• andre bonnard'ın bir kitabı.
  • - milat'tan önce 900 lü yıllarda antik yunan dünyası mike'nin çöküşü sonrasında karanlık çağdan yavaş yavaş çıkmaya başlamışlardı. kent devleti/polis denen yerleşim yerleri batı anadolu yunan yarımadası ve güney italya'da hızla çoğalmaya ve gelişmeye başlamışlardı.

    - politika, yunanca 'polis' ten gelir. kent devleti yada site denen polis, anadolunun batı kıyılarını, ege adalarını, yunan yarımadasını, güney italya ile sicilya'yı kapsayan eski yunan dünyasının toplumsal ve siyasal örgütleniş biçimi olmuştur. benzer bir plan içinde inşa edilen polisler çeşitli tapınakları devlet binaları, agora, spor alanı, açık hava tiyatrosu ile düzenli bir görünüme sahiptiler.

    - antik yunan dünyası 8. yüzyıldan itibaren en ekonomik açıdan büyük bir canlılık içine girdi.

    - üzüm ve zeytin yetiştiriciliği, dönemin yüksek değerli malları olan şarap ve zeytinyağını dış satıma hazırlamanın temelini atmıştır.

    - ekonomik canlılık servet birikimine bu da lüks hayata ve sanat ürünlerine ilgiyi arttırdı. bu durum polislere yabancı zanaatkarlar, sanatçılar ve tüccarlar gelmesine neden oldu.

    - sınıflar arası çatışmalar antik yunan da siyasal düşünüşün gelişmesini ve büyük düşünce okullarının ortaya çıkışını sağladı.
  • demokrasinin temellerinin atıldığı uygarlık.

    günümüz insanının en çok ilgisi çeken antik uygarlık(en azından benim). bunun en büyük sebebi haklarında bir çok şey bilebiliyor olmamızdan kaynaklıdır. bir hayli zaman önce bu uygarlığın yükselişi hakkında okuyup, not alıp sonra amatörce yükselişlerini anlamaya çalışmıştım ve blogumda(bir zamanlar önce, uzun zamanlar önce) yazmıştım. bir kaç rötuşla buraya aktarayım yazımı. şunu da söylemeden geçmeyeyim, bol bol bertrand russell'ın batı felsefesi tarihi esintisi içerir.

    kuşkusuz antik yunan medeniyeti birden bire "hadi dostlar daha önce dile getirilmemiş şeyler ortaya atalım, sıfırdan bir medeniyet kuralım" diyerek doğmadı. o medeniyetin oluşturan yapı taşları, mezopotamya ve mısır’da zaten bulunuyordu. fakat bu medeniyetlerde aritmetik ve geometri olmasına rağmen abartılı seviyelerde gelişkin değildi. düşünce sistemleri dini temeller üzerine kurulmuştu ve böylece gelişkinlikleri dini engellere veya gündelik problemlerin çözümüne odaklılığa takılıyordu. yunanlar ise mevcut ilkel keşiflerin üstüne bilgileri sistematikleştirdiler. bundan dolayı matematiği, bilimi ve felsefeyi buldular diyebiliyoruz(kalıpların dışında geliştirmeye başladılar). mesela bir örnek verelim. felsefeyi buldular diye yazdım çünkü kendilerinden önceki büyük uygarlıkların aksine, din etkeni olamadan fikirler üretebilmiş olmalarıdır. bu ayırt edici özellik ve sistematikleştirme, “felsefeyi onlar buldu” deme hakkını vermez mi bize? gelin bu paragrafı biraz detaylandırırken mezopotamya ve mısır uygarlıklarına bir göz atalım. çünkü antik yunanı anlamak için onlardan önceki büyük uygarlıkların kısa kısa değinmek gerekir.

