çocukluğumuz
-
bir ilhan tarus hikayesi. günümüzün kanonlarına pek dahil olamayan bu ilginç edebiyatçı, bu güzel hikayesinde; herkesin cennet çağı diye özlemle andığı çocukluğa ters bir taraftan bakar. çocukluğu; korkuların, kıstırılmışlığın hayata karşı çaresizliğin çağı olarak işler. bunu o kadar güzel yapar ki, haklı galiba lan dersiniz okuduktan sonra.
-
sezai karakoç'un, sonlara doğru "ötesini söylemeyeceğim" adlı şiirini anımsatan, harika eseri;
annemin bana öğrettiği ilk kelime
allah, şahdamarımdan yakın bana benim içimde
annem bana gülü şöyle öğretti
gül, onun, o sonsuz iyilik güneşinin teriydi
annem gizli gizli ağlardı dilinde yunus
ağaçlar ağlardı, gök koyulaşırdı, güneş ve ay mahpus
babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde
binmiş gelirdi ali bir kırata
ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından
asyada, afrikada, geçmişte gelecekte
biz o atın tozuna kapanır ağlardık
güneş kaçardı, ay düşerdi, yıldızlar büyürdü
çocuklarla oynarken paylaşamazdık ali rolünü
ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
ali olmaktan bir sedef her çocukta
babam lambanın ışığında okurdu
kaleler kuşatırdık, bir mümin ölse ağlardık
fetihlerde bayram yapardık
islam bir sevinçti kaplardı içimizi
peygamberin günümüzde küçük sahabileri biz çocuklardık
bediri, hayberi, mekkeyi özlerdik, sabaha kadar uyumazdık
mekkenin derin kuyulardan iniltisi gelirdi
kediler mangalın altında uyurdu
biz küllenmiş ekmekler yerdik razı
inanmış adamların övüncüyle
sabırla beklerdik geceleri
şimdi hiçbirinden eser yok
gitti o geceler o cenk kitapları
dağıldı kalelerin önündeki askerler
çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi -
içinde hiç hatırlayamadığımız, dolayısıyla hakim olmadığımız bir dönemi barındıran süreçtir.
-
bos isler pesinde kostugumuz, zaman zaman sizofren gibi hareket ettigimiz dönemdir. simdi dönup geriye baktigim da ne kadar salakmisim diyorum ama yine de guzeldi lan.
-
"çocukluğumuz" deyince aklıma ilk bizim salondaki kocaman, tüplü, sony marka televizyon geliyor. o zamanlar baya havalıydı tabi, arkadaşlarımın görünce dipleri düşerdi. ilk digiturk de bizde olmuştu mesela. blackberry, iphone falan yoktu. nokia 3310 vardı. bi de babam, anteni tek darbede insanın gözünü çıkartmaya elverişli olan panasonic marka bi cep telefonu kullanırdı. o 3310ları hiç unutmam. telefonu duvara fırlatırdın gidip baktığında sadece, "tuş kilidini açmak için * tuşuna basın" uyarısı çıkardı. unutmadan, istanbul'a kar da yağardı o zamanlar tabii. şimdi biz hala o tüplü sony televizyonu kullanırken komşu bir göz oda evine plazma almış. zaman mı hızlı ilerliyor, teknoloji mi?
-
büyümeyi düşünüp büyüyünce özlediğimiz.
-
hepimizinki bizim için özeldi veya herkesinki kendine özel geliyordur. yaşandı ve bitti. ama yine de güzelde lan. birde şu akülü arabayı almadınız bari şu castello terminatör bisikleti alsaydınız lan. işte o zaman tadından yinmezdi. budur işte, ufak şeyler mutlu eder insanı çocukken. ama büyüyünce 10 tane bisikleti kendim alsam, 50 bin liralık araba alsam o tadı veremez. ah be sozluk çok dertliyim çok.
-
dos işletim sistemi ile çalışan bilgisayardır, volfied'dir, blues brothers'dır. bol çakıllı yolda bisikletten düşüp ağzın yüzün kanamasına rağmen tekrar bisiklete atlayıp aynı hızda sürmeye devam etmektir. resim çizmektir, haftada 2 boyama kitabı bitirmektir. hatta durun, pokemon'dur, o zamanlar aşık olduğum sailor moon'dur benim çocukluğum. ağzımdan salyalar akıta akıta bakakaldığım, komşumun gameboy'udur...
...ve bir daha asla sahip olamadığımdır. sadece yaşamaya devam etmeye çalıştığımdır. -
bir acayip sezai karakoç şiiri. okurken tüylerim diken diken oldu. umutsuz bitiyor ne yazık ki. umut dolu ve fakat umutsuz bitiyor. bu şiiri yazan adamın, sezai karakoç'un ölecek olmasından korktum.
-
"aldığımız nefes sayılıdır" derdi babam. ben de uyumadan önce derin derin nefes alıp tutardım uzun süre. çocukken uzun yaşamak istiyordum anlaşılan, ya da çok yanlış anlıyordum bazı şeyler. böyle geçti çocukluğumuz.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap