hesabın var mı? giriş yap

  • tanıdığım en baba, en azılı abazanların her birinin mazisinde en az bir adet dans kursu olduğunu düşünüyorum da, sanırım öküz haklı beyler.

  • geçen sene bu zamanlar kız arkadaşım yeni bilgisayar almıştı. ben de tesadüfen bilgisayarı aldığı ilk gece onda kaldım. ama o gece kız arkadaşımın uykusu geldiği için erken yatmıştı. ben de onun bilgisiyarı alıp youtube’da biraz takıldıktan sonra uyuyakalmışım. ertesi sabah kız işe giderken bilgisayarını da almış lazım olur diye. bu arada sevgilim ana okulunda öğretmen. 5 yaş altı çocuklara eğitmenlik yapıyor. her neyse ders sırasında çocuklara youtube’dan bir çizgi film izletmek istemiş. ancak şansa bakın ki o gün de okula milli eğitimden müfettişler gelmiş dersi izlemek için. sevgilim youtube’a girdiğinde otomatik olarak ana sayfasına düşen videolara bakın;

    - kurtlar vadisi kahvehane baskını
    - laz ziya’dan testere necmi’ye racon
    - masonların karahanlı’yı infazı
    - testere’nin eroin profesörlerini öldürmesi
    - ezel ramiz dayı’nın gençliği
    - ezel cengiz kumarhane sahneleri

    meğer pc yeni olduğu için izlediğim her şey ana sayfaya kaydedilmiş. sevgilim youtube’a girdiği an müfettişlerin hepsi kahkahalarla gülmeye başlamışlar. allahtan olumsuz bir rapor falan tutmamışlar. ama o gün bayağı bir gülmüşler kızcağıza. tabi intikamı fena oldu. tam 1 hafta konuşmadı benimle. ben terkeder diye bekliyordum ama etmedi. sonunda da affetti.

  • 36 saat nöbet tutarken tüm dikkatini hastalarına vermesi gerekiyordu, bir anlık bir hata başkalarının hayatına mal olabilirdi.
    nöbet bitimindeki hata ise kendi hayatına mal oldu.
    doktorların bu şekilde çalışması ne insani ne de yararlı.

    edit: kaza değil cinayet

  • la oglum bu kıza kimsenin varoş dedigi yok, taa yillar önce biri baslik açıp gitmis, millet de hayali karakterlere karsi bu kızı savunuyor mk, açın bir okuyun herkes bu kizı savunuyor işte, kimi linç ediyonuz , don kisot gibi yel degirmenleriyle savasiyorlar yaw.

  • bir gün korku filmi izleyip salonda uyuyakaldım. sabaha karşı beyaz bir şey üstüme atlayıp beni uyandırdı. resmen altıma sıçtım. bir baktım bembeyaz bir kedi. acıktı herhalde benimki dedim kalktım. ayılınca hatırladım benim kedim yok ki! sokak kedisi olamayacak kadar temizdi. ben de kapıcıyı arayıp evimde kedi var dedim. o da sabahın beşi aq banane dedi. doğru dedim. sonra yan komşunun kapısındaki paspasda kedi resmi olduğunu hatırladım. bir iki saat sonra gittim kedilerini geri verdim. balkondan benim eve zıplamış manyak.

    bir kaç gün sonra duştan çıktım, bir baktım kedi gene benim evde. kapı çaldı verdim direkt.

    1 günlüğüne şehir dışına çıktım. geldiğimde kedi gene bendeydi. kapı çaldı, kediyi verirken kadın sizin evi çok seviyor, sürekli size geldi dün biz de balkondan geçip aldık dedi. ben de ehüehü diye gülüp kapattım kapıyı. sonra bir dakika lan dedim bunlar benim eve girmişler! bunu bana söyledi ben de mal gibi gülüp uğurladım kadını.

    aynı gün kapıcıya anlattım durumu abi dedim ailecek bana musallat oldular, önce kedi alıştı sonra komple yan daire bana geliyorlar dedim. o da çok yanlış, özel hayat diye bir şey var belki ben birini öldürdüm kuvvette saklıyorum demesin mi!

    o günden beri balkon kapısını kitlerim. kedi neyse hadi yan komşu da neyse ama kapıcı girerse büyük sıkıntı.

