ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
5 üniversite okuyup ali ağaoğlu'na damat olmak
-
en doğrusunu yapmıştır. ne yapsaydı amk. hakkari'ye gelin mi gitseydi?
barış için bir çocuğuna da sen kürtçe isim ver
-
türkler olarak genelde zaten bir ya da iki çocuk sahibi olduğumuzdan, onlara koyacağımız isimler bizim için en değerli kişi ya da kavramlara ait.
on çocuğumuz olsaydı belki birine koyardık ama... kısmet.
edit: anadolu'nun dilleri elbette zenginliğimiz. mesela romeika.
melo'nun bilic'in topallığıyla dalga geçmesi
-
olcay'ın gol attıktan sonra elleriyle kalp işareti yaparak rakip teknik direktörün kalp hastalığıyla dalga geçmesini görmezden gelenleri ortaya çıkarmıştır.
araba kullanmaya yeni başlayanlara tavsiyeler
-
benim arabanın yanından çok geçmeyin, hiç çareniz yoksa mecburen geçiyorsanız dikkatli olun gözünüzü seveyim. daha borcu yeni bitti namussuzun.
interstellar
akp'yi destekleyen gurbetçiler
-
kendileri almaya'da sol partiye oy verir, modern dünyanın tüm nimetlerinden faydalanır, bizeyse burada tayyip'i ve arap kültürünü reva görürler.
sizin adaletinizi zikeyim!
(bkz: almanya'da sol türkiye'de sağ oy kullanan almancı)
ne yani evlenince beni kirada mı oturtacaksın
-
ayrıl, evlenmek zorunda değilsin. bu kıyak tavsiyeyi de sana kimse vermez.
msn'den çıkma teklifi etmiş efsanevi nesil
-
msn' i açıp saatlerce hoşlanılan kızın online olmasını beklemişliği de vardır bu neslin.
msn discovery, msn plus gibi uygulamaları yükleyerek hoşlanılan kızın kendi penceresini açıp açmadığını merak etmiştir.
güzeldi o günler, güzel. ergenliği tam olması gerektiği gibi yaşattı.
t2 trainspotting
-
80 doğumlu biri olarak garip duygular içerisindeyim. 1996 yapımı bir kült film, sanırım ben 1999'da üniversitedeyken izlemiştim. yapım yılına göre 21 benim izlememe göre 18 sene sonra ikincisini izleme şansına sahip olacağım. ne olacak bilmiyorum, zaman değişti, bizler de değiştik ister istemez. aynı duyguları yaşatabilecek mi bilmiyorum. mesela pulp fiction, çıktığı zaman 14 yaşlarımda izledim bir halt anlamadım ve beğenmedim. sonra 20'li yaşlarımın başında bir daha izledim ve vay anasını dedim. geçenlerde hanımla izleyelim bir dedim, bu sefer de eh iyi tamam işte, o kadar da hastası olunacak film de değilmiş dedim. hepimiz değişiyoruz, algılarımız, zevklerimiz değişiyor. bakalım t2'yi izlediğim de nasıl yorumlayacağım.
bir kadına edilecek en güzel iltifat
-
duyduğun kişinin kim olduğuyla çok alakalıdır.
misal aşık olduğunuz adam:
- ne güzel lan saçların falan.
+ hiiii *ayak yerden kesil* ovvv
sıradan biri:
- kristallerle bezeli saçlarınızın her bir teli boynumu bir kılıç gibi kesip yüzlerce kez bedbaht bedenimi aşkınıza kurban etse de gam yemem.
+..diyosun
bu işler böyle.
japon çay seremonileri
-
japon çay seremonileri, taocu dünyevi cennet tasavvuruna uygun olarak tasarlanmıştır. "hayal evi" denen çay odası, şiirsel bir sezgi ânını yakalamak için inşa edilmiş kısa ömürlü bir yapıdır. "boşluk evi" diye de adlandırılır, süslerden arınmıştır. bazen tek bir resim ya da çiçek düzenlemesi içerir. çay evi "simetrik olmayanın evi" diye adlandırılır: simetrik olmayan da hareketi çağrıştırır; bilerek bitirilmemiş, ev sahibinin imgeleminin doldurabileceği bir boşluk bırakır.
konuk, bahçe yolundan girip alçak girişten geçmelidir. resme ya da çiçek düzenlemesine, fokurdayan çaydanlığa saygı gösterir ve yere oturur. çay evinin denetimli basitliğiyle çerçevelenen en basit nesne gizemli bir güzellikte durur, sessizliği geçici varoluşun gizini saklar. her konuğun deneyimi kendine göre tamamlamasına izin verilir. topluluk üyeleri böylece minyatür olarak evreni seyreder ve ölümsüzlerle gizli dostluklarının farkına varırlar.
büyük çay ustaları, tanrısal mucizeyi deneyimlenen bir âna dönüştürmekle ilgilenirdi; sonra bu, çay evinden gündelik eve taşınır; evden ulusa yayılırdı. uzun ve barış dolu tokugava dönemi (1603-1868) sırasında, amiral perry'nin 1854'te gelişinden önce, japon yaşamının örüntüsü belirgin biçimselleştirmeyle öylesine dolmuştu ki, varoluş, en küçük ayrıntısına dek sonsuzluğun bilinçli ifadesiydi, manzaranın kendisi bir tapınaktı. aynı şekilde doğu'nun her yerinde, bütün kadim dünyada ve kolomb öncesi amerika'da, toplum ve doğa, zihin için, ifade edilemez olanı temsil ederdi. "bitkiler, kayalar, ateş, su, her şey canlıdır. bizi gözler ve ihtiyaçlarımızı görürler. bizi koruyacak bir şeyimiz yokken bizi görürler," diyordu yaşlı bir apaçi öykü anlatıcısı, "ve o zaman ortaya çıkar, bizimle konuşurlar." budistlerin "cansızın vaazı" dedikleri budur.
(bkz: the hero with a thousand faces)
(bkz: joseph campbell)