• her zaman için yoldaki bütün kırmızı ışıklara rastlamakla sonuçlanan eylem.bir kere de acele ederken yeşil yanmaz bu aletler
  • (bkz: acelecilik)
  • nietzsche'den sevgilisi salome'ye

    öyle bir hayat yasiyorum ki ,

    cenneti de gördüm , cehennemi de

    öyle bir ask yasadim ki

    tutkuyu da gördüm , pes etmeyi de

    bazilari seyrederken hayati en önden

    kendime bir sahne buldum oynadim

    öyle bir rol vermisler ki

    okudum okudum anlamadim.

    kendi kendime konustum bazen evimde

    hem kizdim hem güldüm halime

    sonra dedim ki " söz ver kendine "

    denizleri seviyorsan , dalgalari da seveceksin

    sevilmek istiyorsan , önce sevmeyi bileceksin

    uçmayi seviyorsan , düsmeyi de bileceksin

    korkarak yasiyorsan , yalnizca hayati seyredersin

    öyle bir hayat yasadim ki , son yolculuklari erken tanidim

    öyle çok degerliymis ki zaman

    hep acele etmem bundandi

    anladim...
  • istense bile önüne geçilemeyecek bir eylem. kişide var ya da yok olan, ortası olmayan tutum. içine ne kadar sevgi katılsa, ne kadar art niyet çıkarılsa da sonuçta aynı kalacak, pek bir şey değiştirmeyecek, değiştirdikleri kabullenilmeyecek durum.

    nitekim, bir aşkın aceleci olabileceği gibi bir düşüncenin insanın beyninde yer etmesi zor şey. nasıl olabilir ki 2 günde kocaman bir sevgi? imkansız mı? evet galiba.. ama olması değil, buna inanılması imkansız. bu sefer farklı olacak diye başlanılan her şeyde çıkan izafi art niyet. buradan bakınca olmayan şey, oradan bakınca oluyorsa; belki de yanlış olan nasıl göründüğü değil, nasıl görülmek istenildiğidir. 2 günde bir sevgiye sahip olup, bunu ömrünün sonuna kadar götürebilen birine imreniş belki de acele etmek.

    hiç elinde olmamış olsa bile, sonu gelmez 'belkili' cümlelerin hayata geçirilişi ve 'belkilerin' hani olur da gerçekleşir diyerek; üzerine çok katlı ve sapasağlam bir bina inşa edilmesi. son kat son hızla bitirildiğinde geriye dönüp, temelin dinamitlendiğini görmek belki de, ve belki de dinamiti yerleştirenin kendisi olduğunun farkında olmak.

    ve sonra yıkılan binanın enkazını yüreğine doldurup daha da sağlam ve az katlı bina inşa etmeye çalışmak; ve fakat bu binanın da bir önceki gibi hızla oluşması ve sonu gelmez bir devridaim. tam bitirdim derken, başa dönülen bir oyuna dönüşmesi her şeyin, ve saçmalamak çoğunlukla.

    hesap yapıldıkça yüzeyselleşen sevginin en saf halini bir an önce karşıdaki kişiye verme isteği. çoğu zaman yanlış anlaşılsa ve ne bu şiddet bu celal nidalarıyla karşılansa da, genellikle oluşan sevginin en saf halinin ürkütülmesi. ama fakat korkup kaçmak yerine, daha da güçlenip geri dönmesi ve her zaman da aynı şekilde kalacağının belli olması.

    altında tekrar deneyin yazan bir kola şişesi kapağı gibi kalbim, bedavaları geçmiş, amortiye razı..

    edit: tekrar okudum da, son cümle fazlasıyla arabesk olmuş. ama iyidir yine, iyi.
  • (bkz: risk budur)

    neden mi? açıklayalım hemen; şeytanın karışmasından daha elim ve vahim olmak üzere, bu eylemi ifa eden kişi ne yaptığını bile bile yapmaya devam eder. ne kadar pişman olacağını bilse, anlasa bile hakim olamaz kendine. kendine hakim olsa bile, hislerine hakim olamaz ki, bu zaten olabilecekler arasında en kötü olandır.