    tarih sahnesinde, ilk zamanlarının büyük uygarlıkları mısır ve mezopotamya’da kurulmuştu. mısır’da nil nehri, mezopotamya’da ise fırat ve dicle nehirleri bulunuyordu. bu nehirler tarımı verimli kılıyordu. bu nehirler çevresinde insan nüfusu iyice artıyordu. zaman içerisinde insanlar bir birini yönetme arzusuyla kızıştılar. güçlü olanlar yönetimi eline aldı. gücü eline geçiren hükümdarlar, güçlerini pekiştirmek için hükümdarlıklarını din üzerinden pekiştirdiler. bu bahsettiğimiz tarım üzerinden gelişen ve imparatorluk haline gelen uygarlıklarda, tek bir güç olan kral vardı. bu kral bütün toprağa sahipti. din çok tanrılıydı. kralın yakın ilintili yani bağlantılı olduğu, diğer tanrılardan daha üstün bir tanrı bulunurdu. bu tanrı ve kral arasında kurulan bağ sayesinde, halkın kralın otoritesini sorgulamasının önü kesiliyordu. toplum ise askerler, rahipler ve soylular olarak sınıflara ayrılmıştı. toprağı sürenler ise krala, soylulara ve rahiplere ait olan kölelerdi.

    mısırlılar günlük yaşamlarını doğrudan etkileyen nil nehrinin hareketlerini hesaplamak ve vergi sistemini kayıt altına almak adına geometriyi ve aritmetiği ilkel olarak geliştirmişlerdi. piramitlerin yapımına kadar süre gelen bu gelişmişlik, piramitlerin yapımından sonra yerini dinsel bir tutuculuğa bırakmıştı. dinsel tutuculuğun hızla artması ile birlikte gelişme yavaşladı ve geri kaldı. çünkü geliştirdikleri şeylerin üst eşiği sınırsız değil, oluşturdukları görünmez kalıplara bağlıydı.

    mezopotamya tarafına baktığımızda, fırat ve dicle boyunca uzanan ve büyük bir imparatorluk olan babiller vardı. mısırlıların çevresi çöl ile çevirili olduğundan, düşmanlara karşı korunaklıydılar. babillerde ise güçsel rekabet çok olduğundan, askeri güç ön plana çıkıyordu. askeri gücün yanı sıra din faktörü yönetimde bu uygarlıkta için de çok önemliydi. yöneticiler güçlerini tanrıya dayandırarak, koydukları yasaları değiştirmeyi dinsel bir suç haline getirmişlerdi. örneğin bildiğimiz en eski yasal hükümler, babilin altıncı kralı olan hammurabi tarafından koyulan yasalardır. hammurabi bu yasaları kendisine tanrı marduk’un verdiğini söylemiştir. böylelikle koyulan yasalara uymamak dinsel bir suç olmuştur. bir sonraki gelişimin önü tıkanmıştır. din ve ahlak arasındaki bağ artmıştır. babil dini öteki dünyadan çok, bu dünyada ki yaşamdan söz etmiştir. rahipler yaşam üzerinde gözlemler yapıyorlardı ve bu elde ettikleri sonuçlara sihirbazlık diyorlardı. sihirbazlık adını verdikleri aktiviteler sonucunda ay tutulması, günün 24 saat olması, çemberin 30 dereceye bölünmesi gibi şeyleri keşfetmişlerdi.

    mısır ve mezopotamya uygarlıklarının faaliyetleri başlarda ticari değil tarımsaldı. önemli keşifler yapıyorlardı ama bilginin devinimi için sadece kendi ürettiklerin yetmez. etkileşim gerekir. etkileşimde yetmez. mardukun yasalarını sorgulayabilmek de gerekirdi.
    zaman içersinde ise diğer milletler de tarih sahnesine çıkmaya başlıyordu. toplumlar bir birileriyle sürekli savaşıyorlardı. bu etkileşimler bir yandan da ticareti doğurmuştu ve ticaret gelişim sürecine girmişti.
    ana yunanistan topraklarına baktığımızda, topraklar dağlık ve büyük ölçüde verimsizdi. fakat denize açılan pek çok verimli vadiler bulunuyordu. insanlar bu vadilerde toplanıyorlardı. mecburi olarak deniz yolunu kullanıyorlardı ve bu sayede deniz yolunu kullanmada becerikli hale geliyorlardı. kendi toprakları dışında deniz yolu, onların farklı birçok toprağa açılmalarını da sağladı. böylelikle yeni ve verimli topraklarda koloniler kurma imkanları da doğmuş oluyordu.

    zaman içerisinde uygarlıkları gelişiyordu ve akdeniz ticaretinin en önemli sahipleri haline geliyorlardı. kazançlarının getirdiği gelişmişlik ile birlikte kendilerine bireysel olarak ayırabildikleri vakit de artıyordu. birçok şehir devletine ayrılmışlardı. kendilerinden önce ki uygarlıklar gibi ilk başlarda monarşi yönetimi vardı onlarda da. sonraları soylular yönetimi devralmış. ticaretin gelişmesi ve insanların zenginleşmeye başlaması ile birlikte ise demokrasi ortaya çıkmıştır.