  • iki gün önce katıldığım ingilizce öğretmenlerine yönelik hizmet içi eğitim seminerinde, semineri veren kişi bir ifadenin farklı şekillerde söylenebildiğini, öğretirken saf dilbilgisine yoğunlaşmamamız gerektiğini vurgularken arada şöyle bir diyalog geçti.

    - bildiğiniz gibi bir filmi izlemişseniz bunu "i have seen this film" diye söylersiniz ingilizcede. fakat amerikalılar bunu "i saw this film" olarak söyler. içimizde amerikalı var mı?

    farklı birimden bir amerikalı öğretmen anında atılır ve:

    - ben present perfect tense'i türkiye'de öğrendim!

    diyerek bütün salonu yarar geçer.

  • kişisel ve magazinsel yönü bir yana bırakılacak olursa, edebiyat açısından yararlandığı kaynaklar arttıkça kalitesi üst seviyeyi gören, her ne kadar popülerleştikçe bozulsa da türkiye’de çok uzun bir süre geçilemeyecek nobel ödüllü yazardır.

    edebiyat gibi geçmişi çok uzun süre öncesine dayanan, sözlü ve yazılı geleneğe sahip bir sanat dalında eleştiri kültürü çoğu yerde oturmuş olsa da türkiye’de maalesef özellikle romanın çok geç gelmesinden dolayı akademik ve sanatsal çevreler haricinde eleştiriler kişiliğe ve dünya görüşüne göre şekilleniyor. ağzı olanın konuştuğu da düşünülünce popüler olmuş ve herkesin duyduğu eleştiriler eserlere değil kişilere yönelik oluyor ve bu sebeple çoğu yazara daha hiç okunmadan önyargı başlamış oluyor. orhan pamuk gibi otuz yılı aşkın süredir göz önüne olan ve büyük başarılar elde etmiş bir yazar aynı zamanda hayatını ve görüşlerini-özellikle siyasi-açıkça paylaşmayı sevince yapılan eleştiriler genellikle magazinsel seviyeyi aşamıyor. eleştirilerin haklı veya haksızlığından ziyade edebiyat açısından olmaması, edebi düzlemde yapılan genel eleştirilerin de modern edebiyattan bihaber olanlar tarafından intihalcilik ya da türkçe zayıflığı gibi konularda yapılması nedeniyle orhan pamuk sığ iki üç açıdan kurtulamayıp genel okuyucu gözünde kaçınılması gereken biri olarak görülüyor. her ne kadar kitapları çok satsa, dünyada ünlü bir yazar olsa da ülkemizde ne oraya ne buraya yaranabilen, kitaplarının edebi yönü hep arka planda tartışılan bir yazar. kendisinin kişiliği, görüşleri, magazinsel olayları bir kenara bırakılıp edebi açıdan bakılacak olursa;

