• inci aral'ın romanı...1 kadın ve 2 erkek arasındaki arkadaşlığın geçirdiği evrimler anlatılmaktadır kitapta.
  • (bkz: inci aral)
  • edebiyat olan ile olmayanın birbirine karıştığı, yenilik peşindeki pek çok yazarın okuyucunun kulağını tırmaladığı, konu derinliğini yakalayamadığı günümüzde, eskiye oranla pek çok kadın yazar (ya da kendine yazar diyen) tanımaktayız. tarz yaratma amacıyla dili kendine göre kullanan ve bozuk bir dil ortaya çıkaran, popüler sinema tadında kitaplar yaratan bu yazarları bir tarafa ayırıyoruz ve inci aral gibi dili mükemmel kullanan bir kadının kaleminden çıkan şeyleri okumadınız herhalde, diyoruz. okusaydınız, aşk'ı bırakın farklı bir açıdan anlatmayı, bunu anlatırken sıradanlığın ötesine geçemediğinizi görürdünüz, diye ekliyoruz.

    ölü erkek kuşlar... son derece lirik bir dile sahip. kendi ayakları üstünde duran ve hayatta tek başına var olmaya çalışan bir kadının çelişkilerini, kadın denilen canlının dengesiz kimyasını, eş ile sevgililik kavramlarının çarpışmasını, ve dahasını, dahasını.

    kadının anlaşılması güç kişiliğinden, içinde birden fazla (sayısı kişiden kişiye değişebilir ama kesinlikle bir değil) kimseyi barındırdığı için değişken yapılı olduğundan ve bunun erkeklerle ilişkisinde algılanış biçiminden bahsediliyor.

    üçgen! en vahimi: aşk üçgeni!
    var olması ilginç değil. hatta gayet normal. insan aynı anda iki kişiyi sevebilir mi? aldatma? sadakatsizlik?

    bir erkeğin varlığı ile yokluğu arasındaki ayrımı yapabilecek kadınlar,

    köklü bir sevgi? ya da tutku? bir kişi ya da iki kişi. ya da alternatif şık e şıkkı : hiçbiri.
  • şahane bir dille yazılmış, kuşkusuz çok güzel, ancak insanı hayata küstüren karanlıkta bir roman. araya başka kitaplar alarak ve birkaç haftaya yayarak okumanız tavsiye edilir, öbür türlü insanı bunalıma sokabilir.
  • --- spoiler ---

    "bu geceye gelinceye kadar, zaman uzun bir süre bir yerlerde takılıp kaldı benim için. gereğinden uzun akşamlar, geceler, sabahlar ve günler yaşadım.geriye doğru çalışıyordu saatim bu sıralarda ve kimse onaramıyordu bu bozukluğu. herşey normal, diyorlardı saatçiler. aslında görünüşte pek bir aksaklık yoktu. şu var ki benim biyolojik zaman ayarımla uyum içinde olamıyor, apansız yıllar öncesinin saat onyedilerini, üçlerini beşlerini göstermeye başlıyordu saatim. bu arada bir kaç saat değiştirdim elbette ama yararı olmadı bunun. onlarda da aynı aksaklık ortaya çıkıyordu koluma takar takmaz. bir randevuya yetişmeye çalışırken geç mi kaldım acaba? kaygısıyla baktığımda,yetişmeye çalışmış olduğum bir çok randevuya koşar buluyordum kendimi. bir salı günü öğleden sonra onbeşte nerede kimlerle buluşmaya gitmişsem -öyle az buz değil bunlar- ister üç yıl ister beş-on yıl önce olsun saatim akıl almaz bir hızla geri atlamalar yaparak bütün bu salıların onbeşlerine dönüveriyordu."

