• başkarakterleri, romanda beliriş sırasına göre, james conolly, bertrand russel, ludwig wittgenstein ve mikhail bahtin olan şaka.
  • zihin açıcı bir kitaptır. kitapta 'teorik tartışmalarla sarhoş olup polemikten başları dönen akademisyenler' ile tarihi 'ahlaki bir perspektifi terk edip, sınıf perspektifiyle okuyan' ve ulusal kurtuluş mücadelesi veren devrimciler arasında geçen tartışmalar okunmaya değerdir. aydınlanma, post-modernizm, marksizm, ulusal kurtuluş mücadelesi ve pasifizm vs. aktivizm... bugün güncel siyasi tartışmalar yürütürken istesek de istemesek de es geçemediğimiz bütün bu konu başlıklarını müthiş bir incelikle işliyor eagleton.kitapta sönük kalan leopold bloom'u bir kenara bırakırsak wittgenstein, bahtin ve conolly'den şimdi yapacağım alıntılar karakterler ve kitabın konusuna dair bir fikir verir diye tahmin ediyorum.

    --- spoiler ---

    wittgenstein:

    "insanoğlu dünyaya geldiği ilk günden itibaren doymak bilmez bir iştahla birbirinin derisini yüzmüştür. birbirlerinin gözlerini oyarak, anüsünden ve vajinasından içeri acı biber dalları sokarak, beşikten mezara kadar birbirlerinin yolların kızgın korlar dökmüşler, bok döşemişlerdir. bu sonu gelmez tekme tokat yağmurunu sona erdirmek için ne kadar çok erdem gerekeceğini hayal edebiliyor musun? cengiz han ölçüsünde bir iyilik herhalde."

    bahtin:

    "korkarım, istikrar aşırı abartılan bir erdem. beni asıl ilgilendiren şey, sizin ve arkadaşlarınızın dublin'de oynadığınız bu küçük oyunun niteliği. kazanamayacağınızı bildiğiniz halde ayaklanıyorsunuz, başarı umudunuz olmadığı halde savaşıyorsunuz. istim üzerindesiniz, ama kaçmıyorsunuz. bu bana çarpıcı geliyor. büyüleyici bir tutarsızlığı var. bir tür tiyatro bu, bir pandomim. ölümün kaçınılmaz olduğunu bilmek, ama gene de dansa devam etmek, gene de başkaldırmak, gene de dilenciye ekmek vermek. işte bu, olabilecek en saf özgürlüktür. ayaklanmanız önünde saygıyla eğiliyorum."

    connoly:

    "üstün olanlar, yalnızca biz diz çöktüğümüz için üstün gözükürler. (...) ben bir devrimciyim, çünkü gerçekçiyim, parlamenter demokrasinin ya da bir-iki çuval daha fazla buğdayın dünyaya adalet getireceği fantezisini asla yutmadım. bu ülkede yaygın olan şey sükunet değil, kriz. ezilen halklar her dakikanın başlı başına bir teyakkuz durumu olduğunu bilirler. bu koşulları normaldışı sayabilme lüksü, yalnızca hakim sınıflara özgüdür. işte devrim, şimdiki bu karışıklığa bir istikrar getirmek istiyor. devrimin metaforu, lokomotifin yoldan çıkması değil, imdat frenine basılmasıdır.

    --- spoiler ---
  • bir arkadaşımın kitaplığından inceliğine kanıp seçmiştim bu kitabı, metroda falan okumak için. bir kere hiç de öyle metroda, yolda belde okunacak türde değil uyarayım. zira çok dikkatli bir okumayı okuyucudan talep ediyor. “yok, ben bunu bitiremem”, ile “aman allahım, ne olağanüstü bir kitap bu”, arasında gidip geliyor duygularınız. benim gibi hem dil, hem siyaset hem uluslarası ilişkiler konularına meraklıysanız fonunu gerçek zaman ve gerçek karakterlerin üzerine kuran bu kitabı adeta can dündar belgeselleri metni gibi okursunuz. sık sık google’a başvurup adı geçen şahıslar, olaylar için inceleme yapmazsanız okuduklarınız yarım yamalak hatırladığınız rüyalara döner benden söylemesi. tüm ağır siklet metnine rağmen oldukça keskin bir mizahı olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim. yazarı terry eagletonbir ingiliz dil teorisyeni.
hesabın var mı? giriş yap