• insanların karmaşık ve tehlikelerle dolu dünya ile başetme stratejilerinden biri olarak sosyal psikoloji litaretüründe yer alan bir olgudur. dünyanın adil olduğuna inanılır, tecavüzün hakedene yapıldığı, hırsızın hakedeni soyduğu düşünülür. çoğu zaman üçüncü sayfa haberlerinde karşılaştığımız, oysa karşılaşmayanların aktör olduğunu unuttuğumuz durumlarda, söz konusu kişilerin başlarına gelen kötü olayların müsebibi kurbanın davranışları olarak görülüp kurbana içsel atıfta* bulunmakla sonuçlanır.
    çünkü; dünya adildir ve bütün kötü şeyler zaten kötü olanların, aptal olanların, kevaşelerin, ahlaksızların ...vs başına gelir, yani ötekinin biz olmayanın başına gelir, çünkü haketmiştir, der bu inanç ve dünya daha sistematik olan, kötüyü cezalandıran bir yer haline dönüşür. oysa kocasının rus kadınlarla kırıştırması nedeniyle aids olan kadın eşcinsel değildir, uyuşturucu kullanmıyordur...vs
  • insanların, "dünya adil*dir", "ne ekersen onu biçersin", "kurbanlar, kaçınılmaz sonlarından sorumludur" gibi düşüncelere inanma eğilimini ifade eder.**

    teori*, ilk olarak psikolog melvin lerner tarafından ortaya atılmıstır.

    konu ile ilgili bir araştırmada, deneklere bir kadın ve bir erkeğin ilişkisini anlatan bir hikayenin, iki farklı uyarlaması anlatılır. her iki çeşitleme, sonları hariç birbirinin aynısıdır: biri erkeğin kadına tecavüz etmesi ile sonlanırken, diğeri erkeğin kadına ettiği evlilik teklifiyle son bulur. her iki durumda da denekler, kadının davranışlarının -ki her iki hikayede de bu davranışlar birbirinin aynısıdır- kendisini bu kaçınılmaz sona (birbiri ile alakasız iki farklı sona) ulaştırdığı görüşünü savunurlar.
    (bkz: karma)
  • anglo-sakson gavurlar just-world phenomenon derler.

    http://en.wikipedia.org/wiki/just-world_phenomenon
  • duaların, bedduların tek çözüm olduğu yerlerde, insanların allahtan başkası kimsesi yokken, insanlar kendilerini kaybederlerken, insanlar azalırken yaşamaya sebep arama sonucuymus belki.. inanmışlar ki; bu dünya adil, ya da dünyanın adilliğine de değil de sadece inanmışlar... inandıkları dünyayı da yenmiş, adaleti de...

    "ilençler yoksullukta çoğalır,insan azalır
    bil ki adalet tanrının eser'imiş yeryüzü de
    tanrım yetiş, bu nasıl adalet bu nasıl yeryüzü... "
    *
  • niye dusunurler insanlar dunyanin adil oldugunu? kendileri ayni hatalara dusmeyeceklerini sanarlar cunku. ya da "ben boyle bir eylemin icinde bulunmazsam, benim basima boyle kotu seyler gelmez" seklinde calisir bilissel surecleri. bir bakima, kendini koruma mekanizmasidir bu.
    bundan kurtulabilmek icin, yerinde bir ornek gerekir. kisinin hicbir sekilde mesrulastiramayacagi bir seyin gerceklesmesi ornegin. sonra kotu seylerin iyi insanlarin basina gelebilecegine de inanmaya baslar. daha sonra sureclerinin isleyecegi sekil: her an her sey olabilir, boku yedik.
  • yıllar evvel gavur memlekette bir futbolcuydu sanırım, adil dünya inancına sahipti ve bedensel, zihinsel özürlülerin aslında geçmiş yaşamlarında çok büyük günahlar işlemiş insanlar olduğunu, en son hayatlarında da özürlü bir şekilde yaşayarak ceza çektiğini söylemiş; akabinde ülke genelinde şiddetli bir eleştiriye maruz kalarak futbolu bırakmak veyahut özür dilemek zorunda kalmıştı (olayı ayrıntılı bir biçimde hatırlayamadım şu an, bilen varsa uyarabilir). peki niçin böyle düşünüyordu, hangi düş onu cezbetmişti?

