• güzel kadın, ince ruhlu doktor.. doktorum...

    holistik tıp uzmanı.

    bana çıkmaz sokaklarımda
    elleri ile, güzel güzel yollar bulduran su perisi...
  • facebook önerilen gönderilerde kan damlayan gülden hallice paylaşımlarını görmekten gına getirmiş şahıs.
  • duygusal şiddete maruz kaldığımı engin tıp bilgisiyle öğrendiğim holistik tıp uzmanı. şiddet uygulayanı birebir tanımlayan ve her kelimesinde bana yaşatılanların aslında bir duygusal şiddet olduğunu ve özgüvenimin sistematik manipülasyonlarla nasıl kırıldığını ,kontrol etmekte zorlandığım öfkemin niye ortaya çıktığını, kendimden niye şüphe edip hep neden kendimi suçladığımı, verdiğim tepkilerin bu şiddetten onurumu kurtarmak için refleks olarak verdiğimi anlamamı ve bir duygusal şiddet mağduru olarak iyileşmemi sağlayan doktor. kendisi ve tespitleri sayesinde iyileşmeyi başardım. özgüvenim şiddeti uygulayandan istemsiz de olsa uzaklaştığımda ve olayları objektif olarak değerlendirme fırsatı bulduğumda tekrar yerine geldi.

    duygusal şiddete maruz kaldığını farketmeyenler için kendisinin bu konuyla ilgili küçük bir yazısını paylaşacağım. bu yazıyı okuduğumda inanamadım. hakaret, alay etme, küçük düşürme, kendini aklamak için olayları çarpıtma, tek başına kararlar verip cezalandırma, verdiği sözleri unutup, inkar etme gibi sevildiğimi sanırken asabiyet ya da naz olarak nitelendirdiğim davranışların aslında duygusal şiddet olduğunu, zaman içinde manipüle edilen duygularımın bu duruma alıştırılıp çevrem ve ailemden uzaklaştırılarak iyice şiddet uygulayana bağımlı hale getirildiğimi ve daha birçok şeyi açık bir şekilde ifade eden ve mağdurun bu süreçteki değişimini son derece başarılı bir şekilde anlatan bir yazı.belki böylelikle şiddeti uygulayan da uygulanan da faydalanabilir. mağdur olan onurunu kurtarmak için benim el yordamıyla bulduğum ve sonunda isyanla sonuçlanan iyileşme sürecini daha akılcı geçirebilir, şiddet uygulayan da belki bu yazıda birşeylerin farkına vararak, başkalarının değil kendilerinin sorunları olduğunu anlayabilir ve tedavi olmaya yönelebilir.

    ----------- alıntı------------

    duygusal şiddete uğrayan insanları, çoğu kez ilk görüşte tanımak mümkündür.

    dalgın gözleri kolayca ıslanır, hafif sesle konuşurlar, konuşmalarını bölen sessiz boşluklar vardır; oturdukları yere yerleşmez, adeta ilişirler…

    genellikle iyi kalpli, nazik ve nitelikli insanlar olmalarına karşın çoğunun özgüvenleri zayıftır.

    yaşadıklarını tanımlamakta zorlanırlar, kendilerini sıklıkla suçlarlar.

    yaşadıkları da zaten, tanımlanması zor bir şeydir.

    duygusal şiddet, fiziksel şiddetten farklı olarak, yüz yerine kalbin darbe aldığı, kemikler yerine duyguların kırıldığı, beyin yerine benliğin sarsıntı geçirdiği bir şiddet türüdür.

    kötü olansa, bu şiddet türünün sonuçlarının, fiziksel şiddette olduğu gibi kolayca görülebilir, tanımlanabilir ve suç kabul edilip cezalandırılabilir olamayışıdır.

    duygusal şiddet, bir insanı, korkutarak, aşağılayarak, tehdit ederek, sürekli eleştirerek, suçlayarak, hakaret ederek, ondan hiç memnun olmayarak, sözel, sosyal, maddi ve bazen de fiziksel baskı yoluyla kontrol altında tutmaktır.

    duygusal şiddet, ''ayıp, yasak, günah'' gibi, toplumda yerleşik değerlerden beslendiği için, çoğunluk tarafından, kolayca onaylanıp kabul görmektedir.

    duygusal şiddet, anne-babadan, diğer aile büyüklerinden, kardeşlerden, sevgiliden, eşten, çocuklardan, yöneticilerden ve arkadaşlardan gelebilir.

    duygusal şiddet, insanın kendine güvenini, saygısını, değerini yavaş yavaş kemiren bir beyin yıkama süreci olarak tanımlanabilir.

    ne kadar zeki, başarılı, çekici, becerikli olursa olsun, mağdur kendisini ''yetersiz, aptal, beceriksiz, suçlu, günahkâr, kirlenmiş'' gibi hisseder.

