hesabın var mı? giriş yap

  • sözlükte, moderasyon açısından ters tepti bence kondüktör uygulaması. ilk başta şöyle bir şey düşünülüyordu: kondüktörleri alalım hem insanlar beklemekten kurtulsun, hem de çaylak inceleme/onaylama gibi ekstra bir yükten kurtulalım. ama kondüktörler o kadar hızlı çalıştı ki artık yeni yazar alımları ile günde binlerce yazar sözlüğe giriş yapmaya başladı. haliyle günlük yazılan entry ve açılan başlık sayıları da çok büyük oranda artış gösterdi. bunların içinde de hatalı entry oranı o kadar yüksek ki.

    bu uygulama başladığı günden beri o kadar çok gözüme çarptı ki ispiyonlanan, silinen entryler. artık moderatörlere çok daha fazla iş düştüğünü tahmin ediyorum. bir önceki entryde aynı şey yazılmış olmasına rağmen tekrar aynı bilgiyi ısrarla gireni mi dersin, atıyorum, güzel bir manken hakkında yüzlerce entry girilmişken 355. entrye "güzel kadın" diye tanım yazanı mı dersin, insanlara gg kapsamında olduğunu bilmeden hakaret edeni mi dersin, imla hatalarıyla açılan başlıkları mı dersin, aramaya zerre inanmadan yeni başlık açanı mı dersin, hepsi fazla fazla var artık. modlara kolaylıklar diliyorum bu hususta.

    bir de bu uygulama sonunda artık şöyle bi olay da var, kondüktörler bu gazla gitmeye devam ederse birkaç güne kadar artık bekleyen çaylak kalmayacak. bu da şu demek oluyor; artık herkes burada yazabilecek. yani, kullanıcı buraya üye olup yazmaya başladıktan sonra hesabını kötü amaçla kullansa dahi kafası rahat olacak, çünkü bir süre sonra uçurulsa bile tekrar 10 entry girdikten sonra kısa bir içinde tekrar yazmaya başlayabilecek. troller, fakeler ve türevleri ortamda bir bir boy göstermeye artarak devam edecek. owencem diye yazar gördüm ya! geçen haftalarda boş ve anlamsız entryler girdiği gerekçesiyle bol bol eleştiri alan noryth aquanum, reenkarnasyonla zombi olan nekrofil vs. arkadaşlar gibi onlarcası var artık. yazarlığı onaylandığı andan itibaren bir hızla entry yazmaya başlayıp bir günde 200 entrye ulaşan inasanlar var ve sayıları hiç az değil. bunun yan etkisi olarak sol framein tıpkı inci'deki gibi aktığına tanık oluyoruz. sözlük okunurluktan biraz uzaklaşıyor diyebiliriz. herkes yazıyor ama yazılan her şey okunuyor mu acaba? bir süre sonra ekşi sözlük bir entry çöplüğüne döner mi?

    yeni yazmaya başlayan arkadaşlar iyidir kötüdür diye, alınsın/alınmasın diye bir yorum yapmıyorum, zaten böyle bir yorumu yapmak bana düşmez. ben ortaya çıkan ve çıkabilecek sorunlar karşısında moderasyonun nasıl önlemler alacağını gerçekten merak ediyorum. eyorlamam bu kadar.

  • bunu geçenlerde bi arkadaş anlattı.. olayın kahramanlarına çok yakınım. doğruluğu tasdiklidir yani.

    iki ay önce olimpiyat stadı'nda trabzonspor-manisaspor maçı var. umut bulut'un attığı gol öncesi tribünde bi abimiz içine doğmuşçasına gol diye bağırarak ayağa kalkar. 2-3 saniye sonra da gol gelir.. hemen yanıbaşında duran amca merak eder durumu:

    "ula uşağum maçi radyodan mi dinleysun?"

  • 2004 yılında kasım ayında memur oldum. giriş maaşım ile aldığım dolar miktarı nominal yüzde 74 ü idi. yani 500 tl maaşa 370 dolar alabiliyordum. oranı sabit tutarsak şuanda temel memur maaşı 4000 tl. yüzde 74 ü ile dolar alsa 2960 dolar yapar. 2960 doları bugünkü kur olan 7.4 ile çarpınca 21904 tl yapıyor. yani yaklaşık 22bin maaşın olması gerekirken 4bin tl alıyorsun. 4,5 kat fakirleştik. 18 yıllık iktidarın özetidir. yazıklar olsun.

  • zenci cuku...

    saka bir yana, burada bir suru cesitli markalar sayilmis. 1980'lerin basinda boyle bir liste yapmaya kalksak yuzlerce, belki binlerce markalik bir listemiz olurdu, 1990'larda daha kucuk bir listemiz olurdu ve bugun daha da kucuk bir listemiz var. aslinda burada mesele markalar degil. markalar gelir gider. bu is adamlarin turkiye pazarina acilmasina bakar. amerika'da gercekten bulunup turkiye'de bulunmayan bir seyden bahsetmek gerekirse "buyuk sehirde yasamadan kariyer yapma luksu" derim. bunun ne anlama geldigini entry'nin geri kalaninda aciklamaya calisacagim.

    simdi sozluk bunyesinde "bütün kariyeri bir kenara bırakıp köye yerleşmek" diye bir baslik var cunku turkiye'de gercekten kariyer yapmak isteyen bir insan icin istanbul ve ankara (biraz da izmir) disinda pek bir secenek yok. simdi ulkenin en ohanemli kaynaklari birkac buyuk sehirde toplandiysa kariyer yapmak isteyen insanlar da o birkac sehirde toplaniyor ve o sehirler kalabaliktan yasanmaz bir hal aliyor.

    sabah 8'den aksam 5'e kadar suren bir is icin sabah 5'te kalkip hazirlaniliyor, sabah ise giderken ve aksam eve donerken ortalama 2-3 saat yolda geciyor, insanlar buyuk sehirlerin pahaliligindan adam gibi ev bulamiyor ve sehirler beton yigini haline geldigi icin cocuklarin oynayabilecegi bos alan bile yok ve cocuklar butun gun evde tikilip kaliyor. kisaca buyuk sehirler cogu insan icin yasanmaz hale gelmis durumda ve kariyerler olmasa cogu insan istanbul basta olmak uzere buyuk sehirleri coktan terk etmisti. zaten buyuk sehirde yasamanin stresi insanin tum enerjisini emip bitiriyor ve zaten haftasonundan haftasonuna yasayan insanlar ne yapacaklarini sasiriyor ve yuzune fener tutulmus tavsana donuyor.

    abd bu konuda biraz daha sansli cunku ekonomi belli basli birkac sehre bagimli degil. her ne kadar kariyer yapmak isteyenler genelde new york, los angeles, san francisco, chicago gibi sehirlere gitse de insanlar kariyer yapmak ve yukselmek icin buralara gitmek zorunda degiller (avrupa'dan bir ornek vereyim, finlandiya'da nokia'nin bir cok arastirma & gelistirme fasilitesi bulunmaktadir ve bunlarin bazilari ufak kasabalarda, bazilari koylerdedir. boylece buyuk sehirde yasamak istemeyen ama nokia'da calisarak kariyer yapmak isteyenlere de sans taninmistir).

    simdi abd'nin en buyuk sirketlerinden ornekler vereyim. yillik 500 milyar dolara yaklasan cirosuyla dunya'nin en buyuk sirketlerinden biri olan wal-mart'in ana binasi (headquarters) arkansas eyaletindeki bentonville kasabasinda. bu kasabanin nufusu 40 bin ve wal-mart'in binlerce beyaz yakali calisani burada calisiyor. bu calisanlarin ortalama yillik maasi 100 bin dolar civarinda ve cogu kisi kazandigi parayla krallar gibi yasiyor. zaten wal-mart'in plazasinin park yerine bakinca bolca alman arabasi gormeniz de bunu gosteriyor. kasaba soyle bir sey. western filmi ceksen cekilir yani. insan bara gidip "dostum bana sarap, yatacak bir oda ve bir kadin ayarla" deyip bir demir para vermek ister boyle yerlerde (tabi ki bir western efsanesi olan ahsap ficida banyo yapma olayini da ekleyelim).

    devam ediyoruz, costco ulkedeki bir baska buyuk magaza zinciri ve sirketin yillik cirosu 120 milyar dolar civari. sirketin ana ofisi washington eyaletinin issaquah kasabasinda. insan kasabanin ismini yazarken yanlis yazmamak icin 2-3 kere kontrol ediyor. kasabada 30 bin kisi yasiyor (kasaba halki toplanip maca gitse stadi dolduramaz) ve etrafi ormanlarla ve dogal parklarla dolu olan kasaba twilight filmlerinin cekildigi yere cok yakin. herkesin huzur icinde yasadigi ve suc oranlarinin da trafigin de yok denecek kadar az oldugu sehrin halki zaman zaman seattle'a giderek (tum kasaba bir 500t'ye sigar zaten) buyuk sehir ozlemini giderebiliyor.

    dow chemical dunya'nin ikinci en buyuk kimyasal urun firmasi. sirketin urun yelpazesinde petrol urunlerinden cesitli boyalara kadar her turlu urun mevcut ve sirketin ana ussu michigan eyaletinin midland kasabasinda. zamaninda bu sirkete bazi projelerde danismanlik yapmistim ve sirketin bulundugu yer etrafi gol ve ormanlarla kapli olan oldukca hos bir bolge. sirketin ortalama muhendis maaslari yillik 120-130 bin dolar civariyken nufusu 40 bin civari olan kasabada 200 bin dolarin altina arka bahcesinde at kosturabileceginiz ciftlik evleri bile almak mumkun (ki bunu yapan birini taniyorum; eski hocalarimdan biri).

    sari dozer veya sari kepce (ve sari cizme) deyince dunya'da akla ilk gelen sirket olan ve 130 bin calisani ile yillik 50 milyar dolar ciroya sahip olan caterpillar * da ana ussu buyuk sehirlerde bulunmayan sirketlerden biri. sirketin ana ussu illinois eyaletindeki peoria sehri. sehirde insanlar hala "150 yil once buradan abraham lincoln gecip bir konusma yapmisti" diye ovunuyor, dusun yani (aslinda 1800'lerde bu sehir chicago'ya rakip olarak gorulmus ama chicago geride kalan 200 yilda deli gibi gelisirken peoria yerinde saymis, 1800'lerin sonunda burasi abd'de en fazla alkol urunu uretilen sehirlerden biriymis ama 1900'lerde alkol yasagi gelince sehir topluca iflas etmis). aslinda buraya "kasaba" yerine "kucuk sehir" demek daha dogru cunku nufusu 100-150 bin civarinda ama sirketin calisanlari genelde sehrin 10-15 km disindaki east peoria, morton, dunlap ve washington gibi ufak kasaba ve koylerde yasiyor. peoria chicago'ya araba ve trenle 2 saat mesafede oldugu icin burada yasayanlar haftasonlari alisveris ve gezmek icin chicago'ya gidiyor ama hafta boyunca ufak bir sehirde yasayip sakin ve huzurlu bir yasanti suruyor. bu sehirde hala mark twain zamanlarindan kalma pirpirli gemiler kullaniliyor.

    caterpillar'in eski dusmani ve rakibi olan ve yesil traktorlerle bilinen john deere'in ana binasi da peoria'ya 2 saat mesafedeki ve yine illinois eyaletindeki moline kasabasinda yer aliyor ("eski dusmani" dememin sebebi eskiden tarim alaninda da makinalari ve epeyce pazar payi olan caterpillar'in 2002'den beri tarim makinalari uretmemesi ve john deere'i bu pazarda yalniz birakmasidir). ilginctir ki illinois eyaletini kesen 2 buyuk nehir olan illinois ve mississippi nehirlerinden birinin hemen dibinde cat digerinin hemen dibinde deere var. yani sirketlerin rekabeti ayni zamanda iki nehrin rekabetine benziyor. john deere sirketinde calisanlarin bazilari her ne kadar beyaz yakali olsa da ciftlik yasantisi suruyor ve haftasonlari ata binmek, tarlaya misir ekmek gibi aktivitelerle ilgileniyor. boylece koy yasantisi yasamak icin kariyeri bir kenara birakmanin gerekmedigi de ortaya cikiyor.

    nike sirketinin ana binasi oregon'un beaverton kasabasinda. 93 bin nufusa sahip olan kasaba eyaletin en buyuk sehri olan portland'in disarisinda kaliyor ve etrafinda doga sporlariyla ilgilenenler icin bir daglarla, nehirlerle ve ormanlarla kapli bir alan sunuyor. bu kasabanin biraz yakininda, portland ile pasifik okyanusunun arasinda yer alan hillsboro kasabasinda da intel sirketinin 3 adet kampusu bulunuyor ve burada kendi alaninda dunya'nin en iyisi olan cok sayida muhendis ve bilim adami calisiyor. burada calisip yillik 200+ bin dolar alan muhendisler biliyorum (ek bilgi: sirketin hillsboro'daki kampuslerinin arka bahcesinde calisanlarin sebze meyve ekmesi icin ayrilmis bolumler mevcut. insan kaynaklarina gidip bir form dolduruyorsunuz ve kendi alaniniza kavusuyorsunuz. sirketin arka bahcelerinde organik tarim yapan adamlar var).

    abd'nin en buyuk havayolu sirketi american airlines'in ana binasi dallas'a bir saat mesafedeki fort worth kasabasinda. her ne kadar burasi 700 binlik nufusuyla "kucuk kasaba" sayilamasa da cogu buyuk sehrin gurultu ve sorunlarinda uzak bir yer olarak dikkat cekiyor. 1988'de baris manco reyiz bu sehri ziyaret etmisti ve sehrin bugunku hali de o zamankinden pek farkli degil. izlemek isteyenler suraya tiklasin.

    bunun disinda ford, boeing, microsoft, general motors gibi bir cok sirket her ne kadar ana binalari buyuk sehirlerde olsa da bir cok kucuk sehir ve kasabada arastirma gelistirme tesisi isletiyor ve buyuk sehirde calismak istemeyen calisanlarina buralarda calisma imkani sagliyor. bunlar sirf benim bildiklerim (birkac sene once bu konuyu bizzat arastirdigim ve burada bahsettigim bazi sirketlerle bazi projelerde calistigim icin biliyorum). bilmedigim de onlarca, hatta yuzlerce ornek oldugundan eminim.

    bu tur kasabalara hayat bir south park, bir simpsons edasinda geciyor. herkes birbirini taniyor ve kasabada olup bitenlerden herkes haberdar oluyor.

    simdi de kendi koylu yasantimdan ornek vereyim. abd'nin en buyuk teknoloji sirketlerinden birinde calismama ragmen portland'a 45 dakika, okyanusa da 45 dakika mesafede ormanlik bir koyde yasiyorum. yasadigim yerin nufusu 2 bin civari. burasi eskiden kizilderililer'in avcilikla gecindigi ondan sonra da uzun yillar boyunca amerikali koylulerin odunculukla gecindigi bir yermis. daha sonra oregon dogayi korumak icin bir suru kanun gecirip odunculuga sinir koyunca isler degismis. simdi koyde yasayanlarin cogu intel veya nike sirketlerinde calisiyor veya bu iki sirketten birinden emekli olmus durumda.

    pazartesiden cumaya sabah 8'den aksam 4'e kadar calisiyorum. ogle tatilleri haric haftada 35-36 saat civari calismis oluyorum. sabah 8'de baslayan ise gitmek icin 7:20 gibi kalkiyorum, 10-15 dakikada hizlica bir dus ve hazirlanma evresinden geciyorum ve cabucak atistirdiktan sonra 7:45'te evden cikiyorum. (gerci bazi gunler toplanti filan yoksa oglene kadar evden calisiyorum) sonra su araba reklamlarindaki yollara benzeyen agaclarla kapli yoldan sifir trafikle geciyorum (istanbul'da yasayanlar resimlere bakmasin: resim 1, resim 2, resim 3), arada karsima cikan tek trafik ordek, tavsan, sincap, kugu gibi hayvanlardan olusan ceteler ama onlari sollamak zor olmuyor. aksam 4'te isten cikinca yine ayni guzargahi takip ederek 15 dakika icinde evde oluyorum. sonra kiz arkadasim o gun evdeyse onu evden aliyorum ve husky kopeklerimizle beraber aksam gunes batana kadar evimizin dibindeki ormanda takiliyoruz. bazen kosu yapiyoruz, bazen evden getirdigimiz yiyeceklerle piknik yapiyoruz. biraz otemizde bir irmak var ve sesi gece gunduz bize kadar geliyor. ilk tasindigimizda bu irmagin eve cok yakin oldugunu saniyordum ama yuzlerce metre mesafede oldugunu ogrenince sasirmistim. aldiginiz her nefesten zevk aliyorsunuz. etraf surekli taze kokuyor. hatta yagmur sonralarinda asla eve donmek istemiyorsunuz. haftasonlari da gunubirlik gezilerle okyanus kenarinda takiliyoruz.

    bu arada bir not ekleyeyim, yukarda resmini verdigim yollara dikkat edin, adamlar ormanin icinden gecen yol yapmislar ama sadece yolun gececegi kadar kesim yapilmis, yolun genisligi 5 metreyse sadece 5 metrelik yer acilmis. yani istanbul'daki yol insaatlarinda olan gibi bir agac katliami mevcut degil.

    "kariyer de yaparim koyluluk de yaparim" diyenlerdenim. kucuk yerde yasamanin bir suru avantaji var. ornegin havaalanlarinda hic sira beklemiyorsunuz. buyuk sehirlerde ucustan 2 saat once havaalaninda olmaniz gerekirken kucuk yerlerde ucak kalkmadan yarim saat once gelseniz yetiyor (park yeri de bedava). hayat sartlari da oldukca ucuz ve kazandigin paranin cogu cebinde kaliyor. canim buyuk sehir cekerse de yasadigim yere bir araba mesafesinde haftasonundan haftasonuna gidebilecegim buyuk sehirler mevcut. bazen nba maclari veya onemli konserler oldugunda otobus kalktigi bile oluyor. zaten acikcasi canim pek buyuk sehir cekmiyor. ormanlarin, agaclarin, tarlalarin arasinda bisiklet/araba surmek daha eglenceli geliyor.

    dusunsene, dunya'nin obur ucunda millet isid'la, rte'yle, pkk'yla ugrasirken senin en buyuk derdin "gecen gunku gibi yagmur yagsa da tarlalar bereketlense" seklinde. bir de yolda giderken insanin icini kemiren "karsima ceylan veya baska bir hayvan cikarsa aniden frene basmaya hazir olmaliyim" derdi var. bunlardan baska aklima hic dert gelmiyor. fener'in bu sene avrupa'dan erken elenmesini bile takmadim, otesi var mi? ben artik adeta bir selcuk sahin'im, bir ugur boral'im. sulalem raad panpa. boyle yerde yasayinca rahatlik insanin icine islemis. multi-milyar dolarlik sirkette mudur "bugun disarda hava cok guzel ya, isten erken paydos yapalim" deyip milleti eve saliyor ve kimse yadirgamiyor. koc sirketini topluca trakya'ya tasi anca o kadar olur.

    bisiklet dedim de aklima bir ani geldi. gecen arabayla bir yolu bastan basa katediyorduk ve onumuzde bir araba daha vardi. onun onunde de baldiri ciplak bir sekilde bisiklet suren bir genc vardi. normalde hiz siniri 40 mil yani 60 km ama bisikletli eleman 20 km'yle gittigi icin trafigi yavaslatiyor. birazdan onumuzdeki araba dayanamayip durdu ve kenara cekti. sonra da kornayi hafifce calip gence dogru bakti. ben de "oha dayak geliyor, kavga cikarsa ayirayim" diye kanada polisi gibi vaziyet almaya basladim. eleman gence dogru bagirarak "gunesin altinda baldiri ciplak bisiklet surmek zararli. al su gunes kremini sur" deyip gunes kremi uzatti. sonra da bisikleti gecip yola devam etti. ben de mal mal baktim. koylu adam samimi oluyor.

    hani bir klise vardir "amerika'ya gittim bir tane amerikali gormedim, her taraf cinli ve hindistanliyla doluydu" derler. iste kucuk kasaba ve koylerde yasayinca etrafiniz amerikalilarla dolu oluyor ve amerikalilarin nasil yasadigi hakkinda daha iyi fikir sahibi oluyorsunuz (bize 2 saat mesafede amish bile var ama onlari daha ziyaret etmedik. gelecek sene 14 subatta sevgilimi surpriz olarak amish koyune goturmeyi planliyorum, hatundan kafama odun filan yersem bu entry'i editlerim). ayrica kucuk sehirlerde insanlar cok daha sicakkanlilar ve cok daha icten davraniyorlar. bir gun supermarkette sepetiniz tikabasa yiyecekle doluyken yaninizdan gecen rastgele bir adam "ooo aksama ziyafet var galiba, keske beni de davet etseniz" diye laf atarak takilabiliyor. yine komsunuz kisin sabahin 7'sinde hava eksi 30 dereceyken sizin evinizin onundeki karlari temizleyip "kendi evimin onunu temizliyordum hazir kalkmisken seninkini de temizleyeyim dedim" diyebiliyor.

