• üzerine fred woodworth, özellikle zini "the match!" aracılığıyla uzun süre kafa yormuştur.
  • 1 mayıs şerefine tekrar karıştırdım bugün. günün anlamı adına şöyle bir pasajını paylaşmayı vazife biliyorum;

    ... ya da güçlü tutkuları bir yana bırakıp, küçük insanı ele alalım;birinden para sızdırmak, tafra satmak ya da alçaklık etmek için dostlarını aldatanı, her adımda bir yalan söyleyeni. karısına ya da metresine mücevher almak için işçilerini kuruş kuruş soyan burjuvayı ele alın. herhangi bir basit alçağı ele alın. o da bir dürtüye boyun eğmekten başka şey yapmamaktadır; bir gereksinimini tatmine ya da kendisine üzüntü veren birşeyi ortadan kaldırmaya çalışır.

    bir rus nihilisti gibi tüm varlığını ezilenlerin kurtuluşuna adamış, idam sehpasına çıkmış biriyle bu küçük alçağı karşılaştırmak neredeyse utanç vericidir, çünkü bu iki yaşamın sonuçları farklıdır; bir davranış bizi cezbederken, diğeri tarafından itildiğimizi hissederiz.

    ve yine bu şehitle,idama giden bu nihilist kadınla, tam idam sehpasına çıkartılırken bile konuşsanız, size, ne çarın köpeklerinin ardına düştüğü yaşamını, ne de ölümünü, emekçilerden çalınmış meteliklerle yaşayan o küçük alçağın yaşamıyla değişmeyeceğini söyleyecektir.bu kadın en büyük zevki kendi varoluşunda, güçlü canavarlara karşı mücadelede bulmaktır. bu mücadelenin dışında tüm geri kalanlar ona öyle aşağılık, öyle sıkıcı, öyle acınası gelir ki! "siz yaşamıyor, sürünüyorsunuz; ben yaşadım!" diye yanıt verir. pyotr kropotkin/ anarşist ahlak
  • "yönetilmek istemiyoruz. ama bununla, kimseyi yönetmek istemediğimizi de ilan etmiş olmuyor muyuz?

    aldatılmak istemiyoruz, bize daima gerçeklerden başka bir şey söylenmesin istiyoruz. ama bununla, her zaman gerçeği, yalnızca gerçeği, bütün gerçeği söyleyeceğimizi de ilan etmiş olmuyor muyuz?

    emeğimizin meyvelerinin çalınmasını istemiyoruz, ama bununla, başkalarının emeğinin ürününe saygı duyacağımızı da ilan etmiyor muyuz?"

    pyotr kropotkin
  • anarşist ve ahlakı farklı açıdan alan okunması gereken bir kitap, ahlak nedir ne değildir insanların ahlakı nasıl olması gerektiğini gayet sade bir dille yanıtlıyor kropotkin bey.
    insan ne yaparsa yapsın, daima bir zevk elde etmeye çalışır ya da bir acıdan kaçınır.
  • toplaşın kropotkin'in anarşist etik mevzusunu özetliyorum.

    insanlıkta iyi ve kötü düşüncesi vardır. genel olarak içinde yaşadığı topluma yararlı olan şeyi iyi, zararlı olanı da kötü kabul eder. dinsel açıklamalarda bu; insan iyi ile kötü arasında ayrım yapıyorsa, tanrı ona bu düşünceyi esinlediği içindir. bu durumda da yaratıcının düşüncesine boyun eğmekten başka yapacak bir şey yoktur. bunu yasa ile açıklamaya çalışanlarda olmuştur. onlara göre de insanda doğru ve yanlış, iyi veya kötü düşüncesini geliştirmiş olan yasaydı. oysa yasa, insanı karşı koyduğu sömürücü azınlığa yararlı buyruklara bağlamak için, kabul ettiği ahlaki davranış kurallarıyla beraber, onun toplumsal duygularını basitçe kullanır. yasa, adalet duygusunu geliştirmesi gerekirken bozmuştur. yararcılar iyi-yada kötü konusunda insanın ahlaki olarak kişisel çıkarlarına göre davranmasını isterler ve bu davranma da soyla dayanışma duygusunu unuturlar.