    bana kalırsa adil dünya inancı'nın temelinde altın çağ'a geri dönüş psikozunun sürekliliği var. bu, öyle bir süreklilik halini almış ki voltaire'e (ölümü 1774) geldiğimizde, 'artık altın çağ gibi, dönülecek muhteşem, ideal bir dönemin olmadığı kabul edilmişti'. oysa ki bu, insanın en başından beri kronik bir şekilde taşıdığı bir organ gibiydi. zaten çok geçmeden (ii.yy. sonra) xix. yy.'da marx ve engels'in, hegel'in diyalektiğiyle, feuerbach'ın materyalizmini birleştirerek oluşturduğu diyalektik materyalizm acaba neyi hedefliyordu? "distopya bir varıştır, canlarım. insanı uyarır, insana yaşanabilir bir dünya sunarken, yaşanamaz başka bir dünyanın da yaşanabilir dünyaya bağlı olduğunu anımsatır" demiştim #13298905 no'lu entiride. evren sürekli değişiyorsa, o halde primum mobile'ye ("ilk -iten- hareket") ihtiyaç duyulmamaktır, yani "madde harekettir, hareket maddedir" düsturu da aslında insanların kafasına işlenmeye çalışırken asıl gaye şekli ve niteliği farklı, yeni bir altın çağ değil midir? oysa marxism'de bugüne kadar kurulan hayaller tokatlanıyor, çağların altınlığına değil emek gücüne dayalı eşitliğine yönelik yeni bir dünya özlemi duyumsanıyordu. "eşitlik" yani "adil dünya", insanoğlunun en "tamam artık bitti, bu dünya adil madil olamaz" dediği noktada yeniden canlanan, hatta daha büyük bir kitle hareketiyle kendini gösteren, hastalık derecesindeki saplantısı!

    adil dünya inancı'nın gerektirdiği hep 'yıkım ve yeniden inşa'dır. örneğin campanella'nın civitas solis'inde ("güneş ülkesi") bir umuttan fazlasıdır astrolojiden yararlanarak "yıkım ve yeniden inşa" sürecinin getirisi. denir ki "saturnus'un yörüngesi oğlak burcuna, mercurius yay burcuna ve mars da başak burcuna girer girmez ilk büyük kavuşumların ve cassiopea'daki yeni yıldızların görünmesinin ardından yeni monarşiler filizlenecek, yasalar ve sanatlarda devrimler yaşanacak, yepyeni peygamberler gelecek ve genel olarak her şey yenilenecek." (çev. çiğdem dürüşken http://www.kabalciyayinevi.com/…tap.asp?kitapid=313: "at cum mox intraverit saturni absis capricornum, et mercurii, in sagittarium, et martis in virginem post primas synodos magnas et visionem novae stellae in casiopea, monarchia nova insurget et reformatio legum, artium, et prophetae et renovatio, et aiunt nationi sanctae emolumentum magnum inde portendi." teyit et: http://www.hs-augsburg.de/…campanella/cam_civi.html) her şey neden yenilenecek? daha adil bir dünya için değil mi? dünyası sadece kendisinden oluşanlar için her şey neden yenilensin ki? bu değişim arzusu, yani daha adin bir dünya gereksinimi herkesi kapsayan, merhamet dolu bir kucaktır. francis bacon şöyle diyordu: "sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapmaman adil olman demekse, o halde adalet bir hoşgörüdür." (de augmentis scientiarum, exempla antithetorum, xx. justitia: "si hoc est justum esse, quae tibi fieri nolis ea alteri non facere, clementia demum justitia est.") nasıl bir hoşgörü var burada? altın çağ'lara özgü değil mi? insanın altına verdiği önem, onu hayalini kurduğu ideale yakıştırmasında da göze çarpar. idealine altın demiş, adil bir dünyayı altın gibi değerli kılmış. saplantı ama altından, zaten saplantılarımızın kötü olduğuna dair düşüncenin tek haklı verisi yine saplantıların kendisi. "saplantılar ve önyargılar kötüdür" deniyor, ama kime göre? "saplantılar ve önyargılar kötüdür" diyen adama göre. oysa normal nedir, kim tarafından nasıl tespit edilmiştir, kimse bilmiyor.

