikler sergiler. “karanlıkların kraliçesi” ereşkigal’dir. önceden bir gökyüzü tanrıçasıyken, canavar kur tarafından zorla kaçırılarak ölüler diyarına indirilmiştir ve orda kur’un eşi olarak tahta çıkmıştır. tahtını, enlil’in oğlu ve aslında bir güneş tanrısı olan nergal ile paylaşır. nergal, silah olarak sıcağı ve yıldırımları kullanarak ölüler diyarına(yeraltı dünyasına) iner ve ereşkigal’i yok etmekle tehdit eder. ereşkigal yok olmaktan kurtulabilmek için onunla evlenmeye razı olur. bu karanlık ilahlar yıkım, salgın hastalık, savaş ve ölüm tanrılarıdır; bununla birlikte, her ikiside ikircikli özelliklerini gerek işlerinde (nergal aynı zamanda iyileştirici tanrıdır) gerekse ölüler diyarına düşen gök tanrılar olarak kökenlerinde göstermektedirler. yıldızların tanrıçası iştar (sümer-inanna) kız kardeşi olan ereşkigal, onun kökteşidir ve iştar’ın ölüler alemine inişiyle ilgili ünlü mit bu ilişkiyi doğrulamaktadır. iştar tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı ölüler alemine iner -olasıki yeraltı dünyasını yönetmeyi arzulamıştır. ancak, anlaşılabilir nedenlerden dolayı kız kardeşi ereşkigal’in, bu cesareti yüzünden ona kızacağından ve onu yokedeceğinden korkar. yedi kapıdan geçmesi gerekir ve geçtiği her kapıda onu bir demon karşılayarak giysilerinden bir parça soyar. en sonunda “çırılçıplak ve dizlerinin üzerinde, ereşkigal’le, alt dünya’nın en korkulan yedi yargıcı annunaki’nin huzuruna getirilir. ölüm dolu bakışlarını onun üzerinde toparlar ve o an bedeni bir cesete dönüşür; cesedi bir direğe asılır. iştar öldüğünde, yukarıda tüm yeryüzünün dölü kesilir. enki’nin yardımıyla iştar yeniden canlanır, ancak ölüler aleminin kuralı odur ki, kendi yerine bir kurban bırakmadan hiç kimse yaşama geri dönmeyecektir. iştar yukarıya geri döndüğünde, kocası çoban tammuz’un yaşadığı kullab’a gider. temmuz(sümerlilerde dumuzi), onun yokluğuna yaz tutmak bir yana, hükümdar olmanın zevkini çıkarmaktadır. iştar ona “ölümün gözü”yle bakar ve onu hiç bir zaman dönmeyeceği ölüler aleminin demonlarına teslim eder. cehennem burada yanlızca ölümün hüküm sürdüğü bir bölge değil, aşk ve doğurganlık tanrıçasını tutsak ettiğinde, dünyada kuraklık ve kısırlığada yol açabilen bir güçtür.
    mezapotamya demonları genellikle tanrılardan daha az saygınlığa ve güce sahip ikincil derece düşman ruhlardı. zaman zaman tiamat’ın zürriyetinden oldukları kabul edilse de, daha sık olarak üst-tanrı anum’un çocukları olarak düşünülürlerdi. dehşet verici anunnaki’ler ise cehennemdeki ölülerin gardiyanlarıydı. etimmu mutsuz ölenlerin hayaletleriydi. utukku çöllerde ya da mezarlarda yaşardı. diğer kötü ruhlar, salgın hastalıkların demonları, karabasanların demonları, baş ağrılarının demonları, fırtınaların demonları(pazuzu) gibi ve çeşitli hastalıkların demonlarıydı. bu demonların en korkunçlarından biri de lilitu’dur. lilitu geceleri dolaşıp “succubus” olarak erkeklere saldıran ya da onların kanını içen frijit, kara kuru, kocasız “umutsuzluk bakiresi”ydi. labartu, iki elinde birer yılan taşırdı ve genellikle bir köpek ya da bir domuz eşliğinde dolaşarak, çocuklara, annelere ve dadılara saldırırdı. insanlar bunlardan korunmak amacıyla muskalardan, efsunlardan, demon kovma dualarından ve diğer büyülerden yararlanırlar, ancak özellikle de kendi koruyucu tanrılarına özenle ibadet ibadet edip onların sevgisini kazanmaya çalışırlardı.
    halil aslantaş
hesabın var mı? giriş yap