    bugün iyilik ve kötülük; şeytan ve meleğe form değiştirmiştir. günümüzde, “şeytan” yerine “ten, tutkular” denecektir. “melek” ise “bilinç” ya da “ruh” sözcükleriyle yer değiştirmiştir. ama, insan eylemleri her zaman iki düşman unsur arasındaki mücadelenin sonucu olarak gösterilmiş, iki unsurdan biri ne kadar çok zafer kazanırsa insan daima o kadar erdemli kabul edilir. oysa böcekten insana dek genel olarak hayvanlar dünyası, ne incil’i ne de felsefeyi, inceleme gereği duymadan, neyin iyi neyin kötü olduğunu mükemmel biçimde bilir. bunun sebebi kendi doğalarının gereksinimindedir. soylarını koruma ve böylece her birey için olası en büyük mutluluk payına sahip olma gereksinimi. hepsinde de iyi diye adlandırılan şeyin soyun korunması için gereken şeydir. iyi olan şey birey için değil, tüm ırk için güzel ve iyi olandır. “iyi ve kötü düşüncesinin dinle ya da gizemli bilinçle ilişkisi yoktur. iyi ya da kötü kavramı, kazanılan zeka ya da bilgi düzeyine göre değişir. düşünce tarları değişebilir. soya yararlı ya da zararlı olan şeyin nitelemesi değişebilir, ama özü değişmeden kalır.

    yasa, din ve otorite yüreklere aldatmaca boşaltır. hile, sömürü, ahlak bozukluğu ve kötülük yığını yaymıştır. yönetilen, aldatılan, sömürülen, fahişelik yapan kişiler her şeyden önce eşitlik duygumuzu yaralar. motto, başkalarına her zaman size davranılmasını istediğiniz gibi davranılması. bu insanda ve toplumsal hayvanlarda basit alışkanlık halini alır. bir süre sonra iyi kötü düşünmeden davranır. kilise eskiden insanlara ahlak kazandırmak için onları cehennemle tehdit ediyordu. bunu insanları ahlaksızlaştırarak başarıyordu. yargıç toplumda yok ettiği toplumsallık ilkeleri adına, insanları pranga, kırbaç, darağacı ile tehdit eder; ve toplumu ahlaksızlaştırır.

    kropotkin’de mutluluk; insanın bilinçli ya da planlı davranışlarında daima aradığı şeydir. insan ne yaparsa yapsın, daima bir zevk arar ya da bir acıyı ortadan kaldırır. insana katı yüreklidir ve katı yürekli bu hayvanın yaktığı bir karınca yuvasının alevlerinden binlerce karınca kendini dışarı attığında ve larvalarını kurtarmak için yüzlercesi öldüğünde, yine bir gereksinime, yavrularını kurtarma gereksinimine boyun eğerler. hayvanların iyi ve kötü kavramları insanlarınkiyle aynı türdendir. zevk aramak, acıyı ortadan kaldırmak organik dünyanın genel gerçeğidir. (başkaları buna yasa diyecektir.) hatta yaşamın özü budur. acıyı yok etme ve zevk arama gereksinimine boyun eğer. tıpkı karınca, maymun, avustralyalı, hristiyan şehit ya da anarşist şehit gibi. hoşa giden şeyi aramaksızın yaşam bile olanaksız olur, organizma parçalanır, yaşam biter. insan eylemi, davranış çizgisi ne olursa olsun, doğasının gereksinimine uymak için bunu hep yapar. boğulan bir insanı yaşamı pahasına kurtarmakla, saatini elde etmek için onu boğmanın aynı değerde iki davranıştır.
    her birimizin mutluluğu kendisini çevreleyen herkesin mutluluğuna sıkı sıkıya bağlıdır. başkalarının kötülüğü üzerinden yükselene bir toplumda, rastlantı sonucu, birkaç yıl görece mutlu olunabilir ama bu mutluluk, kumdan şatolar yıkılır, devam edemez, en küçük şey bile onu parçalamaya yeter; ve eşit insanların toplumundaki olası mutluluk ile karşılaştırıldığında acınacak derecede küçüktür.