    şiddeti uygulayan, karşısındakine vicdani sorumluluk yükleyerek kendini aklar.

    bazıları korkaktır ve şiddeti, mağdurun savunmasız olduğu ortamlarda, çoğu kez yalnızlarken uygular.

    dışarıya ise, son derece ilgi, sevgi ve sorumluluk dolu bir insan rolü oynar.

    bazısı ise, toplum içinde de bu davranışları açıkça sergilemekten ve karşısındakini küçük düşürmekten çekinmez.

    duygusal şiddet pek çok farklı biçimde kendini gösterse de, en sık üç şekilde karşımıza çıkar:

    • saldırganlık

    isim takma (salak, aptal, geri zekâlı, şişko, sıska, çirkin ördek), bağırma, aşağılama, suçlama, sorumlu tutma, fiziksel şiddetle, terk etmekle veya parasız bırakmakla tehdit etme, emir verme gibi, açıktan yapılan duygusal şiddet türüdür.

    şiddete başvuran kişi, karşısındakini kendisiyle eşit ve bağımsız bir birey olarak görmez.

    aralarındaki ilişkiye, sağlıklı iki yetişkinin ilişkisi denemez.

    bazen saldırganlık, ''yardım etme, yol gösterme, çözüm bulma'' kılığında karşımıza çıkar.

    sorunları tek başına analiz edip kimin ve neyin iyi / kötü, haklı / haksız olduğuna ve çözümün ne olacağına kendi başına karar vermesi, her şeyin doğrusunu kendisinin bildiği algısını dayatması sıkça görülür.

    ilişki adeta, bir ebeveynin çocuğuna karşı tutumu gibi şekillenir.

    şiddeti uygulayan, akıl verir, karar verir, ceza verir.

    • yadsımak (yok saymak)

    bu türde, şiddet uygulayan, karşısındaki insanı dinlemeyebilir, görmezden gelir, cevap vermez, küsebilir, konuşmayabilir ve kendisini duygusal olarak çekebilir.

    karşısındakine isim takarak, mimikleriyle veya ses tonuyla örtülü aşağılama yaptığında, mağdurun itirazı halinde, ''ben öyle bir şey söylemedim!'' veya ''neden bahsettiğini anlamadım! nereden çıkarıyorsun bunları!'' gibi tepkiler verir.

    verdiği sözleri tutmayabilir. unutmuş gibi davranabilir.

    haber vermeden kolayca terk edip, aramayabilir!

    mağdur, olan bitene akıl erdiremez, kendisini suçlar ve aklından şüpheye düşer.

    • küçümsemek

    bu tepkide, şiddeti uygulayan, yaşanan olumsuz olayı kabul eder ama karşı tarafta yarattığı incitici sonuçları küçümser.

    ''çok hassassın! abartıyorsun! amma büyütüyorsun!'' diyebilir.

    çok açıktan saldırgan olmayan bu şiddet türünde, mağdur, iç çatışma yaşar, giderek kendinden ve duygularından şüphe duymaya başlar.

    gerçeklik algısı bozulur.

    duygusal şiddet şu durumlara yol açabilir:

    sürekli duygusal şiddete maruz kalmak insanı, korku içinde yaşamaya ve delireceği endişesine sürükleyebilir.

    depresyon bulguları, ölüm isteği ve intihar düşünceleri, madde ve alkol bağımlılığı, endişe bozuklukları, utanç ve suçluluk duyguları ortaya çıkabilir.

    sosyal ilişkiler, aile ilişkileri ve cinsel yaşam bozulur.

    sürekli yorgunluk, uykusuzluk, aşırı yeme veya hiç yememe şeklinde beslenme sorunlarına sıkça rastlanır.

    yaygın ağrılar, çeşitli organ sistemlerinde sağlık sorunları ortaya çıkabilir.

    kontrol etmekte zorlanılan bir öfke duygusu vardır.

    duygusal şiddete uğrayan insanlar, bu davranışları öğrenebilir, benimseyebilir ve başkalarına da uygulayabilir.

    alışık oldukları bir davranış olduğu için, aynı davranışı gösteren insanları arkadaş, eş olarak seçebilirler.

    şiddete eğilimli bireyler tarafındansa, cazip bir av olarak tercih edilebilirler.

    neler yapılabilir:

    • sorumluluk almak:

    yaşanan durumda, mağdurun buna izin vermesinin payı da vardır.

    mağdur, yaşanana baş kaldırmakla sorumludur.

    sürekli yaptığı boyun eğici davranışları değiştirmesi ve bunu net bir biçimde karşı tarafa bildirmesi gereklidir.

    mevcut durumu sürdürmenin bedelinin çok ağır olabileceği gerçeği unutulmamalıdır.

    insan onurunun bedeli yoktur ve onur, hiçbir şey karşılığında, şiddeti uygulayana teslim edilmemelidir.

    • ilişki ve iletişim konusunda yardımcı olabilecek yetkin bir uzmanla çalışmak:

    bu yöntemin başarılı olması, mağdurun kararlılığı ile yakından ilgilidir.

