*

  • ağzı çiçekli adam

    ölüm, garip, iğrenç, korkunç bir böcek olsa ve yoldan geçen birinin yakasına konsa. siz de onu görseniz. yolda durdurup: “afedersiniz, müsaade eder misiniz? yolunuzu kestim ama üzerinize ölüm konmuş” demez misiniz? şöyle iki parmağınızı uzatıp onu fırlatıp atmaz mısınız? ne mükemmel olurdu doğrusu…

    fakat ölüm bir böcek değil. bu gelip geçenlerin arasında birçokları onu üzerlerinde taşıyorlar, ama görünmüyor. onun için de korkusuz, rahat rahat dolaşıp, yarınki, yarından sonraki hayatlarını kuruyorlar. örneğin ben.

    bakın, şurada bıyığımın altında, dudağımın üstünde pek hoş duran küçük çiçeği görüyor musunuz? doktorlar buna ne diyorlar, biliyor musunuz? oh! çok hoş bir adı var. karamela gibi tatlı bir ad: epitelyoma söyleyin benimle beraber, siz de tadını duyacaksınız.

    “epitelyumyoma”. çiçeklere takılan adlara da benziyor değil mi?

    nedir bu biliyor musunuz? ölüm.
    geçerken bu çiçeği dudağıma yapıştırıverdi. “hatıram olsun” dedi. arkasından da şunu ekledi “beş altı aya kadar gelirim.”

    şimdi söyleyin bana: bu çiçek ağzımın içindeyken sakin, sesszi köşemde oturabilir miyim?

    söylüyorum bunu karıma, soruyorum: “nedir benden istediğin? öpeyim mi seni yani?” “evet, öp beni” diyor.
    geçen gün ne yaptı biliyor musunuz? dudaklarını bir toplu iğne ile delik deşik etti, kanattı, sonra başımı iki elinin arasına alarak beni ağzımdan öptü. benimle beraber ölmek istiyormuş.

    salak!

    herhalde evde oturacak değilim. vitrinleri seyretmeliyim, tezgahtarların el çabukluğuna hayran olmalıyım.
    çünkü kafam bir an boş kalırsa çevremdeki bütün hayatı yok etmeyi düşünebilirim. örneğin sizin gibi son trenini kaçırmış, hiç tanımadığım birini tabancamı çıkarıp şuracıkta öldürebilirim.

    korkmayın böyle bir niyetim yok. şaka yaptım.

    bana bir iyilik yapın: yarın sabah erkenden gideceğiniz o küçük köyün istasyonunda trenden indikten sonra evinize kadar yürüyün. yolda üzerinde pırıl pırıl kırağı parlayan bir demet yeşilliği koparın, koparın ve sayın. kaç tane ot koparmışsanız o kadar yaşayacak günüm var demektir.

    ama ne olur demet biraz kalın olsun.

    luigi pirandello
  • • kitap incelemesi •

    yazan: luigi pirandello
    toplu oyunları 1
    yayınevi: mitos boyut

    hüzünlü komiklik

    varlığından haberdar değildim luigi pirandello'nun (okunuşu: luici pirandeeello). üstelik hayattayken de (1867 – 1936) uluslararası bir üne kavuşmuş. bu üne sahip olmasında, sonradan fikirlerini değiştirse de, ateşli savunduğu benito mussolini'nin ona sunduğu imkânların da payı var. (dünyaya güzel bir eser getiren ve kendilerinden yıllar sonra yaşayanlara bile yararı dokunup onları mutlu edebilen yetenekli sanatçıların fikirlerinden ötürü yargılanmalarını saçma buluyorum. bir kere, onlar artık ölü. ve bizler de, onların eserlerini yaratıcılarından bağımsız değerlendirebilme soğukkanlılığını gösterebilecek kadar başkalaşmış bir çağda yaşıyoruz.)

    beğendiğim bir youtube programını sunan tiyatrocunun, okumak istediği fakültenin tiyatro bölümünün yetenek sınavına, pirandello'nun “ağzı çiçekli adam” adlı oyunundan bir parçayı ezberleyip okuyarak katıldığını öğrendim. vakit kaybetmeden satın aldım kitabı ve okumaya başladım.

    bu oyun yazarını (aynı zamanda roman ve öykü yazarı) daha önce tanımadığım için üzgünüm. belki kolayca erişebileceğim tiyatrolarda sahnelenen oyunlarını, yalnızca yazarını tanımadığım için, izlemekten geri kaldım.

    kaotik olay ve dünyaları, grotesk bir üsluptan yararlanarak anlatıyor pirandello bu kitabına alınmış oyun metinlerinde (tiyatroda grotesk: kaba gülünçlüklerden, tuhaf ve olmayacak şakalaşmalardan yararlanan, bağdaşmaz durumları, karşıt görüntüleri şaşırtıcı biçimde birleştiren, temelde ciddi ama görünüşte gülünç ve abartılı olan güldürü tarzı – tdk). oyuncularının kalabalık olduğu oyunlarında da böyle, diğer türlü oyunlarında da… ele avuca sığar bir gerçeklik yok hiçbirinde, yine de gerçek hayatı mesele ediniyorlar. kaygan, dağınık, ama tam da bu nedenle katmanlı, çok-anlamlı ve düşündürücü tüm oyunları. hüzünlü komiklikleri de cabası…

    kitapta yer alan “altı kişi yazarını arıyor” adlı oyun ilk kez roma'da sahnelendiğinde ortalık birbirine girmiş; seyircilerden bir kısmı çok beğenirken, diğer kısmı, o an orada bulunan yazarına “akıl hastanesine git” diye bağıracak kadar sevmemiş. (belki de, hayatının sonuna kadar bir akıl hastanesinde yatmak zorunda kalan çok sevdiği karısına telmihte bulunarak.) metin, şimdiye kadar okuduğum en etkileyici oyun metinlerinden biri. sahnede izlemeyi çok isterdim.

    “liola (köyün çapkını)”, karmaşık olduğu kadar dramatik de olan, birkaç yerinden düğümlü bir olayı anlatırken, köy toplumlarının, sanılanın aksine, düşük ahlâk seviyelerini de gözler önüne seren bir oyun. sevimli olmasına sevimli, ama kitaptaki en az zevk aldığım oyun buydu. önsözünde yazıldığı üzere, yazarın sicilya dilinde kaleme aldığı oyuna konu olan sicilyalı köylülerin gerçekte mal-mülk ve şeref üzerine geliştirdikleri kültürü bilmek, ondan daha fazla zevk almayı sağlayabilir. başkahramanı liola'yı oynayacak kişi çok usta bir oyuncu olursa, oyun sahnelendiği takdirde büyük başarı da gösterebilir.

    “ağzı çiçekli adam”, tek perdelik, kısacık, gözlerimizi hayatımıza çevirten, etkileyici, çok etkileyici bir oyun metni. gülsem mi, ağlasam mı, bilemedim okurken.

    “meslek belgesi” çok çarpıcı bir metin. aynı anda hem yargı sistemini hem toplumu hem de yargı ile toplumun yoksullara bakışını özetleyip yeriyor ve en önemlisi de bunu, saçma gibi görünerek, sezdirmeden yapıyor.

    bundan sonra gözlerim üzerinde “luici pirandeeello”…
hesabın var mı? giriş yap