    toplumun her bir üyesi, toplumun diğer bir üyesiyle dayanışmasını hissettikçe, zaferin ve her türlü ilerlemenin temel unsuru olan iki nitelik tüm toplumda daha fazla gelişir. bir yanda, cesaret ve diğer yanda, bireyin özgür inisiyatifi. dayanışma duygusu yitirildikçe ilerlemenin bu iki unsuru azalır. sonunda yok olur ve çöküşe giren toplum, düşmanlarının önünde yenik düşer. karşılıklı güven olmadan hiçbir mücadele olanaklı değildir. hayvan topluluklarını gözlemleyerek “benzer koşullarda sana nasıl davranılmasından hoşlanırsan, başkalarına öyle davran” ilkesinin, topluluğun olduğu her yerde vardır. dayanışmaya insan topluluklarında daha sık rastlandığı açıktır. hayvanlar dünyasının en gelişmişleri olan maymunlar en çarpıcı dayanışma uygulamalarını sunar. dayanışma asla sona ermez, tarihin en kötü dönemlerinde bile. bu duygu yoksa toplumda yoktur. dayanışma duygusu yitirildikçe ilerlemenin iki unsuru azalır. sonunda yok olur ve çöküşe giren toplum, düşmanlarının önünde yenik düşer. karşılıklı güven olmadan hiçbir mücadele olanaklı değildir; hiçbir cesaret, hiçbir inisiyatif, hiçbir dayanışma ve hiçbir zafer! bunun sonucu kesin yenilgidir.

    eğer karıncalar, karınca yuvasının refahı için hep birlikte çalışmaktan büyük zevk almasalardı karınca yuvası olmazdı ve karınca bugün olduğu gibi olmazdı. insan soyunda da bireyin iyiliği ile türün iyiliği özünde aynı şeydir. tarihin ve jeolojinin hiçbir döneminde bireyin iyiliği toplumunkiyle çatışmadı. bunu kavrayanlar yaşamdan zevk aldılar. bu nedenle özgecilikle bencillik saçmadır.
    kropotkin; toplumsal dayanışmayla birlikte cesaret ve bireyin özgür inisiyatifinin gelişeceğini savunur. günümüz toplumunda devlet, kilise, papaz, yönetici sevmek ve nefret etmenin özgür gelişimini engellerler. kapitalizm, din, adalet, hükümet bugün ahlak bozukluğunun en büyün nedenlerindendir. bu bakımdan da yönetilmek insanın varlıksal niteliğini olumsuzlayan bir edimdir. bunu dayatan din, adalet ve hükümet kurumları gibi toplumsal kurumlardır.

    insanlığın, gerçekten ahlaklı insanda hayran olduğu şey, zekasını, duygularını ve eylemlerini, karşılığında hiçbir şey beklemeden vermeye onu iten gücü, yaşamın aşırı bolluğudur. düşünceyi bulduktan sonra kendi mührünü basmak için, onu özenle saklayan insan, yalnızca düşünce fakiridir. zeka dolu insan, düşünceyle taşar: onları avuç dolusu saçar. paylaşmazsak acı çekeriz. duygu içinde durum aynıdır. yalnızca kendimizle yetinemeyiz. insan büyük bir sevinç duyduğunda, başkalarına var olduğunu, hissettiğini, sevdiğini, yaşadığını, savaştığını, mücadele ettiğini bildirmek ister.
  • hayâl gücünüz ne kadar güçlüyse, acı çektirilen bir varlığın hissettiklerini o kadar iyi hayâl edebilirsiniz ve ahlâk duygunuz da daha yoğun, daha yüksek nitelikli olur.kendinizi bu diğer bireyin yerine koymaya çalıştıkça, kurbanı olduğu haksızlığı daha çok hissedersiniz, hakareti ya da haksızlığı engellemek için harekete geçmeye daha çok itilirsiniz.ve koşullara göre, ya da düşüncenizin ve hayâl gücünüzün sizi ittiği yönde davranmaya ne kadar alırşırsanız, sizde bu ahlâk duygusu o kadar çok büyüyecek, ardından alışkanlık hâline gelecektir. (sayfa 38)