    şiddet uygulayıcı, geleneksel değerleri arkasına alarak, haklı çıkmanın yollarını, tedavi sürecinde de kullanmaya çalışacaktır.

    tedavi sürecinde söylenenleri çarpıtarak haklılığını kanıtlama çabasına yönelik eğilimin olacağı gerçeği her zaman göz önünde tutulmalıdır.

    toparlayacak olursak:

    duygusal şiddet, çoğu kez, en yakınımızdaki, sevdiğimiz ve güvendiğimiz insanlardan ve sinsice gelir!

    baştan çok ilgili ve sevecen görünen kişiyle kurulan ilişki, zamanla, tam bir duygusal şiddet fırtınasına dönüşebilir.

    şiddet uygulayıcısı, aralarda düzgün davranıp, mağduru her şeyin düzeldiğine inandırabilir ve sonra tekrar şiddet eğilimine geri döner.

    mağdurun kendisine bağımlı kalması için elinden geleni yapar. zamanla onu, çevresinden ve ailesinden uzaklaştırabilir.

    dışarıya karşı çok bilgili, duygulu özenli biri izlenimi verirken, içeride, mağdura kan kusturur.

    karşısındakini tahrik edip, onun tepkisiyle alay edebilir.

    her konuda çifte standardı vardır. kendisi kızabilir, üzülebilir, yorulabilir; karşısındaki bunları yaptığındaysa, yapılan ona göre, sorun çıkarma, huysuzluk ve kapristir.

    kendisinin sorunu olmadığını, tedaviye mağdurun ihtiyacı olduğunu söyler.

    şiddeti uygulayan çoğu kez ne mağduru sever, ne de kendisini! sevme bilinci yeterince gelişmemiştir. çözülmemiş iç meseleleri vardır.

    duygusal şiddet, zamanında tanınmaz ve çözümlenmezse, hayat kalitesini ciddi biçimde düşürebilen, insanın yaşam sevincini öldüren, sağlığı olumsuz etkileyen çok ciddi bir şiddet türüdür!

    unutmayın!

    ilişkilerde anlaşmazlık ve uzlaşmazlık olması kaçınılmazdır ama sağlıklı ilişkilerde sorunlar, duygusal şiddete başvurmadan akıl ve sevgiyle çözümlenebilir.

    seven insan, sevginin yanı sıra, saygı ve özen de gösterir.

    seven insan, sizin duygularınıza ve ihtiyaçlarınıza duyarlı, açık ve saygılıdır!

    seven insan, sizi dar alana hapsetmek veya kontrol altında tutmak yerine, yolunuzu açar, güçlenmenize ve gelişmenize destek olur!

    bir insanın onuruna saldırılabilir, incitilebilir, şiddet uygulanabilir ama onur, sahibi eliyle teslim etmedikçe, kimsenin elinden alınamaz!

    -------------- alıntı--------------
  • facebook sayfasına koyduğu bir yazısına yazdığım yorumu silmiş ve bununla da kalmayıp beni yasaklamış olan kişi.

    yazdığı yazıyı ve yorumumu noktasına, virgülüne dokunmadan ekşisözlük'e koyuyorum. belki bu şekilde, doktor hanım "bilim yazısı" olarak belirttiği bir makaleye bilimsel bir yanıt olarak yazılan ve hiç bir hakaret ya da suç unsuru içermeyen bir yorumu silmemeyi, böyle bir davranışın bilimsel çalışma sistematiğine taban tabana zıt olduğunu öğrenir.

    bir bilim adamı, yazdığı bilimsel bir yazıya verilen yanıtı yok sayıp görmezden gelemez. hele ki bu yanıtı veren kişinin konu hakkında yeni bir söz söylemesini engellemek için onu yasaklamak hem ağır bir hakaret anlamına gelir hem de bilimsellikle hiç bağdaşmaz.

    bilimsel bir yazı herkes tarafından okunabilecek şekilde ortada dururken, ona yanıt olarak kaleme alınan bir başka bilimsel yazının okunmasının engellenmesi akılcı düşünce yapısı ve bilimsellikle bağdaşmaz. bu konuyu ve yazılarımızı ekşisözlük platformuna taşımamın temel amacı da budur.

    ayrıca, içinde bulunduğumuz bilgi teknolojisi ve iletişim çağında bir fikri ve fikir sahibini görmezden gelmek, devekuşunun kafasını kuma gömme davranışı kadar komik ve kifayetsizdir.

    şafak hanım'ın yazısı ve kendisine verdiğim yanıt aşağıdadır.

    şafak hanım'ın facebook sayfasındaki yazısı:

    doç. dr. şafak nakajima
    geçmişin izleri…

    (bilim yazısı)

    doç. dr. şafak nakajima

    kimi zaman özlemle hatırladığımız, kimi zaman da unutmaya çalıştığımız bir zamandır, geçmiş…

    bazen ona uzanabilmek, ondan bir iz bulabilmek için eski şarkıları dinler, eski resimlere bakarız…

    bazense geçmiş, hiç silinmeyecek izlerle her daim kendini hatırlatır…

    eski bir kazadan kalan bir yaranın izi, işte böyle bir şeydir…

    ama öyle bir iz vardır ki, bu iz yalnızca erkeklere özgüdür!

