• askeri tabur, tumen yada birlik veya tugayın [oha] toplu halde yer değiştirmesi, mesela "warılacak yere warması, olunacak yerde olması, basılacak yeri basması, ölünecek yerde ölmesi" vesaire benzeri...
  • acemi birliklerinde eğitim amaçlı yapılan kır gezisi, piknik.
  • "idari" ve "taktik" olmak üzere ikiye ayrılır. idari intikal daha çok eğitim birlikleri ve sınıf okullarında verilen eğitim amaçlı intikallere denirken, özellikle savaş durumlarında veya iç güvenlik harekatı'nda, düşman veya teröristle temas ihtimali bulunan koşullarda yapılan intikale taktik intikal denir.
  • genellikle bu yuruyuslerde koca koca cantalar ve elde tufekler tasınır.yorucudur...
  • özetle pusu denir.

    doğu’da geceleri çok soğuk olur. sabaha karşı -30 lara kadar düştüğü görülmüştür. yine öyle bir gece. 18 asker, 5 korucu bir tepeye doğru yürüyoruz. karlar 1 metre’yi geçmiş. kar kıyafetleri içinde kimse seçilmiyor. tipi var. böyle yüzüne tokat atar gibi vuruyor. kar maskesi fayda etmiyor. üşüyorum. transit bizi belli bir noktaya kadar bıraktı. ondan sonrasını yürüyerek gideceğiz. nereye gideceğimizi bile bilmiyorum. her attığım adım başına içimden binbir türlü küfür ediyorum. bir an’da ayağım boşluğa düşüyor. hopp yerdeyim. 5 metre aralıklarla yürüyoruz. benim yere düştüğümü gören tim arkadaşları birer birer yere atıyor kendini. bayılma numarası yapanlar. kendi kendine titreyenler. sonra kaval kemiğime tekme yiyorum. “ sen kendini yere attın diye bunlar’da numara yaptılar” diyor komutan. ayağım boşluğa geldi diyorum. dinlemiyor. yürüyün diyor.

    en arkada avcı eri var. elinde süpürge. ne süpürgesi demeyin, kar’da izleri silmek için süpürge taşıyor.biz yürüyoruz o arkadas izleri yok etmeye çalışıyor. çocuğun iflağı kesilmiş, ebesi sikilmiş. ağlıyor. kar zaten izleri kapatıyor. ne gerek var süpürgeye. halen yürüyoruz. bi gelemedik siktiğimin tepesine. geçiş noktasıymış. pusu yeri diye düşünülmüş.
    mayın dedektörcüsü en önde. ota boka ötüyor cihaz. çocuk kafayı yemiş. düşünmeden atıyor adımını. mayın patlasa kafası, bacağı kopsa umrunda değil. yeterki şu tepeye ulaşalım. 2 saat daha yürüdük. ah diyorum. evimde olsam. sabah annem kahvaltı hazırlasa. gidip arabamı yıkasam. sinemeya gitsem, sahaflara gitsem. kahve içsem. çok mu şey istiyorum lan.

    nihayetinde tepeye varıyoruz. o kadar çok yürüyünce ve ilk pusum olunca orada farklı şeyler olmasını bekliyorum. korucu geliyor yanıma. yoruldun mu benim gardaşım diyor. abi diyorum şimdi ne olacak. sabaha kadar bekleyecez diyor. komutan elini taşaklarına doğru götürüp ” uyuyanın amına koyarım diyor “ . ulan diyorum kendi kendime be amına koyduğum buralara kadar çıkmışız, insan bir moral verir, motive eder. uzman jandarmalar hep böyle. sevmiyorlar kimseyi ve sevilmiyorlar zaten. astsubayımız var. benden küçük. askeri okul bitirmiş . yaşça küçük olmasına rağmen ona karşı müthiş bir vazife aşkı besliyorum. saygı duyuyorum çünkü atatürk’ün bizlere bıraktığı cumhuriyetimizi ancak böyle görev aşkı ve meslek ahlakı almış olan askerler koruyacak. vakti zamanında zülfü livaneli’nin tutuklanıp sürgüne gönderilmesi sırasında kendisine kötü muamele eden bir subay’a “ sizin için üzülüyorum. siz atatürk’ün askerleri değilsiniz “ sözü aklıma geliyor ve bundan güç alıyorum.