    o halde gavur memleketteki "x" futbolcunun adil dünya tasarımında da benzer bir merhamete duyulan gereksinim var. insanlar neden farklı dönemlerde farklı yöntemlerle de olsa hep merhamete sığınma gereği duyuyor, salt vahşi doğa karşısında "barbarus"laşmış olmasıyla açıklayamıyoruz bunu, akleden homo sapiens ile bilgeleşen homo prudens'liği arasında gidip gelirken, çaresizce olup biten kötülüklere (bkz. theodicy) mana vermeye çalışıyor. stoacı bilgelere özgü özgürlük anlayışında da zaten görürüz bunu. "neden iyi insanların başına kötü şeyler geliyor?" sorusu sadece seneca'nın de providentia'sının özünü oluşturmaz. geçmiş her çağdaki ve çağımızdaki bütün "hayatı anlamlandırma çabaları"nın kökünde yer alıyor. bu kronikleşmiş gidişatı değiştirme düşüncesi, sadece starların ve süper silahlarla donanmış süper adamların değil sokaktaki herhangi bir adamın da kafasını kurcalıyor, ama çoğu zaman bunun farkında olmadığından kendisini bir isa ya da kahraman olarak algılayamıyor. oysa adil dünya inancı, aynı zamanda kahramanlaşmayı da doğurur; siz bunun farkına varmasanız bile.
  • sadece mevhum/fiktif/yapma/sanal/suni/yapay/gayrı-tabii bir altın çağ'a dönme miti ya da ona tahvil ve tahmil etme saplantısı ile açıklanamayacak kadar karmaşık bir meseledir adil dünya inancı. etkenlerden biri de tabi ki kolektif hafıza'dır. kültürel ürünlerle birlikte zihinlere telkinle yedirilen aksiyom/postülat benzeri doğrular ve buna uygun olarak şekillenen görüşler, hayat anlayışları... masallarda, öykülerde, kimi folklorik ürünlerde temayüz eden bir bilinçten bahsediyorum. iyiler hep iyi, kötüler hep kötü ve iyiler yalpalasa da, kuyulara atılsa da, zehirli elmayı yese de kısacası türlü belalara maruz kalsalar da bir şekilde en nihayetinde yengi çıkarlar her daim. kötüler de layıklarını bulurlar. kolektif hafızanın bahsini etmediğim en önemli unsuru elbette ki din'dir. din saikiyle (anlatılan, yeniden üretilen din aslında) bilinçli olarak aslını yansıtmayan ve maksatlı bir yorumla da olsa yahudileri düşman görür, sünnilerin kötülüğün temsilcisi olduğunda ısrarcı olur, şia'ya nefret besler, ortodoksları sapkın olarak lanse eder insan. onların başına gelebilecek her halin hakları olduğu tezini işler. kolektif hafıza üretici unsurlardan edindiklerini gayrı ihtiyari olarak rasyonalize eder. inancına, değerlerine uygun biçimde yorumlar somut olayı ya da somut olayı kendi yargılarının, anlayışının çerçevesine sıkıştırır.

    "ateş olmayan yerden duman çıkmaz" ya da "dişi kuyruk sallamasa" ifadeleri de bu inancın bizdeki görünümlerinden sadece birkaçıdır. bu ifadelerin eşlik ettiği değerlendirmelerimizle tecavüze uğrayan masumları ya da kadın polisin jopunu cinsel uvzunda acı biçimde hisseden bir suçluyu içinde bulunduğu durumu yaptıkları ve tasavvur ettikleriyle hak ettiği yargısıyla mahkum ediveririz. insanların hak ettikleri hayatları yaşadıklarını düşünmek konfirmizmiyle vicdani sorumluluklarımızın ağır yükleri altına girmediğimiz gibi katı ve acımasız sorgulama süreçlerinin eziyetlerinden de kendimizi böylelikle vareste kılarız. bu anlayışla "hepimiz suçluyuz" gibi son derece üretken ve semeradar bir bakış açısına teğet dahi geçmeden nazik, nazenin ve ferahnak yaşamlarımıza kaldığımız yerden yine umutla, yine hırsla ve azimle devam eder geride kalan ve gayri adil uygulamalara maruz kalan zavallıları da "öyle yapmasalardı" ifadesiyle etiketleyip paketleriz. bu da psikanalitik nedenden ziyade psikolojik neden.

    bir değer neden de "anlam" yani logos'tur. yapıp etmelerimizi herşeyin üstünde yer alan belli bir çerçeve ile açıklarız. felsefemizdir bu, dini inancımızdır ya da weltenschaaungumuzdur. farketmez, işlevi sabittir. bu bizleri ayrıntıların, gereksiz çeşitliliklerin girdabından kurtararak zihinsel selamete ulaştıran kaçınılmaz bir temayüldür. psikolojinin eksenine psikanalitiği yerleştiren onun merkezinde açıklamalarını cinsel motivasyonlara göndermede bulunarak izah eden freud'tan farklı olarak victor frankl sonradan isimlendirdiği logoterapi yaklaşımıyla sorunların kaynağını anlamla açıkladı. dolayısıyla anlamın çatırdadığı, paradigmanın kaydığı, hidayetin ya da irtidatın sökün ettiği her durum, dönem, zaman aralığı bireysel ve toplumsal psikolojilerin tedavi, uyarlanma, adaptasyon baskısına maruz kaldığı vaziyetleri temsil eder. kendi anlam dünyası içinde olup bittiği fikri insan için rahatlatıcıdır. adı sanı, etkisi, olumsuz yanları bilinmeyen bilinmezliklerin tedirginlerinden öte bilinenin, bilindiği sanılanların gerçekleşegeldiklerini varsaymak daha rahatlatıcı.
  • ttnet'in kendi çapında gerçekleştirdiği ütopik düşünce.
    (bkz: adil kullanım kotası)
hesabın var mı? giriş yap