    orhan pamuk yirminci ve yirmi birinci yüzyılın başat akımı olan postmodernizmi kullanan, çoğu eserini bu akıma göre şekillendiren ve sadece edebi alanda kaldığı kitaplarında bunları çok başarılı bir şekilde uygulayan bir yazar. kabaca ve oldukça eksik bir postmodernizm özeti yapacak olursak, postmodernizme göre her kitap önceki eserlerden bazı izler taşır, bazıları eski işlere şerh düşer, yazarların yazdığı şey önceki eserlerden ve olaylardan bir karışım yaratmak, onları yeniden uyarlamak veya yorumlamaktır. sinema, resim, heykel gibi sanatlarda yapılan göndermeler her zaman sanatsal bir iş olarak algılanıp takdir görmekte, eleştirmenler bu göndermeleri anladıkça kaliteli bulunmaktayken; edebiyat gibi oldukça kadim bir geçmişe sahip olan sanat dalında gönderme yapılması, esinlenilmesi, uyarlama yapılması bazı çevreler tarafından garip bir şekilde olumsuz karşılanmakta, bu yüzden yok intihal var çok çalıntı var diye yersiz eleştiriler yapılmaktadır. postmodernizme karşı olup da bu geleneğe getirilen eleştiriler tabii ki olabilir fakat bizde maalesef çoğu eleştiri bu seviyeye gelmeden düz mantıkla yapıldığından pek edebi değere sahip olmuyor.

    orhan pamuk’un ilk kitabı cevdet bey ve oğulları’na baktığımızda, kendisinin yeteneğinin genç yaşına rağmen çok büyük potansiyeli olduğu açıkça görülüyor. gavurların bildungsroman dediği çağdan bahseden bir roman türünde verdiği bu eserde, özellikle buddenbrooks ve üç istanbul eserlerini temel olarak görebiliyoruz. aynı zamanda sıkı bir ahmet hamdi tanpınarcı olan orhan pamuk, bu eserinde ondan izler de taşıyor. bu kitabın alametifarikası bir ilk kitap olmasına rağmen sahip olduğu olgunluk. ülkemizde çok fazla tanzimat döneminden, ilk cumhuriyet yıllarından bahseden; batılılık ve doğululuk arasında sıkışmışlığa değinen; buradaki değişimleri konu alan eser mevcut. bu eserlerin çoğu o değişim dönemine tanık olmuş, o dönemlerde yazılmış eserlerken, orhan pamuk bu yıllardan çok sonra bu konulardan ustaca bahsederek, her dönemin ruhunu ustaca yakalayarak ilk kitabında farklı bir yazar olacağını ortaya koyuyor. bu ruhu yakalamayı da doğal olarak o dönemin eserlerinden, kaynaklarından yararlanarak yaptığı için postmodernizmi daha en başında dahi görebiliyoruz. o yaşta ve dönemde üç kuşağı böylesine gerçekçi ve döneminin içinde yakalamak çok büyük bir iş.

    orhan pamuk ikinci kitabı sessiz ev’de ilk kitabındaki kuşaklar yerine bir ailenin kısa bir dönemini konu alır. darbe dönemini arka plan olarak kullanırken gerçekçi, her türlü okuyucunun bir şeyler bulabileceği, hem yalın hem de postmodernist açıdan zengin bir romandır. farklı anlatıcıları kullanışı, ilginç ve garip tipleri ciddi bir ortama yedirişi, paralel konuların işlenişi, esinlendiği ve gönderme yaptığı yazarlar ve eserler, sonunun müphemliği gibi özellikleriyle bu roman artık daha da güncel bir tarza evrildiğini gösteriyor. ileride çok zayıf siyasi kitaplar yazacak olan orhan pamuk, bu kitabında siyasi ortama ucundan kıyısından değiniyor. ana konuyu bu gerginlik etrafında kurduğu ve net bir çıkarım yapmadığı için, çok iyi bir değinme olmasa da ilerideki kitaplarına kıyasla oldukça başarılı bir sosyal ortam kuruyor.