    sabaha kadar uyumuyoruz. uzman jandarmamız etrafına topladığı 8 askeri kendisine siper etmiş püfür püfür uyurken biz bekliyoruz.
    sabah oluyor ve görevi kendimizce başarı ile icra edip karakolumuza dönüyoruz. pek tabii bu esnada karnımız acıkıyor. konserveleri sevmediğim için yanıma dido, halley gibi çikolataları almıştım. ama insan yine de sıcak bir şeyler istiyor. şimdi altı üstü 1 gün demeyin, dayanamayan insan için zordur.
    transitin bizi bıraktığı noktaya gelmesini bekliyoruz. kısa sürede gelip bizleri alıyor. karakolumuza varıyoruz. yemekhanemiz hazır. güzel yemekler var. aykut diye bir çocuk var. psikopat. aynı bu geniş aile’deki ulvi gibi. onunla birlikte yemek masasına oturuyoruz. çorba sıcacık. çorbayı ağzıma atınca böyle evsiz insanları kış günü soğukta donmasınlar diye spor salonuna götürüp yemek yedirirler ya o sahne aklıma geliyor. ellerim, dudaklarım çatlamış. çorbayı hüpürdeterek içiyorum, o esnada aykut . “ vay ananı sikim “ diyep ağlıyor . hocam diyor bir sıcak çorba ağlatır mı adamı. annem tarhana yapardı. o aklıma geldi diyor.
    istemsiz olarak ağlıyoruz. çok iyi hatırlıyorum en son babam öldüğünde ağlamıştım.
    astsubayımız gelip “ yakışıyor mu türk askerine “ deyip gülüyor. sonra derin muhabbetlere giriyoruz. yaşı küçük olmasına rağmen evli ve 1 çocuğu olduğunu öğreniyorum. ailesinden ayrı yaşamanın ne kadar zor olduğunu anlatıyor. o sırada utanıyoruz. ama bu söyleşilerden sonra iyice seviyoruz kendisini. o da bizden oluyor bir anda.

    teskere zamanına az bir süre kalmış. uçak biletini ayarlıyorum. kız arkadaşımla sürekli kavuşacağımız günü düşünüp mutlu oluyoruz. o gün yine bir pusu var. bir ormanlık araziye gidilecekmiş ki bu ormanlik alan oldukça sıkıntılı bir yer. vakti zamanında 2 tabur askerin girip 1 tabur askerin zor çıktığı rivayet ediliyor. günde 16 saat hazır kıta ayaktayız. 8 saat nöbet tutuyorum. komutanların çantalarını hazırlayıp operasyona uğurladık. astsubayımızda gidiyor. gece 2-4 nöbeti sırasında haber geliyor. astsubayımız arazi taraması esnasında mayına basarak şehit düşmüş. cumhuriyetimiz bir askerini daha kaybetti diyorum.

    işte böyle, askeri intikaller her ne kadar acımasız olsa da çoğu zaman içinde hüzünleri barındırır.

    not: ilgili intikal'de çekilmiş olan birkaç videoyu yoğun istek üzerine paylaşmam farz oldu.

    http://tinypic.com/player.php?v=2vnho8z&s=6
  • mekan: 6. jandarma komando eğitim alay komutanlığı/manisa
    zaman: sonbahar- gecenin bi vakti
    hava sıcaklığı: 2-3 derece bir şeyler

    intikale çıkmadan önce rütbeliler kalın giyinmeyin sonra yolda üstünüzdekileri çıkartmak için çabalarken gruptan ayrı düşersiniz diyorlar. ben dahil bütün askerler sikerler öyle işi deyip 3-5 kat giyinmişiz. yola çıktıktan 15 dakika sonra anlıyoruz bu tembihleri. sırtımdan inen terler sinsi sinsi gülümsüyor göt çatalıma doğru. üstümde mg3 ile birlikte bir kumanya çantası, hücum yeleği, kamuflajlar falan derken rahat bi 35 kilo ağırlık var ve bu ağırlık her 10 dakikada bir 5-6 kilo artıyor. sol omuzumdan sağ omuzuma geçirdiğim mg3'ün dili olsa da konuşsa. 11,5 kilo kodumun silahı, 1 ay taşıdıktan sonra sağa yatarak gezmiştim 1 hafta. engelli gibi olmuştum lan. quasimodo gibi olmuştum anasını satim. bir ara öyle bi güzergahtan geçiyoruz ki kendimi rio de janeiro'da ghettolara bakan bir gerilla gibi hissediyorum. şöyle anlatayım; bir yamaç var, bu yamaçta bir patikadan yürüyoruz, aşağıda kırkağaç'ın evlerinden yayılan ışıklar, tepede yıldızlar öyle belirgin ki kutup ayısı, samanyolu falan göz kırpacakmış gibi geliyor her an insana. dağ taş tepe aşıyoruz. acemi siken diye bir bayır var oranın kadro askerlerinin efsanelerinden duyduğumuz. oraya geliyoruz. dim dik. ufku gözükmüyor amına koduğumun bayırının. ya allah deyip sırtlanıyorum mg3'ü. 10. dakikasında öyle bir takatsiz, güçsüz kalıyorum ki burada benim canımı al allahım, geberip gideyim ben burada diye geçiriyorum içimden. ölüm bile bundan daha hafiftir. üstümdeki her şeyi çıkartıp 2-3 derece sıcaklıkta, gecenin bi vakti sadece yeşil tişötrümle kalıyorum. yürü babam yürü. bitmiyor siktiimin bayırı lan. cennetin yedinci katına yürüyoruz sanki mına koyim. burada da ölmezsem bir daha hiçbir şey beni öldüremez. azrailin götüne sokarım o orağı. sonunda bitiyor o yokuş. neyse ki bir 5 dakikalık mola veriyorlar da iki yudum su içiyoruz. devam. yürü greyback. anandan doğduğuna pişman olmak için yürü bakalım. sonunda 4-5 saatlik bi yolculuğun sonunda varıyoruz istediğimiz yere. metleri serip yatın sabah 6'da kalkıp pusu eğitimi verilecek diyor bir rütbeli. şafak 422 gardaş diyor yanımdaki adana'lı. ah be adana'lı..
hesabın var mı? giriş yap