• telgraf adlı ilk bölümün girişinde murau'nun öğrencisi gambetti'ye "büyük bir dikkatle incelemesi" için verdiği ve bir nevi edebi reçete de sayılabilecek beş kitaplık liste şu şekildedir:

    jean paul - siebenkäs
    franz kafka - dava
    thomas bernhard - amras
    robert musil - portekiz'li kadın
    hermann broch - esch oder die anarchie
  • eleştiri nedir'e cevap

    okursanız, hayatı beğenmemeye, beğenmediğinizi anlamaya başlayacaksınız. okursanız okuma alışkanlığınız değişir, bakışlarınız dolayısıyla görüşleriniz değişir ama okuyamama ihtimaliniz daha yüksek, bernhard'ı sevmeme ihtimaliniz çok yüksek. bu kitabı entellerden duyamazsınız ağır gelir, çarpar. okumayın.
  • dilimize," yok etme" adıyla çevrilmiş alt başlığa da "bir parçalanma" yazılmıştır. evet bir parçalanma hikayesidir. önce tüm aidiyetlikleri, kökleri, kendisine hazır verilen ve ondan beklenen tüm görev ve sorumlulukları parçalama ardından da parçalanma. yazar, karakteri murau'nun ağzından der ki;

    "gerçekte ben wolfsegg'i ve benimkileri parçalara ayırmak ve ayrıştırmak, onları mahvetmek ve yok etmekle uğraştığım sırada kendi kendimi parçalara ayırıyor, ayrıştırıyor, mahvediyor ve yok ediyorum. öte yandan kendimi ayrıştırmam ve kendimi yok etmem bana yeniden hoş bir düşünce olarak görünüyor, demiştim gambetti'ye. yaşamım boyunca da başka bir şey yapmaya niyetim yok."

    anne, babası ve ağabeyinin öldüğü haberini alan murau şimdi, büyüdüğü sonra kaçtığı ve nefret ettiği, yok etmeye çalıştığı wolfsegg'e ve yerle birlikte özdeşleşen, oradaki aşağılık insanların yanına hemen gitmek zorunda kalır. bu andan itibaren murau yüksekçe bir yere çıkar ve insanı aşağılayan, insanın kendini gerçekleştirmesine olanak vermeyen her olguyu topa tutmaya başlar. üslubu kesin ve serttir çünkü birçok emek vardır kendi düşünce dünyasını kurmasında. zaten o bir düşünce insanı olarak tanımlar kendini.

    ayrıca benim de lermontov'la tanışmama vesile olmuştur. aklımda kaldığı kadarıyla proust, kafka, dostoyevski gibi yazarların yanında anmıştı ismini lermontov'un.
  • gorundugu kadariyla, zaten sanki bir itiraf gibi yazarina gore ve ana karaktere gore de ‘bir parcalanma hikayesi.’

    bu kitabi okumak beni cok yordu, metinlerin ve bazen de diyaloglarin ikircikli olmasi,ki bunu bazen tekrarlayan sekilde cumlesi cumlesine ayni sekilde yapmasi, sayfalar sonra bile benzer sekilde karsima cikmasi, beni cok yordu. aslinda bunu anlayabiliyorum. bu, bizi ‘yok eden’ ya da ‘yok edebilecek’ seylerin hala kendi icimizde ve kafamizda tutarsizligini yasama arzumuzdan ileri geliyor. insan bazi seylerin adini koymaya ve sonra oyle yasamaya korkuyor. hayatimizdaki butun maddi unsurlarin once nesnelestirilip, budur gercek denmesi, sonra da buna gore yasaniyor olmasi, o seye ya da nesneye dair analiz yapmak istediginde senin karsina bir dost olarak cikmiyor. bu nesnelestirmeler ve kabuller yol almanda, yani gerceklik algini ve yaninda hayatini degistirmek yolunda, seni zorlayan; birincil ve en zorlu acmazlar; tehlikeli birer gercek gorunumlu zaaflar, deger verdigin ve seni yari yolda birakan arkadasin etkisi ve/ya fikri olusturuyor.

    oyleyse ne yapmali sorusuna verebilecegi bir cevabi yok kitabin. zaten bir recete olmak iddiasinin otesinde, butun seylere butunuyle karsi oldugu gibi recetelere veya sana recete olarak sunulanlara da karsi. her seye karsi bir kitap. her seyde bir karsilik arayan ve boylece her seye karsilik veren, karsi olan, karsiligi olan bir kitap. okumak ve sadece anlamaya calismak gerek derim. bernhard gercekten aykiri bir insan. sadece bu yonuyle bile kendisi ve kitaplari ele alinabilir, alinmali.
  • yazarın; aileyi, doğulan ve yetişilen yeri, oradaki insanları, gelenekleri, davranış biçimlerini, geçmişten sokulup gelerek insanın bugününü etkileyen gölgeleri yıkıp geçtiği kitaptır. bu yıkıp geçme öyle büyük bir iş makinesi ile de bir anda olmamıştır. teker teker her tuğlayı, çiviyi, tahtayı ne varsa eliyle sökmüştür thomas bernhard. sonra murauya bu sökülenlerle ne yaptırdı onu merak ediyorum açıkçası.
  • "çok yaşlanacaklar, demişti bir kere, bu insanlar çok yaşlanacak, yıllar geçtikçe budalalıkları koruyucu bir zırh gibi kaplıyor onların çevresini, bizim gibiler gibi birdenbire düşüp kalmaz onlar. yanıldı. ömür boyu süren, yaşamlarını kısaltacağına daha da uzatan hastalıkları vardı, tedirgin edici olsalar da ortaya çıkıp insanı yıkan ölümcül hastalıklar değildi bunlar. ilgi alanları onları heyecanlandırmaz, tutkuları onları delirtmezdi çünkü bunların hiçbirine sahip değillerdi. soğukkanlılıkları ve sonuçta da kayıtsızlıkları onların sindirim sistemlerini düzenler her gün, bu yüzden de moruklayıncaya kadar yaşayacaklarını düşünerek hareket ederler. temelinde dünyadaki hiçbir şey ilgilerini çekmez ve hiçbir şey onları itmez. onları en ufak biçimde zayıf düşürecek hiçbir şeyin üzerine eğilmezler. benim aralarında rahatsız edici bir unsur olduğumu fark ettikleri anda, demişti georg amcam, beni kendi topluluklarından hemen dışarıya ittiler, önce örtük olarak, sonradan açıkça."
  • "her zaman yalnız kalmanın özlemini çekerim ama yalnız kalınca en mutsuz insan ben olurum. yalnızlığa dayanamıyorum ve durmadan ondan söz ediyorum, yalnızlığı göklere çıkarıyor ve aynı zamanda ondan nefret ediyorum çünkü biliyorum ki hiçbir şeyin yapamadığı kadar mutsuz kılıyor insanı, şimdi hissetmeye başladığım gibi, örneğin gambetti'ye yalnızlığı övüyorum ama yalnızlığın cezaların en korkuncu olduğunu da çok iyi biliyorum. gambetti'ye, gambetti, en yüce şey yalnızlıktır, diyorum, çünkü onun felsefecisi rolünü oynuyorum ama çok iyi biliyorum ki yalnızlık cezaların en korkuncudur. yalnızca bir deli yalnızlık propagandası yapar ve tamamen yalnız olmak demek sonuç olarak tamamen deli olmak demektir, diye düşündüm ve gene ters yöne doğru yürüdüm."
hesabın var mı? giriş yap