    üçüncü kitabı beyaz kale artık tam gaz postmodernizme giriş yaptığı eseri oluyor. sessiz ev’le kurduğu bağlantı; sessiz ev’de de bayağı yararlandığı vladimir nabokovvari metaforları, kurgusu; yararlandığı eserleri aktarımıyla puslu kıtalar atlası’ndan on sene önce çıkmış olan bu kitap, puslu kıtalar atlası o kadar övülürken ilginç bir şekilde intihal vs. diye yeriliyor. dayandığı tarihsel gerçekçiliği başarılı bir şekilde anakronistik konularla harmanlarken, tarih seven ve postmodernizme giriş yapmak isteyen okuyucular için çok güzel bir kitap.

    dördüncü kitabı kara kitapla artık ustalık eserini veren orhan pamuk, hiçbir zaman aşılamayacak bir eşiği türk edebiyatının ortasına gelip çakıyor. batıdaki eserlerin dayandığı ve beslendiği edebi kültürü kıskanan orhan pamuk, her ne kadar yerli ve milli değil diye garip bir eleştiriye konu olsa da kendi edebi kültürümüzü ortaya koyarak, doğu ve batı karışımı, nevi şahsına münhasır ve başka kimsenin yazamayacağı bir eseri yazıyor ve aslında bu toprakların edebi kültürünün zenginliğini ve güzelliğini dünyaya gösteriyor. postmodernizmin başat konusu polisiyeyi, başat teması arayışı, bizden ve dışarıdan gelen kaynaklarla kullanıp dünya edebiyatının sayılı eserlerinden birini meydana getirirken, çok kültürlü bir roman oluşturup çok farklı konulardan bahsediyor, kendi eserlerine ve diğer eserlere gerek açık gerek kapalı göndermelerle meraklı ve araştırmacı okuyucuyu da tatmin ediyor. ilk okunduğunda normal okuyucuya zor ve çetrefilli gelse de biraz dünya edebiyatıyla haşır neşir olan okuyucuların sebat ettiğinde başucu yapacağı bir kitap.

    beşinci kitap yeni hayat, adından dahi anlaşılacak üzere artık postmodernizmin-iyi anlamda-suyunu çıkardığı, kara kitap’tan sonra güncel roman açısından daha da uç bir örnek verdiği, çoğu okuyucunun beğenmediği fakat kara kitap gibi dayandığı temelleri bilince çok usta bir roman olduğu anlaşılan bir eser olarak karşımıza çıkıyor. kara kitap’ta da dayandığı tasavvufi temeller artık bu kitapta başat konuyken, paralellikler, mizahi öğelerin fazlalığı, metinlerarasılık, yine açık ve kapalı göndermeler gibi özellikleriyle tam bir postmodernist eser. edebi ve birçok konuya çok fazla aşinalık gerektirdiğinden, herkesin sevemeyeceği fakat sevenin de favori kitabı olacağı bir kitap.

    altıncı kitabı benim adım kırmızı’da eski kullandığı tema ve konuları birleştirip, umberto eco’nun il nome della rosa’sını bize uyarlıyor. postmodernizm denince yine tabii ki yine bir polisiyeyi tarihsel düzleme oturtup, baz aldığı eserle paralel olarak manalı konuları işlerken resim, minyatür, nakkaşlık gibi sanatları kullanarak çok yönlü bir romanla karşımıza çıkıyor. hiçbir yönü beğenilmese dahi sırf il nome della rosa’yla tanışmayı sağlaması bile okuyucuya büyük şeyler katarken, tarihsel romanları ve polisiye sevenlerin okuması gereken bir roman.

    bence bu altı kitabıyla zirvesini yaşayan orhan pamuk, bundan sonraki eserlerinde veba geceleri hariç keskin bir düşüşe geçip, daha popüler olma kaygısından mıdır yoksa gerçekten artık böyle kitaplar yazmak istemesinden midir bilmiyorum çok daha basit ve günlük tüketime uygun kitaplar yazmaya başlıyor.

    yedinci kitabı kar aslında güzel bir roman olacakken, orhan pamuk’un siyasi konulardan bahsetmeye çalışıp becerememesinden, eğreti durmasından ötürü kötüleşen bir eser. aslında şehir seçimi, kurgusu, bazı karakterlerinin orijinalliği, postmodernist esintilerle çok iyi yönleri olabilecekken, korkunç kötü karakterler ve onları hiç gerçekçi olmayan biçimde aktarmasıyla, kendi bakış açısının zayıflığı nedeniyle taraflı incelemeleriyle ilk vasat romanını yazıyor.