    bir de arada sirada evinizin onune hayvanlar dadaniyor ama onlari isterseniz besleyebilirsiniz. eger onlari beslerseniz evinizin onunden ayrilmiyorlar ve size korumalik yapabiliyorlar. mesela su anki koruma ordum bir adet tavsan, 2 adet kara ordegi ve cok sayida su ordeginden olusuyor.

    aslinda kasaba/koy hayatinin en sevdigim yanlarindan biri gece karanlik coktugunde gokyuzune baktiginizda binlerce yildiz gorebilmeniz. buyuk sehirlerde yasarken yildizlarin varligini bile unutmus haldeydim ve geceleri gokyuzu sonsuz bir karanliktan baska bir sey ifade etmiyordu. isik kirliliginin az oldugu kucuk sehir, kasaba ve koylerde gokyuzundeki yildizlar cok daha net bir sekilde gorulebiliyor ve her gece yildiz kaymasi yakalama sansiniz oldukca yuksek.

    devam ediyoruz...baslikta abd'de olup turkiye'de olmayan seyler diyor. bunlardan biri de kucuk kasabalarda ve koylerde bile alisveris magazalari olmasi. 15 bin kisinin yasadigi ufak bir kasabada bile en azindan gunde 24 saat acik bir wal-mart, 18 saat acik bir kroger ve en az 2-3 farkli magaza oluyor. yasadiginiz yer ne kadar kucuk olursa olsun arabayla yarim saat mesafenizde en az 6-7 magaza oluyor (bunun tek istisnasi wyoming, alaska gibi kuc ucmaz, kervan gecmez yerler). gerci bazen markete gidecekken 1-2 km otedeki markete degil de ozellikle 15-20 km uzaktakine gidiyoruz. boylece daha cok gezmis oluyoruz ve daha cok agac gormus oluyoruz.

    yani kisaca yukardaki entry'lerde sayilan yuzlerce marka bugun yok yarin var olan markalar. adamlar yarin turkiye marketine acilirlar ve 1980'lerden beri oldugu gibi abd'de olup turkiye'de olmayan marka bir anda turkiye'nin her yerinde satilmaya baslar. uzun vadede abd'de olup turkiye'de olmayan seyler arasinda en fazla dikkatimi ceken sey kucuk sehir, kasaba ve koylerde yasayip sanki buyuk sehirde yasiyormuscasina kariyer yapabilme sansiydi, ben de bu entry'i bu konuda yazdim. aslinda bu abd'ye ozgu bir sey degil cunku yukarda verdigim finlandiya orneginden anlayacaginiz gibi bir cok avrupa ulkesinde de bu imkan mevcut.

    turkiye'de de dogasi cok guzel olan, yesillik ve ormanlarla kapli yerler, kucuk sehir, kasaba ve koyler de var ama sorun buralarda kariyer yapma imkani olmamasi. bu da insanlari "kariyer" veya "huzur" arasinda secim yapma zorunda birakiyor. karadenizde ve akdenizde ormanlarin icinde ufak bir koyde kariyer yapma imkani olsa kim "hayir" der ki?

    bunun disinda aklima gelen baska ornekler kopek oteli ve kopek parki ama kopek parki turkiye'de son birkac yilda yayginlasmaya baslamis. ha bir de "ucuza araba kiralayip ucuz benzinle binlerce km yol alma" geyigi var ama eminim onceki entrylerde bunun bahsi gecmistir cunku bu zaten herkesin bahsettigi bir geyik. markalar deyince aklima ilk gelen marka monster enerji icecegi.

    ne diyordum? hah zenci cuku...

    o degil de biri bu entry'nin ilk kelimelerini okuyup gerisini okumadan gecse entry'nin uzunluguna bakip "adam zenci cuku hakkinda yazmis da yazmis, bu ne sevdaymis arkadas" diye dusunecek.

    edit: son bir sey daha ekleyeyim: su yukarda bahsettigim koy ve ufak kasabalar, resmini paylastigim agaclik yerler ve tarlalar filan var ya, istisnasiz tamaminda internet hizi 4g. test edildi, onaylandi.

    edit 2: ozelden bir suru mesaj geldi ve ekleme yapma ihtiyaci duydum. bu bahsettigim sey sadece ozel sektorde yapilan kariyerler icin gecerli degil, aynisi akademik kariyerler icin de gecerli. ulkenin onde gelen bir cok universitesi bu tur koy ve kasabalarda yer aliyor.