    (bkz: pyotr alekseyeviç kropotkin)
  • elindeki son ekmek parçasını biriyle paylaşan biri ile çocuğun elindeki ekmeği çalanın aynı dürtüyle yani belirttiği üzere zevk alma güdüsü ile gerçekleştirdığini okudugumda bıraktığım kitap.

    belki tekrar elime alır ve devamında söylemek istediklerine göz gezdirebilirim ama hem kullandığı dil hem de kitap ıçin seçtiği isime baktığımda "böyle düşüyor mu?" şeklinde bir soru zihnimde peydahlanmadı değil.
  • "insan ne yaparsa yapsın, daima bir zevk elde etmeye çalışır ya da bir acıdan kaçınır" (bkz: pyotr kropotkin)

    sadece insan değil, tek hücreli canlılar dahil bütün organizmalar bu düstura sahiptirler. bu hayatta kalmanın birinci kuralıdır. eğer gelişmiş bir canlı iseniz, sadece acıdan kaçınmak yetmez, hayattan zevk alamazsanız, doğal koşullar sebebi ile değil intihar sebebi ile yine hayatta kalamazsınız. zevk, diyince çoğumuzun aklına hemen cinsellik geliyor ama bu bir bebeğe bakarken duyulan mutluluktan tutun da sarhoşluğun yarattığı mutluluğa kadar hepsini kavrayan bir kavram özünde. ancak zevklerimizin önüne geçen şeyler vardır ve bunların başında toplumsal ahlak ve dinsel ahlak gelmektedir. işte anarşist ahlak veya anarşist etik bu engellemelerin hepsini reddeder ve önemli bir kaç madde üzerinde durur. reddetmesinin sebebi ise özgür bir bireyin seçimlerini kimse ve hiçbir şey yönlendiremez-engelleyemez. maddeler ise en başta "hiçbir şeye zarar verme"dir.

    yapacağınız bir eylemin iyi mi kötü mü olduğuna karar veremediğiniz noktada şu soruyu sorabilirsiniz: bu yapacağım eylem, herhangi bir şeye zarar veriyor mu?
    yanıtınız evet ise yapmayın der. bu kadar basit. şimdi aklı yine bel altında olan vatandaşlar şunu düşünebilir "o zaman sokak ortasında sevişelim, sonuçta kimse zarar görmüyor?" öncelikle evet, kimse zarar görmüyor, iki kişinin gönüllü eylemi elbette kimseyi ilgilendirmez ancak sizi kimsenin(mesela bir çocuğun) görmeyeceğinden emin misiniz? görenin sizin eyleminizden olumsuz yönde etkilenip etkilenmeyeceğini bilebilir misiniz? eğer ki bu soruların yanıtında her şey olumluysa yapılan eylem anarşist ahlak için de olumludur.

    başka bir örneğe bakacak olursak, hayatınızın aşkı sizden 10 yaş büyük yada küçük olabilir ancak sizin birlikte olmanızı aileniz yada toplum istemeyebilir-hoş görmeyebilir. yaptığı eylemlerde ailesinin onayını arayan birisinin özgür olduğundan bahsetmek saçmalıktan başka bir şey değildir. anarşist ahlaka göre bakalım: benim bu kişi ile birlikte olmam birisine zarar veriyor mu? -bu noktada size dayatma yapanların yaşayacağı üzüntüyü zarar olarak alamazsınız çünkü onlar zaten kendi ahlaklarına uymayan her davranış için üzüntü duyacaklardır- eğer yanıtınız hayırsa bu durumda şu soruyu da sorabilirsiniz: ben bu eylemden fayda sağlıyor muyum? zevk alıyor muyum? kişisel fayda sağlamanız-zevk almanız durumu da anarşist ahlak'ın bir diğer maddesidir. yaptığınız eylem size keyif vermiyorsa yapmanızın anlamı yoktur.

    şimdi işin bir de toplum yararı söz konusu. örneğin uyuşturucu madde kullanımını ele alalım. "damardan eroin alıyorum. kendim dışında kimseye zararım yok ve bundan keyif alıyorum. anarşist ahlak'a göre bir sorun yok. o zaman yapabilirim." kropotkin'e göre yapmamalısınız. çünkü kendinizi uyuşturarak topluma, geleceğe bir fayda sağlayamazsınız. bireyin davranışlarında ve düşüncelerinde özgürlüğü savunan anarşist ahlak, diğer yandan gelecek nesiller için de emek vermeyi bireyin bir görevi sayar. bu ağaç dikmek olabilir, bu sahilden çöp toplamak olabilir, bu engelli birine yardımcı olmak olabilir. uyuştuğunuzda zaten bunları yapamazsınız yada tam verimli şekilde yapamazsınız.

    özetle: bir şeyin iyi ya da kötü oluşu sizin yargılamanıza ve vicdanınıza bağlıdır. devlet, toplum, aile, kültür, din bir şeyin iyi - kötü oluşuna, ahlaksız ya da ahlaklı oluşuna karar veremez. bunlara boyun eğdiğiniz vakit, zaten özgür bir birey oluşunuzu da zedelemiş olursunuz. zarar vermemek- fayda görmek ve topluma da faydalı olmak anarşist ahlakın temelini oluşturmaktadır.
  • kitap ilk olarak yaptığımız her davranışın nedenini ya zevk için ya da bir acıdan kaçmak için olduğunu söyleyerek başladı.
    yani elinizde son bir parça ekmek kaldığında onu başka biriyle paylaşmak size zevk vermese bunu asla yapmazsınız ya da birinin elindeki ekmeği çalmakta aynı şekilde. bu iki eylemin sonuçları insanlık için ne kadar farklı olursa olsun, dürtünün her zaman aynı olduğu anlaşılmaktadır.
    bu, zevk arayışıdır.
    yazar bu davranışları insan bazında değil insan-hayvan olarak incelemektedir.

    ikinci konu olarak iyi-kötü kavramı üzerinde yoğunlaştı. yazara göre otorite, din, yasalar yani hiçbir baskı sistemi olmadığında, insan seçimlerinde özgür olduğunda doğası gereği dayanışmayı ve iyiliği seçecektir.
    bahçedeki serçelere bakalım, bahçeye attığınız ekmek kırıntılarını yemeye herkesin katılması için, mensubu olduğu küçük topluma haber vermemek doğru olur muymuş? hayvan da insan da genetik olarak dayanışma temellidir.
    "insanda ahlak duygusu, koku ve dokunma duyusu gibi doğal bir yetenektir." bu duygudan kurtulmak istesek bile beceremeyiz. insan için, dört ayak üstünde yürümek, ahlak duygusundan kurtulmaktan daha kolaydır."

    madem insan evrimsel olarak ahlâklı o zaman şu an neden kötülük yapılıyor, neden insanlar cinayet ya da çocuklara göz koyuyor sorularınızı duyar gibiyim. yazar buna da cevap olarak; katil ve tacizcilerin de nedenini toplumun geçmişten beri süregelen gelenek, görenek, din, yasa, sömürü gibi şeylerle baskılandığı için olduğunu söylüyor. yani insan adam öldürmemesi gerektiğini, yasa hapse gideceksin ya da din, cehenneme gideceksin dediği için değil gerçekten kendi kötü bir şey olduğunu düşündüğü için yapmamalı. kendi seçimi olmalı. asıl ahlâk budur.

    sözümüzün sonunu yine kitabın yazarıyla yapalım;

