• slovenya doğumlu, kendisini marksist olarak tanımlayan, lacan'ı çokça sevdiğini psikanalitik çıkarımlarından anladığımız, sosyolog, filozof, kültür eleştirmeni slavoj zizek'in (bkz: slavoj zizek) orjinal adı 'welcome to the anthropocene' olan 96 sayfalık eseridir. encore yayınlarından mehmet budak çevirmiştir. iyi de etmiştir.
    kitabı yakın zamanda bitirmiş bulunuyorum. kültürü 'insan-doğa' ikiliği bağlamında ele alarak insanı, kültür nezlinde ilerlemek/modernleşmek (veyahut sanayileşerek üretim kârını arttırmak) gayesiyle nasıl da doğaya/habitata zarar verdiğinden bahseder zizek ağabeyimiz.
    bir olayın 'feci ama ciddi değil' olarak algılanmasının altını kazır. doğadaki insanın doğaya kazandırdığı(!) feciliği ve sonrasında "bu kadar feci bir durumun nasıl ciddi algılanmadığını" okuyucunun beynine işler. süslü püslü kavramlardan ziyade gayet yalın bir dile sahiptir kitap.

    dipnot: zizek'in bu eseriyle hayatıma kazandırdığı bir kavram 'fetişist yarılma'dır. üzerine düşünülebilir efendim.
  • birinci dünya savaşından bir anekdotla başlayalım. alman ve avusturya ordu karargahları arasında gönderilen iki telgraf mesajı şöyledir:

    almanlar: “bizim cephede durum ciddi, ancak feci değil.”
    avusturyalılar: “bizim cephedeyse durum feci, ancak ciddi değil.”

    çoğumuz, içinde bulunduğumuz küresel felakete gittikçe bu gözle bakmıyor muyuz?

    *

    uzmanlara göre, artık insanlık tarihi - tabiat tarihi ayrımı ortadan kalkmış ve insan, tabiat kuvvetlerinden veya jeolojik etmenlerden biri haline gelmiştir. artık sadece dünyadaki türlerden biri değiliz, aynı zamanda doğal koşullardan biriyiz de. bütünün (yeryüzündeki hayatın) kaderi, fiilen onun parçalarından biri olarak bizlerin yapıp ettiklerine bağlanmış durumda.

    bunun sonucu olarak, yeni bir kavram güncellik kazanmaya başladı: antroposen çağı. antroposen ya da insan çağı, 1950 lerde başlamış olan ve insanoğlunun dünyaya olan etkisinin en üst düzeyde olduğu bir dönemi ifade ediyor.

    *
    esas problem, gündelik gerçekliğin akışının gerçekten bozulabileceğine inanmayı bir türlü beceremeyen sağduyumuzda yatıyor. sanki şöyle bir tutum içindeyiz:

    “gayet iyi biliyorum ki küresel ısınma tüm insanlık için bir tehdit oluşturuyor, ama yine de buna gerçekten inanamıyorum.”

    *

    durumu daha da karmaşık hale sokan şey, ekolojik tehditlerin birçoğunun bizzat bilim ve teknoloji tarafından yaratılıyor olması. bilim hem riskin kaynağı hem de bir çıkış yolu bulmak için yararlanacağımız kaynak.

    kapitalizm eleştirisinden yola çıkıp modern teknolojik uygarlık eleştirisine doğru üstünkörü genellemeler yapmaktan sakınmalıyız.

    *

    bugün şu ikilemi yaşıyoruz: ya doğal felaket tehdidini ciddiye alacağız ve eğer felaket vuku bulmazsa bize gülünç gözükecek adımları atacağız ya da hiçbir şey yapmayacağız ve eğer felaket vuku bulursa her şeyimizi yitireceğiz.

    en kötü alternatif ise, bu ikisinin arasında durmayı seçmek, yani sınırlı tedbirler almaktır. bir ekolojik felakette ikisinin arası diye bir şey olamaz.

    (slavoj zizek, “antroposen’e hoşgeldiniz”)
hesabın var mı? giriş yap