    çok uzak bir geçmişi, hatta hiçbir erkeğin hatırlayamayacağı kadar uzak bir geçmişi hatırlatan bir abide gibidir adeta.

    ilginçtir ki, bu iz üzerine çok az insan kafa yorar.

    çok az erkek, o ize neden sahip olduğunu bilir.

    erkeğin bedeninde, kendi halinde durur gibi görünen bu iz bazen, sessizce oturmaktan vazgeçer…

    büyümeye ve kendisinden beklenmedik bir takım işlere girişmeye başlar.

    bazen kanserleşir.

    çoğu erkek böyle bir şeyin kendisinde olabileceğini asla aklına getirmediğinden ya da doktora gitmeye utandığından, tanıda sıklıkla geç kalınır.

    artık bu ize dair merakınızın iyice arttığını, bir an önce bu izi tanımayı istediğinizi hissedebiliyorum.

    sizi daha fazla bekletmeyeceğim!

    erkeklere, hiç hatırlamadıkları bir geçmişi hatırlatan bu iz, erkeklerin göğüsleri ya da doğru tıbbi tanımıyla, memeleri.

    hiç düşündünüz mü, ‘’neden erkeklerin göğüsleri var?’’ diye.

    bazen oldukça irileşen (jinekomasti), bazen içinden süt gelen (galaktore) ve çok sık olmasa da kanserleşen bu doku, normal şartlarda bebeği beslemek gibi bir göreve sahip olmayan erkeklerde neden bulunur?

    bu sorunun yanıtının, erkeğin anne karnında bulunduğu döneme uzanan bir hikâyesi var.

    konuyu bilmeyenlerinizin daha iyi anlayabilmesi için önce, kısa ve kolay bir biyoloji dersi yapmamız gerekiyor:

    her insanın, genetik bilgilerini taşıyan dna’sı bulunuyor.

    dna’yı, birbirine sarılmış iki ip gibi düşünmek mümkün.

    bu iplerden birisi anneden, diğeri ise babadan geliyor ve her birisi 23 kromozomdan oluşuyor.

    cinsiyeti belirleyense, x ve y adı verilen özel kromozomlar.

    bunlardan x olanı, her iki cinste de bulunuyor.

    kadınlarda iki tane x varken (xx), erkekte bir x ve bir de y kromozomu (xy) mevcut.

    artık olayın ilginç kısmına geçebiliriz:

    anne karnındaki bebek, ortalama 6 haftalık oluncaya kadar, x kromozomunun kontrolünde gelişiyor.

    erkekliği belirleyen y kromozomu aktif değil.

    o dönem içerisinde hem kız hem de erkek bebekte, meme oluşumu gerçekleşiyor.

    6. hafta civarındaysa, erkek bebekte o zamana kadar aktif olmayan y kromozomu devreye giriyor ve bebeğin gelişimi, kadın rotasından çıkıp erkek yönüne dönüyor.

    y kromozomunda yer alan sry geni, bu dönemde, x kromozomuna bağlı dişi karakterlerin gelişimini durdurup, erkek özelliklerin gelişimini başlatıyor.

    ama bu arada olan oluyor ve o zamana kadar beliren meme başları, geçmişin bir izi olarak erkek bedeninde kalıcı yerini alıyor.

    kimi araştırıcı süreci nötral olarak nitelerken, bazı bilim insanlarına göre, bebeğin yukarıda özetlediğim gelişim biçimi, hayatın dişi olarak başladığını gösteriyor.

    tartışmasız olansa, erkeğe ait niteliklerin, bebeğin gelişiminin daha sonraki aşamalarında, ikincil olarak ortaya çıktığı gerçeği.

    kız bebeklere ne mi oluyor?

    onlar zaten, başından beri doğru yoldalar!

    hiç sapmadan yollarına devam ediyor ve dünyaya geliyorlar!

    --------

    yazıya verdiğim ve şafak hanım tarafından silinen yanıtım:

    6 haftalık embriyonun gelişim aşamalarından yola çıkarak kadının erkekten üstünlüğünden, doğru yoldan ya da yoldan sapmaktan dem vuran "bilimsel" bir yazı yazmak gerçekten çok yaratıcı olmuş!

    peki ben de konuya şöyle bir "bilimsel" yaklaşımda bulunsam, ne dersiniz: embriyolojik gelişimin ilk safhasında muller kanalı oluşmaya başlıyor ve embriyo, dişi iç genital organlarının oluşumu yönünde ilerliyor. eğer genetik yapı xx kromozom çifti şeklindeyse bu süreç devam ediyor ve sonuçta bir kız bebek doğuyor. ama genotip xy şeklindeyse 6. haftada testis dokusu gelişiyor ve muller inhibiting factor (mif) adı verilen bir hormon salgılamaya başlıyor. mıif'in etkisiyle muller kanalının oluşumu duruyor ve yerine wolf kanalı gelişerek erkek genital organları oluşuyor. böylece 40 haftanın sonunda bir erkek bebek dünyaya geliyor.

    yani sözün özü; nasıl ki fenil alanin hidroksilaz yokluğunda fenilketonürili bir bebek, tiroid hormonu yokluğunda kreten bir bebek dünyaya geliyorsa, mif adı verilen hormonun yokluğunda da bir kız bebek doğuyor.

    sonuç olarak kadınlık bir hormon eksikliği durumudur. gerçekten çok "bilimsel" bir tespit oldu. öyle değil mi? hem de en az kadınların başından beri "doğru" yolda oldukları, erkeklerin ise yoldan "saptıkları" kadar doğru bir tespit!

    edit: imla
  • güzel ruhlu, güzel insan.

    klasik psikolog ve terapistlerin aksine; gerçekleri gösteren, sizi kendine bağlı değil, özgür kılma yolunda teşvik eden doktorum.

    iyi ki var.
  • anlamlandıramadığım bir sebeple ekşi sözlük kendisi hakkında yazdıklarımı silmiş. daha kibar bir biçimde anlatmalıydım herhalde. hayatımda ilk ve son kez gittiğim psikolog olur kendileri. ben yanına gittiğim zaman 2 3 sene önceydi galiba saat 5 6 civarı olması lazım. o zamanlar sıkıntılı durumlar içerisindeydim. odaya girdiğim zaman bitse de gitsem modunda olan neredeyse uyuklayan ve beni dinlemeyen bir hanımefendi vardı karşımda. kendisinden aldığım verim sıfır o zamanın parasıyla cebimden çıkan en az 300 lira. ben gitmemenizi şiddetle tavsiye ederim. 300 liraya alışveriş yapın daha iyi gelir inanın ki çünkü karşınızda bu işe gönül vermiş bir insan yok ticarethane patronu var.
  • kızkardeşim* bu sabah bu doktorun bir yazısını gönderdi. daha evvelinden kendisini ne tanırım ne bilirim; lakin bu yazında anlatılan hikayeler beni oldukça hüzünlendirdi. hele de şarkıyı dinlemek işyerinde resmen ağlattı. ardından kardeş kişisiyle hüzün üzerine kısacık konuştuk. sonra o pırasa yapmaya gitti, ben işimin başına döndüm.

    ilgili yazı.

    iç içe üç hikâye

    bugün size, iç içe geçmiş üç hikâye anlatacağım.
    ilk hikâyemiz, kafkaslarda başlıyor.
    rasul gamzatov (resul hamzatov) adlı bir şair doğar dağıstan’da.
    ne zaman mı?
    kendi kaleminden:
    "başımda saçlar iki renk, hem ak var, hem kara ama doğrusu şu anda söyleyebilmem çok güç ne zaman doğdum ben?
    on bir yaşındayken -daha kemer takmaya başlamamışım, hiç at eyerlememişim- damımıza serili öküz postunun üzerine uzanıp ilk şiirimi yazdığımda doğdum belki ya da sonraları: okulumuzun duvar gazetesinde ilk şiir kitapçığım çıktığında.
    ne zaman doğmuş olursam olayım, gerçek doğumum, şiirlerimin doğumuyla sıkı sıkıya ilişkilidir."
    1923 yılının 8 eylülüdür takvimlere göre doğum tarihi.
    çok güzel şiirler yazar; takdir görür.
    1952’de sovyetler birliği devlet ödülü, 1962’de lenin ödülü alır.
    2003 yılı, dağıstan’da 80. doğum yılı anısına rasul gamzatov yılı ilan edilir.
    gamzatov 1965 yılında japonya’da hiroshima barış anıtı müzesi’ni ziyaret eder.
    orada, adına bir anıt yapılmış olan küçük japon kızı sadako sasaki’nin hikâyesini dinler ve çok etkilenir.
    kimdir sadako ve nedir hikâyesi?
    amerika, hiroshima’ya sabah saat 08.15’te atom bombasını attığında, sadako sasaki henüz iki yaşında bir kız çocuğudur.
    nükleer saldırıya uğrayan ilk şehir olarak dünya tarihindeki yerini alan kentte bu vahşet sonucu, ilk anda 70 bin kişi ve saldırıyı izleyen hafta içerisinde ise 30 binden fazla kişi yaşamını kaybeder.
    gelecek nice yıllar, sayısız insanın sakat doğumunun, kanserden ölümünün acı ve utancıyla lekelenecektir.
    sadako bombanın etkisiyle, evin camından fırlar.
    annesi onu canlı bulduğunda, sevinçten çılgına döner.
    ama bu sevinç uzun sürmez.
    radyasyonun etkisiyle hastalanan binlerce insandan birisi olduğunun habercisi, on yıl sonra sadako’nun boynunda beliren şişlikler ve bacaklarındaki mor lekeler olur.
    lösemi (kan kanseri) hastasıdır sadako ve doktorlar en çok bir yıl yaşamasını bekler.
    hastanede yatarken en iyi arkadaşı chizuko, ziyaretine gelir.
    origami (japon kâğıt katlama sanatı) turna yapıp oyalansın diye sadako'ya, kare şeklinde altın rengi bir kâğıt getirir ve ona eski bir inançtan söz eder.
    efsaneye göre, hasta birisi 1000 tane origami turna yaparsa, kısa sürede sağlığına kavuşur. turna, japonların çok değer verdikleri bir kuştur ve yüz yıl yaşar.
    sadako’nun tek arzusu iyileşmek ve okuluna, koşu takımına geri dönmektir.
    bu sözler ona umut verir ve kâğıtlarla turnalar yapmaya başlar.
    beş, on, elli, yüz…
    tamamen harap olmuş bir şehirde kağıt bulmak zor olduğu için, yaptığı kuşların boyutları iyice küçülür, küçüldükçe yapması zorlaşır.
    beş yüzüncü turnayı katladığında daha iyidir sadako; kısa süreliğine evine gönderilir.
    ama hastalık bir haftada geri döner.
    çok şiddetli ağrılarına rağmen turnalar yapmayı sürdürür küçük kız.
    gözleri sonsuza dek kapandığındaysa ondan geriye kalan, 644 tane turnadır...
    işte bu öyküdür dağıstan’lı şair rasul gamzatof’un içine işleyen.
    ve hissettikleri, kalbinden süzülerek şöyle dökülür satırlara:

    turnalar*

    bazen düşünürüm: kanlı savaşa
    giden askerler dönmediler geri,
    onlar dönüştü beyaz turnalara,
    görmeyecekler artık karayeri.

    uçuyor göklerde elçilerimiz,
    sesleri duyuluyor uzaklardan.
    sık sık hüzünle dolar gözlerimiz,
    susarak, göğe baktığımız zaman.

    baktım, akşamüstü sise bürünüp
    uçuyor turnalar sürü halinde.
    üçgen saflarını sıkı tutturup,
    sanki insanlardır, dolaşan yerde.

    yola çıktı turnalarımız bizim,
    çığlıkları bizi gökten çağırdı,
    bundandır derim, avar dilimizin,
    turnaların sesine benzerliği.

    sislerin içinde, günbatımında,
    yorgun turna sürüsüne, baksana,
    küçücük bir boşluk var saflarında,
    benim yerim değil mi o, acaba?

    gün gelecek böyle bir sürüyle ben,
    süzüleceğim mavi sis içinde.
    kuş gibi sesleneceğim göklerden,
    yeryüzünde bıraktığım sizlere.

    ikinci dünya savaşı’nın yıkımını betimleyen bu şahane şiir, gamzatof tarafından seçilen tercümanlarca rusça’ya çevrilir ve ukrayna’lı besteci yan frenkel tarafından notalara dökülür.
    çok tanınan bu şarkıyı seslendirenlerden birisi de, dmitri hvorostovsky’dir.
    sibirya’lı bariton hvorostovsky, çağımızın en yetenekli sanatçılarındandır.
    sanatsal başarısını, sovyet döneminin eğitim sistemine borçlu olduğunu söyler.
    sayısız ödül kazanan hvorostovsky, people dergisi tarafından, 1991 yılında dünyadaki en güzel elli insandan birisi olarak seçilir.
    az sonra izleyeceğiniz videoda sanatçıyı, sadako’nun ilhamıyla gamzatov tarafından yazılan turnalar’ı söylerken izleyeceksiniz.
    videonun sonlarında, çok uzun yıllardır birlikte çalıştığı orkestra üyelerinin ve şefinin yaşlı gözlerine dikkat edin!

    küçücük bir boşluk var saflarında,
    benim yerim değil mi o, acaba?
    gün gelecek böyle bir sürüyle ben,
    süzüleceğim mavi sis içinde.
    kuş gibi sesleneceğim göklerden,
    yeryüzünde bıraktığım sizlere.

    hvorotovsky, 2016 yılında verdiği konserde bu satırları seslendirirken, ölümcül beyin tümörü tedavisi görmekte ve yaşamını kaybedeceğini bilmektedir. orkestra arkadaşları ve hayranları da…
    eşsiz sanatçı, bir kaç ay önce, 22 kasım 2017’de aramızdan ayrılır.
    sadako’yu, gamzatov’u ve hvorostovsky’yi, onurlu yaşamlarıyla geride bıraktıkları muhteşem izler için sevgi ve saygıyla anıyorum.

    video için tıklayın:
    https://www.youtube.com/watch?v=0doutusysu4
  • normalliğin deliliği'ni arno gruen imzası ile herkesin anlayabileceği bir dilde ifade ettiği yazısı okunmaya değer bir hekim.

    her geçen gün artan sayıda meşrulaştırılan ve bulaşıcı hastalık gibi yayılan çeşitli davranışları reddediyorsanız sorun sizde değil. insan kalmaya çalışmak bir sorun değil. sorun, adaptasyona olan heves ve getirisi olan duyu yitimi... aşağıdaki makale ile birlikte arno gruen'in kitaplarına da bir göz atın derim. akıl sağlığınızı korumak istiyorsanız tabi ki. yoksa somalar * dünyaya gelir gelmez kullanımınız için her şey ve herkes tarafından zaten dayatılıyor. maharet kullanmakta değil, zaten bu kadar etkileşimin olduğu bir çağda kullanmamak mümkün değil. mesele kullanmaya karşı gösterilen dirençte, reddetmede, bunu zaman zaman dahi olsa başarabilmekte...

