• trailer

    isveçli uzay/bilim kurgu filmi.

    cüneyt özdemir beğenmiş. ben izlemedim.
  • pella kagerman ve hugo lilja'nın yönetmenleri olduğu iskandinav bilim kurgu filmi.

    insanları dünya'dan mars'a taşımak için kullanılan uzay gemilerinden birinin öyküsüdür. fakat gemi tahrip olan dünya'dan ayrılırken, uzay çöpüyle çarpışır ve rotasından sapar. yolcular yavaş yavaş asla geri dönemeyeceklerinin farkına varırlar.

    trailer: https://www.youtube.com/watch?v=3mile9r00ik
  • cüneyt özdemir'in son videosunda bahsettiği merakımı uyandıran bilim kurgu filmi. ancak malum ortamlara düşmemiş. hatta altyazı çevirmenlerinin de filmden haber yok galiba. bu yardım eli uzatın lütfen
  • avm'yi uzay gemisi seti yapıp bilimkurgu filmi çekmişler...
  • nobel ödülü kazanan ilk ve tek bilimkurgu yapıtıdır.

    nisan ayında filmi sayesinde haberim oldu kendisinden. daha önce bilimkurgu şiiri diye bir edebiyat kategorisi olduğundan habersizdim, film yönetmenine ve yapımcılarına teşekkür ediyorum.

    evet aynen dediğim gibi 100 küsür sayfalık bilimkurgu şiiridir bu. roman değil, öykü değil, bildiğin şiir. harry martinson'ın 1956'da yayınladığı, üstelik nobel kazandığı, zamanında isveç'in gururla okuma listelerine koyduğu yapıt.

    günümüzde neden unutulduğuna yönelik biraz araştırma yaptım. bunun arkasında yapıtın insanın varoluşunu felsefi olarak gidebileceği en son noktaya kadar götürmüş ve orada nihai anlamsızlığa vardırmış olmasının yanı sıra, aldığı nobel ödülünün zamanında (martinson'un nobel jürisinde yer almış olması sebebiyle) büyük gürültü koparması, isveç edebiyat çevrelerinin yıllar içinde martinson'a cephe alıp onu yalnızlaştırması ve nihayetinde intiharına yol açması gibi oldukça karmaşık sebepler var. isveç devletine ait internet sitesindeki en ünlü 10 isveççe edebi yapıt arasında aniara artık yer almıyor. ülkenin bu konuda halen ne kadar uçlarda dolaştığını göstermesi açısından beni çok şaşırttı.

    aniara iki kez ingilizceye çevrilmiş. ilk cevrimi 1960'larda. bu basıma ulasmak neredeyse imkansız, çünkü ancak özel izinle girilebilen arsivlerde bulunuyor veya üniversite kütüphanelerinde yine kısıtlı bir izinle erisilen bölümlerde yer alıyor. sahaflarda bulmak artık imkansız. ikinci ve son çevrimi 1999'da. ancak bu basım da çok eski sayılmasa da artık piyasada bulunmuyor ve altın değerinde. öyle ki kopyası sahaflarda 200 dolardan açılıyor ve 600 dolarlara kadar gidiyor. beni şaşırtan ikinci şey bu oldu. adeta kitaba ve içeriğine erişimin engellenmesi gibi bir durum var. isveç'te bile isveççe yeni baskısı yok, ingilizceye çevrimi gibi bir durum da söz konusu değil. fransızca, ispanyolca ve çince (evet çince) üç baskısı var sadece. ingilizce ilk çevrimi daha siirsel ve orjinal metinden lisan duzleminde daha ozgur, lirik anlamda ingiliz edebiyatına daha yakın, daha kolay okunur ve akıcı (ki bu açıdan bayagı elestiri almıs). ikinci çevrimi profesörler yapmıs ve orjinal metine kelime bazında baglı kalmıslar. bu da yapıtı bir siirden çok yer yer çok üst düzey akademik bir metine dönüstürmüs. okuması zor, içerdigi çok sayıda referans yüzünden ilk bakısta kavraması zor ve hatta çok kuru ve sıkıcı.

    kitabı (ikinci çeviri) ödünç alıp okudum. başta yazdığım gibi hiç daha önce böyle bir tür kitap okumamışım, o açıdan müthiş etkileyici bir kere. diğer etkileyici tarafı ise insanın varoluşunun ve hayatın insana sunduğu tüm seçeneklerin (seks, siyaset, sosyoloji, din, felsefe, eğlence, spor, bilim ve edebiyatın) büyüklüğü insan beyni tarafından kavranamayan bir evren karşısında uzaydaki bir tozdan farkı olmadığı ve tamamen önemsiz ve değersiz olduğunu adım adım anlatması. okuyucu olarak zaten bunun farkındayım ama yazarın elinden tutarak yavaş yavaş bu nihai sona ulaşmak hikayenin duygusal gücünü maksimuma ulaştırmış. bunun dısında, martinson'ın dörtlükleri/kıtaları bir oturusta degil degisik tarihlerde (bazılarının arasında yıl farkı var) yazıp sonradan birlestirmis olmasının verdigi gercekten tuhaf ve okuması zor bir metin bu. anlam bütünlük arz etse de bölümler arasında (okuyucu acısından) ciddi kopukluklar var. yer yer yogun tarihsel alegoriler ve göndermeler içermesi sebebiyle bunlara vakıf olmayan birinin metni tek seferde kavraması çok zor. bir de üstüne (bence) tat vermeyen bir akademik çeviri eklenince saç bas yoldurması olası. evet tür bilimkurgu siiri belki ama bu kesinlikle bir siir tadında degil.

    filme gelince.... bazı yerlerini çok sevdim (özellikle mima'nın görsel tasarımı bir harika). kurgusunu biraz takır tukur buldum. iskandinav sineması kolay ve akıcı bir film deneyimi sunmaz zaten. ama burada akıcılık özellikle zaman atlamaları da eklenince iyice pürüzlü olmuş (metindeki kopuklukları görsel olarak izlemek ilginç bir deneyim). yapıta gayet sadık kalınmış (ve hatta bazı karakterlerin hikayeleri metne saygısızlık etmeden güzelce gelistirilmis), ama bence ancak kitabı okuyan biri film ile birlikte daha doyurucu ve kapsamlı bir deneyim elde edebilir. çünkü bazı noktaların içi yeterince doldurulmadan hızlı hızlı geçiliyor, bazı noktalar ise kitaptan daha iyi anlatılıyor ve açıklanıyor (örnegin gemide üretilen ve ana besin kaynagı olan yesil yosunun kahverengiye dönmesinin saglık açısından riskli olmasının sonuçlarını filmde bizzat izliyoruz). uzay sahnelerindeki bilgisayar tasarımları hoş ve yıldızların, galaksilerin görüldüğü sahneler bana melancholia'yı anımsattı. günümüzün aptal seyircisi için çok üst düzey bir bilimkurgu bu. zor bir film olmasına rağmen çok beğendim ve aylardır aklımdan çıkmıyor.
  • birbiri ardından gelen minik minik bölümler halinde anlatılan bir bilim kurgu filmi, daha doğrusu filmleştirilmiş bir bilim kurgu destanı. o kadar farklı ve güzel bir anlatımı vardı ki, senaryoda yerine oturmayan birkaç şeye rağmen ağız tadını hiç ama hiç kaçırmadı, hipnoz altında gibi izletti kendini.

    --- spoiler ---

    mima denen simülatörü kullanmak için başı aşağı doğru çevirip yere bakmak gerekiyorken aynı anda odada bulunup başı hasbelkader yere dönen herkesin aniden transa girmiyor olması, transta iken bedenini hissetmeyen yolcuların transtan çıkmak istedikleri zaman ise hemen kollarıyla kendilerini yerden uzaklaştırıp kalkabiliyor olmaları, herkese ayrı, kişisel bir trans deneyimi sunan simülatörün son anında toplu bir histeriye yol açması, odadaki herkese aynı, "kendi" kıyametini yaşatması falan, üzerine düşünsen birsürü boşluk bulabileceğin, sıkıntılı olabilecek konular ama işte filmi sunan mecra hollywood olmayınca bize hiç mi hiç batmadı, "olsun, gönder gelsin!" diye diye izlendi hehe.

    manevra sonrası uzay boşluğunda salınmaları anında sadece yakıtlarını boşaltmak zorunda kaldılar, esasında rotaları değişmiş ve yakıtları bitmiş iken geminin tüm teknolojisi çalışır haldeydi, dünya ile de, mars ile de hala iletişimde olabilecek durumdaydılar ve yardıma gelen giden kimse olmadı, gemiyi yönetenler ise acil durumlarını belirtmek yerine doğrudan kapalı bir komün olarak durumu kabullenme yoluna gittiler, ne-den?

    yıllar içinde gemide radikal inanışlar geliştiren küçük topluluklar oluştu, toplu ve bireysel intiharlar belirdi ama şiddet kontrolü elinde tutan güruh dışındaki sıradan toplulukta hiç ön plana çıkmadı, üstelik güvenliğin sağlanması için çok bir seçenekleri de yokken radikal davranışlar yalnızca cinsellik ve tapınma açısından belirdi, iskandinav olunca insan şiddete meyletmiyor herhal.
    --- spoiler ---

    yani, eğer hollywood yapmış olsaydı tüm bu boşluklar gözümün ta ortasına batardı da "amaan, meh," derdim, avrupa sineması olunca afiyetle izledim, iki yüzlünün tekiyim canım sağ olsun.
  • şiir olanının her iki ingilizce çevirisine de şuradan ulaşılabilir:
    https://thepiratebay.org/…ture__1974_(incl._aniara)

    (şiirlerden bahseden arkadaş mesaj alımını kapatmış olduğu için buraya bırakıyorum)

    edit: bu arada film kesinlikle izlenmeli. türün hakkını veren, gerek sinemada gerek edebiyatta bu türün neden var olduğunu uzun süre sonra hatırlatmayı başaran bir yapıt bana kalırsa.
  • isveç danimarka ortak yapım bilimkurgu filmidir.