    acele gidenin ecelinin erken gelmesiyle ilgili onlarca lafı elinin tersiyle itebilen birisidir bu işi yapabilen. her zaman için 'ya bu sefer farklı olursa' düşüncesi olur akılda, 'yine olmayacak' paranoyası ise hemen bunun yanında yer alır.

    kişi sonuçlara hazır olmasa bile, ne yaptığını bildiğini zannederek devam eder icraatına. sonucunda olabilecek türlü ilişki kesilmeleri unutarak, ya da kendine unutturmak suretiyle pollyannacılık oynayarak. belkiler birleşir, keşke olur zamanla; ve keşkeler pişmanlığı da yanında getirir. olayı değiştirebilecek durumda olduğunu düşünse de, yapamaz; tutukluk yapar insan. ve sadece kendi düşünceleri kalmıştır elinde en doğru olanlar olarak. ne sebeple yaptığını açıklamak istese de, muhatap alacağı insan sisli bir havada, çok uzakta kalmıştır. ve yine belkiler girer devreye; belki el sallıyordur oradan, belki de dönüp arkasını uzaklaşıyordur..

    salaklık bir basamak üste çıkarak, bu haftanın en beğenilen hissiyatı olur; pişmanlıkla birlikte. ve üzüntü de bok varmış gibi hemen ardı sıra gelir, ki depresif insanlar için bulunmaz fırsattır bu. salaklık derecesi en üste çıktığı vakit, bir acelecilik daha ister deli gönül. ve istemekle kalmayıp eyleme girişesi gelir insanın. adrenalin güzel şeydir, lakin salaklıkla doğru orantılı olduğu bir süre için ihmal edilir ve problem eldeki verilerle çözülmeye çalışılır. sorunun son aşamasında eldeki verilerin aslında bir önceki sorundan kalmış olduğu farkedilir..

    yeterli zaman olup olmadığı düşünülür, bu noktada düşünmek eylemi çok uzun sürmemelidir. ki; bir zaman varsa bile bunu düşünerek geçirmek tehlikelidir. sorun gelir adrenaline bağlanır, düşünceler sonsuz döngüye alınır.

    soğuk su tercih sebebidir..
  • içine karıştırıldığı sürecin sonucunu genelde hoşa gitmeyen biçime getirir. neden? çok basit: şeytan karışmakla kalmaz*, kişisel şanssızlığınızın da katkısıyla bahtsız bedeviye dönüşmeniz kaçınılmaz olur. yaa yaaa
  • elinizi ayağınızı birbirine dolaştırır. bu yüzden saçma, bu yüzden gereksiz. el ve ayağın sınırları bellidir. bu konuda fernando pessoa'nın bir şiiri var:

    "i’m not in a hurry. in a hurry for what?
    the sun and moon aren’t in a hurry; they’re right.
    to hurry is to suppose we can overtake our legs
    or leap over our shadow.
    no, i’m not in a hurry.
    if i stretch out my arm, i’ll reach exactly as far as my arm reaches
    and not half an inch farther.
    i touch where my finger touches, not where i think.
    i can only sit down where i am.
    this sounds ridiculous, like all absolutely true truths,
    but what’s really ridiculous is how we’re always thinking of something else,
    and we’re always outside it, because we’re here."

    şöyle:

    "acelem yok. ne için acele?
    güneş ve ayın acelesi yok; haklılar.
    acele etmek kendimizi sollayabileceğimizi zannetmek
    ya da gölgemizi aşabileceğimizi.
    hayır acelem yok.
    eğer kolumu uzatırsam, sadece kolumun yetiştiği kadar uzağa uzanabilirim
    bir santim dahi fazlasına değil.
    parmağımın değdiği yere dokunuyorum, düşündüğüm yere değil.
    sadece olduğum yere oturabilirim.
    bu saçma gelebilir, aynı tüm kesin hakikatler gibi,
    ama gerçekten saçma olan her zaman nasıl da başka bir şey düşünüyor olduğumuz,
    ve her zaman burada ve o başka şeyin dışında olduğumuz."
  • "kırlangıçları uçarken görmeyen acele etmenin ne demek olduğunu bilemez."*
  • bu nadide alışkanlıkla bir insanın hayatı nasıl sikertilir konulu çalışmamıza hoş geldiniz sevgili ekşici kardeşlerim.

    doğmak için tam dokuz ay yirmi gün beklemişim, vakumlayarak -bir nevi sike sike çıkacaksın mantığıyla- çekip almışlar. işte bu hastalığa yakalanmadığım tek anım da bu. acele etmenin bir nevi hastalık, karakter arızası olduğuna yemin edebilirim, her boka acele ettiğimden hayatımın amına koymayı başarmış numunelik bir insanım neticede.

    ilkokula başladığımda, sırf sınıfa geç kalmayayım diye acele acele koşarken az kafa göz yarmadım. hala her seferinde benim kafamın açılmış olmasını aklım almıyor, bi insan hep mi çürük yumurta olur lan, hep mi benim kafam kırılacak derdim ki, en ufak zararı çocuk aceleciliği veriyormuş.
    ne zaman arkadaşlarımla buluşacak olsam, evden çıkmak için o kadar acele ettim ki, her zaman ilk ben orda olurdum. ergenlerin ortak buluşma noktası olan dershanenin önünde o kadar çok bekledim ki, dershane öğretmenleri beni oranın öğrencisi sanıp derslere zorla sokmaya çalıştılar, buluşma yerimizi değiştirmek zorunda kaldık.
    üniversite tam bir kabus. lan üniversitedesin, az rahatla, derse beş dakika sonra girsen ölmezsin. yok. bir saat önceden okulda oldum, on beş dakika önceden sınıfta beklemeye başladım.

    üniversite bitince memur kadrosu açtılar. puanım bölümüme göre iyiydi, kadroların açıldığı ilk gün nedir ne değildir araştırmadan kafama göre tercih yaptım. neden, biter çünkü kadrolar, mazallah site çöker, tercih yapamam, türkiye'de sistem değişir bir daha kadro açmazlar falan, ilk günden gönderdim tercihlerimi. bok gibi bir yere atandım lan. hadi bok gibi olmasını geçtim, tayin hakkın da yok dediler. evlendim eşimin yanına gidemedim. süründüm tek başıma. acele etmesem olmaz ya, bir buçuk sene süründükten sonra bi yedi ay daha sabredip asaletimi alamadım, istifa ettim. bir daha atanırım dedim. nah atanırsın. bölüm puanları fırladı, amına koduğumun yeni mezunları, yememiş içmemiş kpss'ye hazırlanmış ibneler.

    bir karar verilecekse hemen vermeliyim mantığı nedir kardeşim? insanla beraber donanımsal özellik olarak mı geliyor bu bilmiyorum. ama bir yol ayrımındaysam ayaklarım koşmaya başlıyor, o yollardan birine sapmıyorsam o çatalda öylece bekleyemiyorum.

    yemin ediyorum önüme bir seçenek sunsalar, ya bu şişeyi götüne sokacağız, ya bu bahçe hortumunu diye, ikisini de seçmeme hakkım olduğunu düşünmem lan, bi durup bu işte bir mantıksızlık var olm, neden hep bana giriyor diye sorgulamam. işte bunlar hep acele etmekten. bir sakin ol, belki sana kaçmayacak bir seçenek vardır yani. dedik ya, karakter arızası bu. bir gün birisi çıkıp dese ki, kendinizi tuza batırıp kırk gün seke seke çayda çıra oynayacaksınız, böylece acelecilikten eser kalmayacak, onu da sorgulamam, yaparım.
hesabın var mı? giriş yap