    --- spoiler ---
  • kitabı iyi ki okudum ve erkeklerin maruz kalabileceği, bir tür inkar olarak yok saydığım, zorlukları ve acıyı anladım/kabullendim.

    her konuya, her objeye, her kişiye bir de öte taraftan bakmak lazım, dedirtmişti bu kitap bana...
  • o kadar çok beğendim ki bitiremedim. yarım kaldı. hayatımda ilk defa bir kitabı yarım bıraktım. bir daha da elime alamadım.. yıllar önce..

    inci aral'ın edebi dili nefis, sıradan bir hikayeyi belki de yüreğinizin orta yerine bırakıp gidiyor.. ayrıntıları işleyişi ve betimlemeleri hikayeyi alıp başka bi dünyaya çeviriyor. bakış açısının yoğunluğu içinize otuyor.. ve kitap bitmiyor.. canınızı ana karakterle birlikte yanarken bulunca kitap bitmiyor ....
  • nasıl sevdiğimi bana hatırlatan, bazı cümlelerin altını çizdiren ve aşkı çok sade ve her yönüyle anlatmayı başaran güzel bir romandır.

    --- spoiler ---
    onun resimlerine bakarken hızlanırdı yüreğim. içimde bir ayaklanma olurdu. bir tel incecik ses verirdi, bir ağaç yapraklarını dökerdi. mor bir çiçek açılırdı vaktinden önce. gökyüzü renk değiştirirdi. kelebekler ellerime konar, avuçlarım sıcacık olurdu.

    o aykırı, yönsüz,yordamsız gibi çılgın, öfkeyle dolanıp da ansızın bir yerlerde duruluveren, bir büyük boşluğun ayakucunda ya da bir yeşilin akıl almaz bir incelikle kırılıverdiği noktada düğümlenip dağılıveren çizgiler karmaşasında yolumu yitirirdim.

    işte tam orada, tam o noktada her şey hüzün dolu bir sızıyla ona doğru iterdi beni. öncesiz, sonrasız o olurdum. "ben onu asıl bunun için severdim en çok."
    o benim gereksindiğim acı, özlediğim mutsuzluk, uzlaşmazlık, onulmaz can sıkıntımdı. kırılganlığım, öfkem, hoyratlığımdı."

    --- spoiler ---
  • yaşanan ne olursa olsun, hayatımıza girmiş bazı insanlarla beraber yürüyebileceğimiz yol bitse de iyi duyguların hiç bitmeyeceğini anlatan, kitabı uzun yıllar önce -ve şimdi tekrar- okumama rağmen neredeyse her satırını ezbere bildiğim yürek sızısı bir mektupla biter.

    sevgili ayhan,

    mektubunu iki gün önce aldım. buraya gelişimden bu yana geçirdiğim en güzel gün oldu o. verdiğin haberler çok sevindirici. umarım her şey umduğun ve dilediğin gibi gelişir.

    yirmi beş gündür buradayım. kendimi ilk kez bir yere, buraya ait duyuyorum. bugün pazara gittim. senin sevdiğin köy peynirinden, otlardan aldım. geçen akşamki telefon konuşmamızdan sonra senin adına kapıldığım o yabancılık duygusunu gene senin adına gidermeye çalışır gibi. geçecek biliyorsun. ilk kez bulunduğun yerler değil oraları.

    şu anda masamın üstündeki çanağın içinde kocaman bir demet sarı papatya var, radyoda da 'sobalarında kuru meşe yanıyor' türküsü. seni anlıyorum, bu türküyü böyle birdenbire duyuvermek için bile güzel bu ülkede yaşamak, çok güzel. her türlü zorluğu ve belasıyla, o amansız her an her şey olabilir düşüncesiyle, bu oturmamışlığı, bu karmaşayı, bu dinamizmi yaşamak ister insan onca uzaktayken. özlememek olanaksız.

    iyiyim. bıraktığın izler olmasa seni daha az düşüneceğim. kendimce bir başlangıcı yaşıyorum. bu başlangıcın gerektirdiği cesaretin kendi varlık alanımın ötelerine doğru uzanmakta olduğunu seziyorum şaşkınlık içinde. ama gene de henüz kendimi büsbütün toparlayabilmiş değilim. en önemli gelişme uyku haplarımı atmam ve onlarsız oldukça iyi uyumaya başlamış olmam.