    sekizinci kitabı masumiyet müzesi nobel'e ve anılarını yazdığı döneme denk gelince biraz geç çıkan bir eser. yeşilçam esintili bir aşk romanı olan bu kitap kendisinin dümdüz yazdığı, ortalama okuyucunun çok sevdiği fakat edebi açıdan bana göre diğer eserlerine göre pek dolu olmayan bir kitap. bu kitabın asıl olayı kitabın bir müze ile gerçek hayata taşınmasıdır. bu da tabii ki on milyon kere söylediğimiz postmodernizmi yine önümüze koyuyor. edebiyat açısından çok bir numarası olmasa da yazın oyununu gerçek hayata taşıyarak yine de orijinal bir özelliğe sahip oluyor.

    dokuzuncu kitabı kafamda bir tuhaflık’ta bir kişi üzerinden bir dönem anlatan orhan pamuk, önceki eserlerinden ziyade artık yeni kitaplarındaki gibi çok derinlemesine bir iş çıkaramıyor. sosyolojik açıdan bir şeyler yazmaya çalışıp edebi yönü zayıf tutunca, bunların üstüne sosyolojik durumları da üstünkörü arka plan olarak kullanınca pek de başarılı bir roman ortaya koyamıyor. fakat nostalji duygusu, değişen dönemler, aşk hikayesi gibi unsurlarından ötürü okuyucuların yine de ilgisini çekiyor. masumiyet müzesiyle başlayan basit romanları kafamda bir tuhaflık’ta zirve yaparak, bu son iki kitabıyla ortalama bir okuyucunun zorlanmadan okuyacağı, çok uğraş gerektirmeyen kitaplar ortaya koyuyor.

    onuncu kitabı kırmızı saçlı kadın’da kısa bir roman denemesi yapan orhan pamuk, çok az da olsa eski günlerine ara sıra ufaktan sinyal yakıyor. geneli yine vasatı aşamayan bu kitapta biraz mitoloji ve edebiyat temeli olduğundan geçmişine bir sinyal görülse de, biraz çalakalem havası veren bu romanı da daha zorlayıcı şeyler arayanlar için doğru bir eser değil. kısa olduğundan mıdır nedir yine bu kitabı en çok okunan, ortalama okuyucu tarafından bağırlara basılan bir kitap.

    on birinci kitabı veba geceleri bence son zamanki romanlarına göre oldukça iyi. zaten yıllardır kurguladığı bir eser olduğundan, tarihsel kurgusu, yararlandığı kaynaklar, gerçekçiliği ilk dönem işlerine benziyor. üstüne bir de pandemi çıkınca kitabın çoğu kısmında revize gerçekleştiren orhan pamuk, çok çalıştığı bu eseriyle saf bir tarihsel roman yazıyor. bu tarzın seveni kadar sevmeyeni de çok olduğundan ortalama okuyucu ve daha ilgili okuyucularda sevgi veya nefret duygusu uyandırabilir. ben tarihsel romanları güzel olduğu sürece sevdiğim için bu kitabını zayıf döneminde yazsa da fena olmayan bir tarihsel roman olduğundan eski günlerini aratsa bile güzel bir kitap.

    bu kitaplarından sonra yazacağı yeni kitap olursa artık eski günlerine mi döner yoksa popülist tarzını devam mı ettirir bilemiyorum ama her ne kadar vasatlaşsa da sırf kar dönemine kadar olan kitapları sayesinde uzun süre seviyesine ulaşılamayacak bir yazardır.

  • kendisine şiir yazdığım über alman forvet:

    fiorentina'daki hali sakın unutma
    beşiktaş'a dil uzatma sebepsiz
    sen yine top oynardın ama
    euro 2016'ya gidemezdin şerefsiz.