    "insanları kesinlikle özgür bırakın; onları sakatlamayın."
    "çevrene yaşam saç. aldatmanın, yalan söylemenin, dolap çevirmenin, kurnazlık etmenin seni küçülteceğini, alçaltacağını, seni daha baştan güçsüz göstereceğini, kendini efendisinden aşağı hisseden harem kölesine benzeteceğini bilmelisin. sana zevk verecekse böyle davran, ama o zaman, peşinen bil ki insanlık seni önemsiz, aşağılık, güçsüz kabul edecek ve buna göre davranacaktır. senin gücünü görmeyerek, sana merhamete -yalnızca merhamete- layık bir varlıkmışsın gibi davranacaktır. kendi eylem gücünü kendin böyle kötürümleştirirsen, öfkeni insanlıktan alma.
    tersine güçlü ol. ve bir kez büyük bir haksızlık ya da bilimde bir yalan, ya da başkasının dayattığı bir ıstırap görür ve algılarsan, bu büyük haksızlığa, yalana ve adaletsizliğe isyan et. mücadele et! mücadele ne kadar canlı olursa, yaşam da o kadar yoğun olacaktır. o zaman yaşamış olursun ve bu yaşamın birkaç saatini, çürümüş bataklıktaki ot gibi yaşamın yıllarına feda etmezsin.
  • ahlak=hayal gücü ve empati yeteneği*
    kendine nasıl davranılmasını istiyorsan başkasına da öyle davran.**

    “insan her zaman yalnızca doğasının gereksinimlerine boyun eğerek davranıyorsa, tıpkı “bilinçli bir otomat” gibiyse, ölümsüz ruha ne gerek var? çok az zevk tadıp fazlasıyla acı çekmiş olan ve öteki dünyada bunun karşılığını alacağını hayal edenlerin son sığınağı ölümsüzlük de nesi?”

    150 küsür yıl önce sanki bugünün türkiye’sini mi görmüş ne. ahlak, bilinç, istek, özgürlük gibi temel kavramlar çerçevesinde insanlığa bir bakış atarak oluşturmuş kitabı.

    bu çok kısa girişten sonra kitapta anlatılanlardan biraz çıkarım yapayım.

    şimdi arkadaşlar kropotkin reis özetle diyor ki:

    insanlar hep acıdan kaçıp, zevk elde etmeye çalışırlar belli bir zevki aynı anda edinen insanlar çoğalırsa o bölgedeki norm ahlak onların zevki olur. onların zevkini veya acısını belirleyen şey de insanların doğasından gelen davranışlardır. ( bencillik teorisi)
    böyle düşündüğünüzde iyi veya kötü diye bir şey kalmıyor çünkü. sadece istiyor muyum evet zevk veriyor mu evet o zaman devam. veya istiyorum zevk veriyor mu hayır o zaman durayım.

    e madem iyi kötü yok madem en temelde acı ve zevke göre karar veriyoruz o zaman boğulmakta olan birini kurtarmaya çalışan bir insanla, boğulmakta olan insanın saatini çalmaya çalışan insan arasında nasıl bir fark var? sonuçta ikisi de kendilerini iyi hissettiren şeyleri yapıyor. hani bu yabancı filmlerde hep görüyoruz. “sen doğru olduğunu düşündüğün şeyi yaptın, bundan dolayı üzüntü duyma.” doğru olduğunu düşündüğün şeyi yapmak aslında sana zevk verecek olan şeyi yapmak. bu da bizi genel ahlaka götürüyor bir noktada.

    yani işte örnek olsun diye söylüyorum, kızına mini etek giydirmeyen bir babayı düşünün. o eylemin kendisine getireceği acılardan kaçınmak için kızına bunu yasaklamaya çalışır. bunu o çevredeki herkes yapar dolayısıyla orda ki ahlak bu insanların davranışları olur.

    buraya kadar tamam. peki ya hayatın yasası özü vb diye adlandırdığımız “herkes acıdan kaçar, zevk veren şeye yönelir.” cümlesini incelersek ne olur? ya kaçabilecek bir acı kalmazsa o zaman ahlak anlayışımız nasıl değişir? ya alabileceğimiz tüm zevkleri almışsak neye iyi neye güzel deriz?

    biraz düşünce gerektiren bir kitap olduğu çok açık aynı zamanda anarşizme dair bir manifesto kitabı da sayılır beni yormasın diyorsanız çok da tavsiye etmem.
    iyi okumalar.

    *bu cümlenin açıklamasını yapmak için koymuştum yıldızı ama düşündüm ki ben o açıklamayı yeterince güzel yapamam o yüzden bu eşitliği anlamlandırmak için kitabı okumalısınız.
    **eşitliğin zorunlu sonucu olan dayanışmanın ve anarşizmin varmak istediği veya başlamak istediği nokta.
hesabın var mı? giriş yap