    bütün evi elden geçirdim. dolapları yerleştirdim. çatı odasındaki sandığın içinde bir zamanlar yatak odamızda duran bazı kitapları buldum. hani akasyalı sokak'daki evdeki yatak odamızda... çok azalmışlar. sen gözaltından döndükten sonra kara çöp torbalarına doldurup ağızlarını bağlayarak geceleri bize uzak mahallelerdeki çöp bidonlarına atmıştık çoğunu, anımsıyor musun? kalanlar da belki bir daha hiç okunmayacaklar ama onlara dokunmak bile haz veriyor insana. çok güzel, çok özenli kapakları, ciltleri. oldukları yerde bıraktım onları. düşünsene oralarda hiç olmazsa evinde istediğin kitabı bulundurma hakkın var.

    şu andaki görüş alanım penceremin önündeki birkaç ev, iğde ağacı, kavaklar, köprü, denize doğru uzanan toprak yol, bakkal cavit'in derme çatma dükkânı, dükkânın önündeki ekmek dolabı, gazete tezgâhı, solmuş mavi tente ile sınırlı olsa da bütün bunlar görünürde var olmayan bir biçimde ve anlaşılmaz bir uyumla bir araya gelmiş karmaşık duyusal izlenimler uyandırıyor bende ve garip bir biçimde bakış açımı gerekli ve doğru yöne kaydırıyor.

    odamdaki süt kokusu, dokunduğum bir kumaşın yumuşak dokusu, dolap kapaklarının genleşen tahtalarından çıkan çıtırtılar belleğimde birikmiş kokuları, dokunuşları, sesleri ve istenmeyen görüntüleri kendi kendine dönen bir bant gibi silip temizliyor.

    bahçeyle çok uğraştım. görsen benimle gurur duyardın. her şey canlandı, yenilendi, iri iri oldu yaprakları. hatmiler köylü gelinleri gibi salınıyor, mor çiçekler açan sarmaşık aceleyle tırmanıyor bahçe duvarına. güller çoktan açtı. burayı çok seviyorum.

    uzun süre istanbul'a dönmeyeceğim. benim gibi modası geçmiş aşklar yaşamayan, günün moda insanlarının orası. gündelik birlikteliklerin taptaze, aşınmamış duygularıyla yaşlanmaya direnen, benliklerine ve belleklerine aşkın yüceliği kazınmamış özgür kadınların. ben geri kalmış biriyim.

    zayıflıklarını geceleri buruşuk çarşaflar üstünde, bar masalarında ve kapı önlerinde hoyratça çözüp dağıtan biricik, vazgeçilmez erkeklerin o kent. ince bir kadının bir ayna karşısında saçlarındaki firketeleri çıkarırkenki kırılganlığını göremez olmuş erkeklerin.

    senin mektubundan sonra kafamı ve düşüncelerimi bir süre düzene koyamadım. gene de seninle dostluğumun her zaman şu ya da bu biçimde süreceğini bilmelisin. sana yazıyorum, her zaman da yazacağım. sen de yaz bana. birbirimizi kolayca bırakmayalım. ama bunun için de zorlamayalım kendimizi.

    küçük kedim bacaklarıma sürtünüyor. acıkmış olmalı. tüylü bir sarman. adı su... görsen ne kadar severdin. harika bir kuyruğu var. nasıl da düşkünsündür kedilere sen. kanepede sırtüstü yatıp kitap okurken karnına yatırıp usul usul okşardın, oynardın onlarla, ellerine yün eldivenler giyip kızdırırdın ayhan.

    seni çok özlüyorum.

    beni güneşli bir bahçede çiçekler sularken düşün anımsadığında. bir kurşun kalemi yontarken, kâğıtlar yırtıp umutsuzluktan bunalırken. yağmurlu bir öğleüzeri sirkeci'de yürürken. bir aynada ağlarken...

    ben seni bir çok halinle anımsayacağım, yazmakla baş edemem.

    nicedir kendimi bunca yürekli bulduğum olmamıştı. bunca yorgunken bunca kahraman. bunca acı çekerken bunca iyimser, bu kadar hüzünlüyken böylesine mutlu.

    ve gece sessizliğinde...

    suna
hesabın var mı? giriş yap