    filmi ilk izlediğimde herkesin farkettiği boşlukları ben de farkettim. özellikle 25 yıl boyunca intihar harici hiçbir şiddet eylemi gerçekleştirmeyen insanlar tuhafıma gitti. şiddete eğilim olmamasıyla açıklayamıyorum ben bunu, yani bir kişi bile mi cinnet geçirmiyor her şey histeri boyutunda kalabiliyor? bundan yola çıkarak aslında anlatılmak istenilenin bir uzay gemisinde mahsur kalmak değil de 'ister bir gezegende ister bir araçta' uzayın içinde var olmak sıkıntısı üzerine olduğunu düşündüm. bardağın içindeki baloncuk metaforu gibi. insanların derdi bir gemide yosun yiyerek bulaşıcı hastalık içinde ölmek yerine bilgiler nasıl gelecek kuşaklara ulaşır ya da güneşin hissini unuttum gibi şeylerdi. kendilerine simülasyonla yarattıkları cennet tasviri de hep doğaya ait görüntülerdi. bu yüzden mahkumluğun insanın doğasından koparılması ve varoluşunun anlamsızlığıyla tanımlı olduğunu anlatıyor bence.

    --- spoiler ---

    hele sonunda milyonlarca yılın ardından dünyaya benzer bir gezegenden geçmelerinin çok derin bir anlamı olduğunu düşünyorum ama henüz bulamadım :')

    ayrıca o sondaki uçan şey yosun muydu yoksa mandibula mıydı???

    ayinde kurban verecekler diye ödüm koptu tam manyak yobazlar diye yükselmeye hazırlanıyordum swinger partisine dönüştü olay
    --- spoiler ---
  • lenovo'nun sponsoru olduğu bir başka etkinlikle* çakışmasından geç başlamış ve ertesi güne sarkmış cuma bilimkurgu gecesinde izlenmiş, değil izmir'e evden ikea'ya arabayla yola çıkarken bagajda yedek bir bidon benzin bulundurmayı öğretir avrupa bilimkurgusu.

    şu sıralar boşnak soykırımına karşı olumlu konuşmaktan geri durmayan, miloševic-sever peter handke'ye verdiği edebiyat ödülüyle meşruiyetini yitirme raddesinde olan nobel edebiyat ödülü jürisinden 1974'te ödülü almış harry martinson'ın şiiirinden uyarlanmış pella kågerman ve hugo lilja'nın yönettiği film.

    --- spoiler ---

    film her ne kadar yeşilçam'dakilerden farksız elim bir kaza sonucu uzayda savrulan başıboş bir gemi ile büyük ölçüde bir boşluk ve amaçsızlık hissine bir de nordik soğukluk hissini katmasıyla güzel bir şekilde başlamasına rağmen kısa sürede elini attığı birçok meseleden ötürü çorbalaşıyor. bunda filmin yıllar atlayan episodik yapısnın getirdiği süreklilik sorunu da filmi parçalayan başka bir mesele.

    bu meselelerin arasında tüketim toplumu eleştirisi - daha gaddarı amerikan standartlarında bile olsa elysium'da yapılmışken - oldukça kadük kalıyor. tabi burada kuzey avrupalıların elektronik müzik ve dans olmasa hayatta kalamayacakları eleştirisini saymamak gerek. hiçbir amaç olmadan sadece geçmesi dilenen zaman gibi müthiş bir cevheri işlemek yerine - ingilizlerin soap opera dediği - pembe dizi formatında yaşanan bir de lezbiyen aşk ile 'uzayda savrulanlarda yarın' tadında bir savrulmaya evriliyor. karakterlerin amaçsızlığına kenardan kıyın kıyın sirâyet eden çaresizlik fikrini pembe ve soğuk sunuyor film.

    --- spoiler ---

    her ne kadar sonlara doğru kişisel yıkımlar uzayın derin karanlığında kararmaya başlasa da eleştirmek istediği mezkûr meseleyi eleştirmekten uzak kalan, kişilerin dramını vermekte soğukluğu ile öne çıkarken buna derinlik katmada eksik kalan ve final sahnesiyle de çorbaya yeni ve tat vermeyen bir baharat ekleyen yapım.
  • yukarıdaki pozitif yorumlar benim izlediğim aniara filmi hakkında mı yapılmış anlayamadım. o kadar bilim kurgu izlerim böyle saçmasını görmedim.

    --- spoiler ---

    mars’a çıkıyorlar yolda iş kazası yönleri değişiyor. 30 sene bu doğrultuda gidiyorlar. hiç kimse paniklemiyor şoföre görevlilere saldırmıyor hatta topluca sevişme partileri yapıyorlar. sonra bi kadın yatıyor öbürleri üstüne çıkıyor.

    --- spoiler ---

    bilim kurgu mu izledim porno mu izledim ikilemi yaşatmış siktiriboktan yapımdır. bir de iki saat, izle izle bitmiyor. olan iki saatime oldu.
hesabın var mı? giriş yap