    antik yunanların ticarette etkin olmaya başlamaları ile birlikte tüccarlar sayesinde farklı uygarlıklar ile etkileşime giriyorlardı. onlardan etkilenerek antik yunanistan’a edindikleri bilgileri de getiriyorlardı. örneğin babiller’de ki marduk, yunanlarda ki zeus’a eşdeğerdir.
    ticaretin antik yunanlara en büyük getirisi ise kuşkusuz yazı sanatı oldu. deniz ticaretinde en önemli uygarlıklardan olmuş olan fenikeliler ilk önce mısırlılardan yazı sanatını öğrenmişlerdi ve yazı sanatını mısırlılardan daha çok geliştirdiler. antik yunanlar da bu sanatı fenikelilerden öğrendiler ve yazı sanatını fenikelilerden daha fazla geliştirdiler.

    mısırlılar şekillere dayanan yazı kullanmışlardı. babilliler ise çivi yazısını. bu yazı şekilleri günlük kullanıma el verişli değillerdi. antik yunanların geliştirdiği yazı ise elverişliydi. dolayısı ile bireysel anlamda kullanıma açıktı. böylelikle antik yunan uygarlığının gelişmesi de çabuklaşmış oldu.
    antik yunanların dikkat çeken ilk yazılı ürünü ise homeros’tu. homeros’a bakarak, antik yunanların yükselme süreçlerinde ki kendilerini onlardan önceki uygarlıklardan farklı olarak dünyayı algılayışlarını daha iyi anlayabiliriz. özellikle mısırlılar ile mezopotamyalıların gelişmişlikleri din eksenli gelişmiş ve sınırlı kalmıştı. antik yunanlarda ise durum daha farklı gözüküyor.

    homeros’ta ki antik yunan tanrılarına baktığımızda onların pekte tanrı gibi olmadıklarını görürüz. tanrıları, insan gibidirler. insanlardan onları ayıran özellikleri, ölümsüz olmaları ve üstün güçlere sahip olmalarıdır. kişisel özellikleri ise insanlar gibidir. öfkelenirler, sarhoş olurlar, sevişirler ve gerek davranışları gerekse duygusal hareketleri tamamen insancıldır.

    gilbert murray şöyle diyor:

    “çok ulusun tanrısı, dünyayı yarattığını ileri sürmüştür. olympos tanrılarınınsa böyle bir savı yoktur. onların yaptığı, yalnız dünyayı ele geçirmek olmuştur. krallıklarını kurunca nasıl davranmışlardır? yönetim işine mi girişmişlerdir? ticaret ve endüstriyle mi uğraşmışlardır? asla! neden dürüst iş görsünlerdi? haraç alıp yaşamak, vermeyenlerin üstüne yıldırımlarını göndermek varken. egemen oymakbaşı, görkemli soyguncudan başka birşey değillerdi. savaşırlar, iyice içerler, başuçlarında bekliyen topal demirciye kahkahalar savururlar, kendi kralları dışında kimseden korkmazlar, sevgi ve savaş dışında yalan söylemezlerdi.” (grek dininin beş aşaması, s. 68)

    antik yunanların tanrıları hiçbir kısıtlama olmaksızın tamamen insan gibiydiler ve ahlak anlayışları alışıla gelmişin dışındaydı. dolayısı ile antik yunanlar da kendileri üzerinde hareketlerini kısıtlayabilecek, dinsel bir baskı görmemişlerdir. kuşkusuz bu ortam ve algılayış onların yükselişinde büyük bir öneme sahiptir. ve zamanla pozitif bilimleri diğer etkenlerden ayırarak gelişmişliklerinin zirvelerine çıktılar.

    sonuç olarak, ticarette etkin olmaları neticesinde zenginleşmeleriyle, kendilerine vakit ayırmaya başlayabildiler. birçok şeyi sıfırdan ortaya çıkarmadılar, diğer uygarlıklardan öğrendikleri ilkel bilgilerin üzerine çok daha fazlasını katarak ve bilgiyi yazı sayesinde sistematikleştirerek, etkisi günümüze kadar uzanan bir uygarlık kurdular.

    şöylede bir müzik iliştirelim*
hesabın var mı? giriş yap