    edit 3: "yukarda saydigin yerler icinde sen hangisinde yasiyorsun?" diye sorulmus. gecen haftaya kadar illinois'teydim, yani caterpillar'in oldugu peoria bolgesindeydim ama su anda yine yazida anlatilan yerlerden biri olan oregon'dayim. yani artik yukarda anlattigim koyde yasamiyorum ama simdi yasadigim yerin de cok buyuk oldugu soylenemez. yukarda bahsettigim hayat stilinin cok degistigi de soylenemez.

    oregon demisken: (bkz: #57436242)

  • renkli fotoğraflar üstünden çok zaman geçince siyah-beyaz olur zannederdim. büyüklerin fotoğrafı siyah-beyazdı. ben de bakardım fotoğraflarıma sürekli siyah-beyaz olmuşlar mı büyümüş müyüm diye.

  • edit: ekşi şeyler'de yayımlandığını öğrendiğim bu entryi beğenen arkadaşlar, mockumentaryler hakkında ad hoc dergi için yazdığım daha geniş kapsamlı yazıyı şuradan okuyabilirler:
    http://www.erdemakintemel.com/…geseli-mockumentary/
    ----------

    ilk defa this is spinal tap'in yönetmeni rob reiner tarafından 1983 yılında ortaya atılmış kelime. rockumentary kelimesi de aynı günlerde yine reiner tarafından ortaya atılmıştır.

    kelime mock ve documentary kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. mock kelimesi sahte, imitasyon ve dalga geçmek anlamlarında kullanılırken, documentary bildiğimiz belgesel demektir.

    buradan çıkarılacak ilk ders mockumentary türündeki filmlerin salt dalga geçme amacı taşımadıklarıdır. mockumentary türündeki filmlerin amacı, belgesel türünün kodları kullanılarak ortaya çıkarılmış filmler ile genelde kurgu veya gerçek şeklinde kategorizasyona uğrayan filmlerin bu kadar keskin bir ayırıma uğramasına eleştiri getirmektir. mockumentary üretimi belgesellerin gerçeği yansıttığı inancını vurgulamaya, bu neredeyse alternatifsiz inancı sorgulatmaya ve imajların gerçekliğinin sorgulanması konusunda yeni bir sosyal anlayış gerektiğini belirtmeye yöneliktir.

    mockumentaryler gerçeklik algısını yaratmak için bazı belgesel tekniklerini kullanırlar. bunlardan bazıları:
    · voice-over / dış ses,
    · tanınmış sunucu ve oyuncular,
    · açıklamalar (disclaimer),
    · müdahil olmayan fakat sürekli izleyen kamera tekniği (bkz: cinema verite ve fly on the wall),
    · arşiv görüntü kullanımıdır.

    mockumentarylerin 3 alt türe sahip olduğu düşünülmektedir. bunlar parodi, critique mockumentary ve deconstruction mockumentarydir. bu üç alt tür seyirciye gerçeklik hissiyatının geçirilme seviyesine göre sıralanmıştır. parodiler sahte oldukları mesajını direkt olarak verirken critique mockumentaryler seyircileri sahtelik-gerçeklik kavramlarının arasında bırakır. deconstruction mockumentarylerde ise gerçeklik had safhadadır.

    kronolojik olarak bazı önemli örnekleri şunlardır:

    1967 - david holzman's diary/#58852461
    1978 - the rutles: all you need is cash
    1980 - the falls
    1983 - zelig
    1983 - this is spinal tap
    1992 - man bites dog
    1995 - forgotten silver
    1999 - the blair witch project
    2000 - the simpsons: behind the laughter/#6807444 (s11e22)
    2001 - the office (birleşik krallık, 2001-2002)
    2001 - the office (amerika, 2005-2013)

    bir de bunlardan önce bbc'nin swiss spaghetti harvest diye bir haberi vardır ki o da mockumentary grubuna dahil edilebilir. bu haber, isviçre'de spagetti hasadını, insanların spagetti yetiştirmekte çok ustalaştığını, hatta hasatta toplanan spagettilerin aynı uzunlukta olmasını bile ayarlayabildiklerini anlatmaktadır. bahçesinde spagetti ağaçları yetiştirmek isteyen ingiliz kardeşlerimizin bbc'nin telefonlarını kilitledikleri vakidir. (bkz: isviçreli çiftçiler spagetti ağacı yetiştirdi/#64430500)