    --- spoiler ---

    bugün sizleri, düşünen ve hisseden beyinler için akıl sağlığını korumanın giderek zorlaştığı günümüz dünyasında, yaşadıklarınızı anlamlandırmanıza yardımcı olacak bir yazarla tanıştırmak istiyorum: arno gruen.

    berlin doğumlu bir psikanalist olan gruen, ''normalliğin deliliği,'' ''empatinin yitimi,'' ''içimizdeki yabancı,'' ''demokrasi mücadelesi,'' ''kendine ihanet'' gibi, her birisinin sizlere önemli katkı sağlayacağına inandığım kitapların yazarıdır.

    gruen, insanın yön kaybını ve şiddet eğilimini, modern yaşamın çarklarına uyum kurmak için kendi gerçeğini inkâr etmesiyle ilintilendirir.

    bu uyum çabası, insani duyarlılığın yitimiyle mümkündür, ancak!

    sadece acıyla yüzleşmeyi göze alabilenler, acıya dayanabilenler insani özlerini koruyabilirler.

    ''acıya tahammül edebildiği sürece -özelliklede iç mücadelesinde- insan gerçeğe hala açık demektir.''

    gruen, toplumun kabul ettiği ''normalliği'' reddeden delinin, hala insan kalmak için direndiğini söyler.

    ''gerçek dünyada insani değerlerin yitimine katlanamayanlar "deli" kabul edilirken insani köklerinden kopmuş olanlar "normal" olarak onay bulur.

    ancak bir insanın "gerçekle ilişkisi" ruhsal hastalığını ya da sağlığını saptamak için tek ölçüt değildir.

    aksine, çaresizlik gibi insani duyguların, empati gibi insani algılamaların ve coşku gibi yaşama insani katılışların ne ölçüde mümkün olduğunu veya ayıklanmış olduğunu sormak gerekir.''

    toplumdan uzak, asosyal bir yaşam seçen ve deli diye adlandırılan birey, ''normal insanların'' yarattığı dünyanın ikiyüzlülüğüne dayanamayan insandır. o'dur güçlü olan!

    ''toplumumuzdaki gerçekten zayıf kişiler, acı çekenler değil, acı çekmekten korkanlardır. toplumla uzlaşmayı başarıyla gerçekleştirmiş olanlar, asıl zayıflardır.

    bu yüzden binlerce yıldır duyarlılığın zayıflık olduğunu iddia ederek propagandalarını yürütüyorlar. onlar, deforme olmuş bir gerçeğin, yani güç ve iktidar ideolojisinin asıl taşıyıcısıdırlar.''

    gruen, çarpık toplumsal örüntünün kölesi olan ebeveynlerin, yeni köleler yetiştirirken kullandıkları en önemli aracın, koşullu sevgi olduğuna değinir.

    ne yazık ki, ''toplumda kabul gören türden bir başarı'' sahibi olduğu sürece sevilen çocuk, kendisine ve yaşama yabancılaşacak, ileride, sevme ve empati gücünü kendisinde bulamayacaktır.

    bunun sonucunun çok vahim olduğunu söyler:

    ''eğer sevme yetisi çok başlarda kırılırsa, kendilerini asla bulamayan insanlar oluşuyor.''

    gruen, gerçek kurtuluş için insanlığı, uyanışa ve sevgisiz vahşi yaşama direnişe davet eder:

    ''tarih, kendi varlıklarını koruyabilmek için kendilerini ülkeleri, doğayı ve diğer insanları ele geçirmek zorunda hissedenler ile dirençlerini güvenceye almak için sahte tanrılara bağlananlar arasındaki etkileşimle oluşuyor.

    sahte tanrılar, bizi kurtaracak bir kimlik bulma yolundaki beyhude arayışın hem ürünü, hem de üreticisidir.

    bizi çevreleyen sevgisizliğe gerçek anlamda karşı durmadığımız sürece, içimizde yatan kendimize ait kimliğe asla ulaşamayız.''

    --- spoiler ---
  • bugün güzel bir yazısına denk geldim,şu anki savaş ile ilgili:

    --- spoiler ---

    dünya hızla ısınıyor, toprak, su ve hava kirleniyor, verimli tarım alanları kuruyor, gıda üretimi azalıyor, her yere yayılan plastik ve toksik ürünler yeryüzü ve su altındaki binlerce canlı türünü geri dönüşsüz biçimde yok ediyor.
    insanlar hastalanıyor, yoksullaşıyor, yaşam sevincini kaybediyor.
    vahşi kapitalizmin sınırsız hırsı, zehirli bir gaz gibi yayılarak bırakın gezegenimizi, uzayı bile çöplüğe döndürüyor.
    neoliberal düzenin tüm bu başarısızlıklarına rağmen abd ve avrupa birliği’nin başını çektiği emperyalist güçler, savaş temelli bir yolla yeni bir dünya inşa etmeye çalışıyorlar.
    herkesin göç etmeye çalıştığı o çok "uygar" batılı devletler, iliklerine kadar sömürdükleri küçük ülkeleri kışkırtarak birbirine düşürüyor, iç ve dış savaşlar çıkarıyor.
    çocukları içecek süt bulamayan ülkelere milyarlarca dolarlık silah satıyor.
    hadi gelin, silah satış rakamlarına kuşbakışı bir bakalım:
    abd’yi söylemeye gerek var mı? bence yok. merak eden araştırsın. zaten bulacağınız rakam, bırakın aklınızda canlandırmayı, telaffuz bile edemeyeceğiniz türden! almanya da felaket!
    ben dünyada aşkın ve romantizmin sembolü fransa’ya göz attım.
    oh là là!
    fransa silahlı kuvvetler bakanlığı, 2021/22 için silah satışı tahminlerinin "30 milyar dolardan fazla olduğunu" bildiriyor.
    ya sosyal demokrasinin simgesi, uygarlığın nirvana’sı isveç? mini mini minicik, kutu kutu pensecik bu karlar ülkesi, başka toprakları kana boyamak üzere 2020 yılında 286 milyon dolarlık silah satmış. hmm! 2001 de 895 milyon dolarlık satıştan sonra bu bayağı düşük bir rakam değil mi ponçikler? yeni pazarlar lazım size, ha gayret!
    avrupa başkenti brüksel'i bağrında taşıyan belçika’nın, ruanda soykırımında oynadığı akıl almaz rolün, çıkardıkları iç savaşın ve sattıkları silahların, en çılgın senaristin bile hayal gücü sınırlarına takılacak vahşilikteki hikâyesini merak edenler, konuyu araştırsınlar; çok şaşıracaklarını garanti edebilirim!
    işte bu adamlar, havuç göstererek, içeriden ele geçirerek ukrayna’yı kışkırtıyor, kurdun önüne atıyor.
    ukrayna'yı milyarlarca dolarlık askeri teçhizatla donatıp çatışmaları uzatmak ve önemli rus kayıplarına yol açmak amacıyla faşist paramiliter güçleri silahlandırıyor. biden yönetimi, ukrayna'yı yem olarak kullanarak rusya ile çatışmayı tırmandırmayı amaçlıyor.
    diğer yandan, 1991 de sovyetler birliği'nin dağılmasıyla halka ait tüm kurum ve kaynaklara çöken oligarkları temsil eden ve kendisi de bu yolla sınırsız bir servete sahip olan eski devlet memuru vladimir putin, gerici bir ideoloji olan rus milliyetçiliği temelinde yayılmacılık politikası güdüyor.
    dünyada silah ihracatında ikinci sırada yer alan rusya’nın 2021 yılında satışı, 55 milyar dolar.
    kremlin, rusya'yı batı tarafından tehdit edilen “kuşatılmış bir kale” olarak sunup ülkedeki muhalefeti acımasızca bastırıyor. muhalifler esrarengiz biçimde ortadan kaldırılıyor.
    saldırdığı ukrayna'da yerli yabancı milyonlarca insan, açlık, susuzluk ve ölümle pençeleşiyor.
    abd, nato, ab ve kapitalist rusya arasındaki mücadele, dünya pazar paylarını, nüfuz alanlarını, enerji hatlarını genişletme mücadelesidir. bu mücadelenin bedelini ise yoksul halklar kanla, korkuyla, artan fiyatlarla, aç kalarak, donarak ödüyor.
    bu canavarların, dünyayı tüm korkunç sonuçlarıyla nükleer bir savaşın eşiğine getirmeye hazır olmaları, dünya emperyalizminin şaşırtıcı düzeyde pervasızlık ve saldırganlığın kanıtıdır.
    savaş bizim savaşımız değildir; biz bu savaşın taraflarından biri değiliz!
    bizim tarafımız, insanlığın tarafıdır.
    nazım’ın dile getirdiği büyük insanlığın!
    büyük insanlık
    büyük insanlık gemide güverte yolcusu
    tirende üçüncü mevki
    şosede yayan
    büyük insanlık.
    büyük insanlık sekizinde işe gider
    yirmisinde evlenir
    kırkında ölür
    büyük insanlık.
    ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
    pirinç de öyle
    şeker de öyle
    kumaş da öyle
    kitap da öyle
    büyük insanlıktan başka herkese yeter.
    büyük insanlığın toprağında gölge yok
    sokağında fener
    penceresinde cam
    ama umudu var büyük insanlığın
    umutsuz yaşanmıyor.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap