hesabın var mı? giriş yap

  • kimi no na wa ingilizce adıyla your name, türkçe'ye de "senin adın" olarak çevirebileceğimiz, 2016 japonya yapımı, yönetmen makoto shinkai imzalı, anime türünde fantastik bir film. bu filmi tek cümleye sığdırırsam ; "japonya'dan tüm dünyaya hediye olarak sunulmuş, modern çağ başyapıtı." şeklinde tanımlayabilirim. evet, shinkai'nin bu filmi kusursuz bir başyapıt ve kesinlikle bir japon mucizesi. film için yapılan puanlamalar, genellikle bu tip sinema eleştirilerinin sonunda verilse de, ben filme olan puanımı "10 üzerinden 10" olarak verdiğimi, yazının en başında belirtmek istiyorum. yazının devamında da, filmin neden bu kadar önemli bir yapım olduğunu, filmde yer alan detayları ve filmin hem kendi alanı olan animeler arasında, hem de dünya sinemasındaki özel yeri hakkında bir kaç husustan bahsedeceğim.
    yazının buradan sonraki kısmı, hem başlığa konu olan film hakkında, hem de christopher nolan'ın 2014 tarihli, büyük bilim kurgu klasiği interstellar hakkında spoiler içermektedir. okuyucunun tüm bunları bilerek yazıyı okuması gerektiğini belirtmek isterim.

    --- spoiler ---
    öncelikle filmde yer alan ve filmin izleyicinin gözünde nadir bir elmas gibi parlamasını sağlayan, japon kültürüne ait detaylar;
    a.) komorebi : şüphesiz ki japoncanın, okuması en keyifli sözcüklerinden biri. filmde yönetmen kasıtlı olarak bizi komorebi dolu karelere boğar. komorebi japonca'da; "yaprakların içinden süzülerek yansıyan güneş ışığı" anlamına gelmektedir. filmde, özellikle mitsuha'nın kız kardeşi ve ninesiyle çıktığı gezide tecrübe ettiğimiz bu güzel doğa olayı, her dilde karşılığı olmayan, japon kültürü için önem arz eden, detaycı insanları mutlu eden bir hayat bilgisidir. (heceleyin bakalım; ko-mo-re-bi)
    komorebi #1
    komorebi #2
    komorebi #3
    b.) musubi : mitsuha'nın o çok sevimli ninesinin, torunlarına anlattığı, muazzam uzakdoğu kültür mirası. musubi'nin merkezini oluşturan ana etmen, aslında zamanın tanımı. ancak burada söz konusu olan, eğer zaman bir ağacın köküyse, musubiye tabi olan şeyler de, bu ağacın dallanıp, budaklanması ve insanın hayatını baştan aşağı şekillendirmesi. zamanı bir iplik gibi düşünmemizi isteyen bu fenomen, geçmiş ve geleceğin görünmez bağlarla birbirine bağlı olduğunu söyler. filmdeki şirin kasaba itomori nin koruyucu tanrısının adı da musubi'dir. musubi, doğuma ve varoluşa hükmeden, tüm bunların üstünde de zamana hükmeden tanrı olarak betimlenir. dokuduğumuz halılar, doğduktan sonra kesilen göbek bağı, sevdiğimizle aramızdaki "gönül bağı" , bileğimizdeki bileklik, saçımıza taktığımız kurdele vb. . musubi, hayatı anlamamız ve yaşamımıza sıkı sıkıya "bağlanmamızı" sağlayan, en güzel öğretilerden biridir.
    musubi #1 - dokunmuş zaman çizgileri
    musubi #2 - dokuma iplikleri
    musubi #3 - saça takılan kurdele
    musubi #4 - bileklik
    kültürümüze yansıması - sözlenme / gönül bağı musubi
    c.) kuchikamizake : eski şinto geleneğini ve müthiş ritüelleri izlediğimiz sahnede, mitsuha ve kızkardeşi tarafından, ağızlarında pirinci çiğneyip, içki kutusuna tükürmesi ile fermente olan bir tür sake. bu geleneksel tören, ergenlik çağında olan mitsuha'nın, onu izleyen kalabalıktan biraz utanmasına sebep olur. günümüzde okinawa adasında hala uygulanan bu yöntem, japon kültürünün en özel geleneklerinden biridir.
    kuchikamizake töreni
    çiğnenen pirincin sake kabına tükürülmesi
    sake kabını kırmızı iplikle sıkı bağlama
    musubiyle bağlanmış kabın ölüler diyarındaki mağaraya fermantasyona bırakılması

    filmin, 2014 tarihli bilim kurgu başyapıtı interstellar ile benzer yönleri;
    d.) interstellar ile benzerlik #1 : filmde, küçük bir kasaba olan itomori'ye düşecek olan, kuyruklu yıldız parçaları, 500 kişinin ölümüne sebep olacaktır. delikanlı taki kun, mitsuha'nın fermente ettiği ve kendi musubisiyle bağladığı sakeyi içer, solucan deliğine düşer. mitsuha'nın ana rahmine düşüşünden, kuyruklu yıldız faciasında ölümüne kadar tüm hayatı, gözlerinden film şeridi gibi geçer. artık mitsuha'nın yaşamı hakkında her şeyi bilmektedir. tek yapması gereken, o'nun bedeninde o'nu ve beldedekileri kurtarmaktır.
    interstellar'da cooper, kızını ve dünyadaki tüm insanları kurtarma operasyonu sırasında, önce solucan deliğine, sonrasında kara deliğe girer. tesseractin içinde zamana hükmedip, kızına kuantum verilerini yollar. hem kendini hem de insanlığı kurtarmayı başarmıştır. iki filmde de kurtuluş, zaman yolculuğu ve geçmişe veri aktararak mümkün olur.
    e.) interstellar ile benzerlik #2 : interstellar'da da, musubi ile iletişim söz konusudur. kara deliğin içindeki tesseracta giren cooper, burada zamanın kendisine, paralel ve çok boyutlu sicimler olarak yansıdığını anlar. tesseract - paralel sicimlerden oluşan zaman tanımı
    cooper burada aynı musubi tanrısı gibi, sicimleri ve kütle çekimini kullanarak, kızına verileri iletir ve insalığı kurtarır. your name filminde de kasaba halkının kurtuluşu, mitsuha'nın mağaraya sakladığı musubi'nin içilmesi ve zaman yolculuğu yapılmasıyla mümkün olur. mitsuha ve taki kun, beden değiştirmiş, aradaki 3 yıl farkın dezavantajı ortadan kalkmıştır. bilinç ve ruh, başka bedenlerde, başka zamanlarda tezahür ederek, yüzlerce kişinin ölümüne sebep olan faciayı engellemiştir.
    f.) interstellar ile benzerlik #3 : dr. amelia brand, interstellar'daki şu sahnede şöyle der; "sevgi, biz insanlar için, uzay ve zaman boyutlarını aşabildiğini hissettiğimiz tek şey." evet dr. brand yıllardır görmediği adama duyduğu sevginin gücüyle, sonucunun ne çıkacağını bilmediği bir gezegene gitmek istemişti. brand hislerinde haklıydı, insanlığın kurtuluşunun reçetesi, dr. amelia brand'in kalbine düşen aşkta tezahür etmişti. aynı şekilde cooper'ın kızına verdiği söz ve o'nunla kurduğu sevgi bağı, kendisine insanüstü br cesaret vermiş, görevinden tamamen vazgeçtiği ve ölüme sürüklendiğini düşündüğü anda, kızıyla kurduğu bu sevgi bağı, kara deliğin içinde çok boyutlu bir sicimler kümesi olarak tezahür etmiş, yine bu bağ sayesinde insanlık kurtulmuştu. işte hem cooper'ın, hem de dr. brand'ın kalbinden çıkan bu "sevgi bağları", interstellar'ın da ana metnini oluşturmuştu.
    kimi no na wa'da bu sevgi, mitsuha ile taki kun'un arasındaki, zamanda kırılma yaratan ve imkansız görünen birlikteliği, imkanlı kılan bir mucizeydi. evet, mitsuha bu sevgi bağı ile kendi geçmişini değiştirmiş, aşkı o'nda bulacağı taki kun'la yeni bir hayata merhaba diyebilmişti. tanrı musubi , bu güzel çiftin vereceği mücadelede onlara yardımcı olacak, sonunda da ikisini birden ödüllendirecekti.
    ****filmi interstellar'dan bariz olarak ayıran zaman yorumu ise, tam olarak şudur; hatırlarsanız interstellar'da geçmişin asla değiştirilemeyeceğinden bahseder. filmde de aslında geçmiş değişmez, sadece insanlık kurtulur ve geleceğine kavuşurdu. oysa bu filmde geçmiş değiştirilip, kader çizgisi geriye doğru da kırılıyor. çünkü, geçmişte 500 kişinin öldüğü gök olayında, 3 yıllık gelecekten gelen bir bilinç, geçmişe giderek kasaba insanlarını bu faciadan kurtarmış, dolayısı ile geçmişi değiştirmişti. işte bu temel fark, filmin interstellar'dan ayrışan zaman yorumudur.*****

    filmi mükemmel bir yapım kılan diğer detaylar;
    g.) yönetmenin kendi romanından oluşturduğu senaryo : yönetmen shinkai'nin kendi yazdığı öyküden senaryolaştırdığı film, fantastik sinemada unutulmayacak izler bıraktı. fantastik evrende marvel cinematic universe ya da dc universe filmlerine mecbur olmadığımızı, bu muhteşem senaryoyla anlayabildik. makoto shinkai'nin, kendisinden önce gelen ve anime başyapıtlarına sıklıkla imza atan hayao miyazaki ve studio ghibli filmleri ayarında bir senaryo üretebilmesi de, elbette takdire şayandır.
    h.) seyircisine festival coşkusu yaratan görsellik : uzayın derinliklerinden dünyamıza gelen kuyruklu yıldızın görselliğiyle süslenen film, tüm sahnelerinde izleyicisini büyülüyor. hem geleneksel japon ritüellerinde, hem de modern tokyo'nun şehir hayatında deneyimlediğimiz bu müthiş görsellik, kuyruklu yıldız sahneleriyle doruğa çıkıyor. filmin içinde yer alan bu müthiş görsellerden bir demet;
    tapınaktan kuyruklu yıldızı izleyenler
    mitsuha mucizeyi izlerken
    alternatif boyutta karşılaşma : farklı bedenlerde farklı zamanda yaşayan farklı bilinçler
    nine torunlarına hayatı öğretir
    itomori krateri 8 ve sonsuzluk
    tokyo metropol
    shinjuku : tokyo
    itomori : gün batımından önce
    çaresiz kalan mitsuha
    sevginin bağladıkları
    i.) japon rock grubu radwimps'in müzikleri : radwimps'in film için yaptığı şarkılar da harikulade. ben en çok bisiklet sürerken ve yürüyüşte bu şarkıları dinlemeyi seviyorum. filmi izledikten sonra dinlediğinizde, hemen o güzel sahneler gözünüzün önüne geliyor ve mutlu oluyorsunuz. filmde yer alan favori şarkılar : sparkle, dream lantern, nandemonaiya, zenzenzense
    radwimps - your name full original soundtrack (youtube)
    radwimps - your name full original soundtrack (spotify)
    --- spoiler ---

    evet, işte kimi no na wa böylesi önemli ve büyük bir filmdir. izlerken size, hüznü, neşeyi, sevgiyi, aşkı, kültürel güzellikleri, macerayı, aksiyonu, heyecanı, fantastik olayları, doğayı, empatiyi ve japon geleneklerini müthiş bir vizyonla anlatır. bu sebeple izlemiş olduğunuz film, japonya'dan tüm dünyaya hediye olarak gelen, modern çağ başyapıtıdır. herkese iyi seyirler dilerim.
    not: filmin görselliği müthiş olduğundan, filmi imkanınız dahilindeki en büyük ekrandan izlemenizi tavsiye ederim. ayrıca internette filmdeki harika şarkıların da türkçe çevirilerini içeren altyazılar mevcut. filmden alınan keyfi artırmak için, filmi, şarkıların da çevirisinin yapıldığı altyazıyla izlemeye özen gösterin.

  • italya'daki marketlere bayılırdım. bildiğiniz süpermarketlerden bahsediyorum. "allaaam bunlar nasıl güzel kokuyor böyle" diye pörtleyen gözlerimle o domatesleri elime alıp kokladığımı hatırlıyorum, gören deli demiştir herhalde. "burada yemek yapmak zevk yahu, her şey taze, her şey mis gibi hazırlanıp veriliyor eline, insan burada daha bir zevkle yemek yapıyor," demiştim. görüyorum ki yalnız değilmişim. hatta "ben markette öyle güzel domates satıldığını görmedim" de demiştim vaktiyle. şimdi birileri ayar verme derdiyle "ooo arka bahçemdeki domatesi görün siz", "hıh çanakkale domatesi yememişlerin matah sandığı domates", "heaaa lezzetli olsun diye verimi düşük domates mi ekçeklerdi, tabii ki lezzeti verime kurban edicez halla halla" diye saçmalıyorlar.

    e be evladım, zaten burada övülen, italya'da alelade bir yerde bile mis gibi domates bulabilme ihtimalin! yoksa bence de benim babaannemin domatesleri mükemmel; babam da balkonunda cherry domates yetiştiriyor ve onlar da şeker gibi; ben de kendi bütçemden daha fazla para ayırıp cherry, organik ve pembe domateslerden alıp yiyorum nispeten düzgün şeyler yiyeyim diye, ama burada vurgu yapılan şey, özellikle yetiştirmene, bilmem kaç bin kilometre yol gitmene, pahalı organik ürünlere para dökmene gerek kalmadan, makul fiyata insanca beslenebilmen! bunu da alamıyorsa o kalın kafalarınız ben ne diyeyim ki?

    ben niye italya'da kerevizin mis gibi soyulup satıldığını (köküne kabuğuna boşa para ödemeyin diye) görünce "gavurun" ticaret ahlakı karşısında yine mest oluyorum da, burada çürük çarığı dolduran adama denk geliyorum? italyan köylüsü çok mu matah insan? hayır. ama işte bir etik anlayışı oturtulmuş, devletin regülasyonlarıyla, sübvansiyonlarıyla tarım düzenlenmiş; vatandaşının asgari bir beslenme düzeyini yakalamasını isteyen bir yapı var. basbayağı, o insanlar buna "layık olduklarını" düşünüyorlar ve devletleri de doğal olarak bu fikri yansıtıyor; burada ise toplum olarak buna "layık olmadığımızı" düşünüyoruz içten içe ve bizim devlet yapımız da bunun yansıması olan düzenlemelerle karşımıza çıkıyor. biz işi bireysel yöntemlerle çözmeye çalışıyoruz (arka bahçene ekmek, balkonunda yetiştirmek, daha kaliteli ürün için ederinin çok üstünde fiyat ödemeye razı olmak vs.). ha evet, bunları da yapalım tabii ama, ya bu imkanlara sahip olmayanlar? herkesin arka bahçesi mi var? herkes özel bir çiftlikten alınan domatesin kilosuna 8 lira ödeyebilir mi? "başkasından banane yeaa" mı diyeceğiz?

    benim sorduğum çok basit bir şey: elin devleti (italya, fransa ve rusya bildiğim bazı örnekler) vatandaşının makul fiyata düzgün yiyecek bulmasını önemsiyor da, benim devletim neden umursamıyor? elin devleti çiftçisini koruyor da, benim devletim nede korumuyor? fransa'da mahalle bostanlarında ilkokul bebeleri tarım yapıyor ve çiftçiye saygı duymasını öğreniyor da, istanbul'da 600 yıllık yedikule bostanları'na niye moloz dökülüyor? kuzguncuk bostanı acaba daha ne kadar ayakta kalabilecek? ben bu politikaların değişmesi için geçici bireysel çözümler dışında ne yapabilirim?

    gerçi bakın geçen gün bizzat çiftçilik yapan bir insan sorunlarını anlatmışken, bu insana bile "ya nolacağıdı" diyen mallar varken, bu entry'ye de "yazar burada evropalarda yaşadığını göstermeye çalışmış" diyecek mallar çıkacağına eminim. gösterilene değil, parmağa bakmayı marifet sayıyorsunuz.

  • kimse annesini ve ailesini seven, değer veren, önemseyen bir insana düşman olmaz.

    düşkün diye tabir edilen kavramın altındaki mana biraz derin. bazı erkekler belli bir yaşa ve olgunluğa erişse bile annesine danışmadan, annesinin onayını almadan hiçbir şey yapmaz.

    bu tarz bireylerin evlendiği zaman da evlilikleri annesi tarafından yönetilir. ilişki iki kişilik değil üç kişilik bir boyuta ulaşır.

    kadınlar bu olaya düşmandır.

  • nurseli idiz'le aynı odada kaldık amatemde.

    çok kibar, çok hoşsohbet bir insan. şöyle bir diyalog geçmişti aramızda hiç unutmam;

    n.i: ben bir oturuşta bir büyük içiyorum.
    ben: bende de o kadar para olsa ben 2 büyük içerim aq.

    hey gidi günler.

  • istanbul aksarayda tabiri caizse cok afedersiniz got kadar (4 kişi ayakta anca sıgar)bir dukkanda doner satan ve kanımca istanbulun en guzel et donerini uygun fiyatlarla sunan donerci.her gun yetiskin bir insanın anca kucaklayacagı boyutlarda doner takarlar ve aksama kalmadan doneri bitirirler.yusufpasa otobus duragındaki vakıfbankın solundaki merdivenlerden cıkar cıkmaz gorunen kalabalıgın oldugu yerdedir.

  • okulda bir arkadaş anlatmıştı böyle bir yöntemi. kız epey bir güzel. eleman çekingen bir fotoğraf öğrencisi. kızın uzaktan fotoğraflarını çekiyor. bunun için ciddi bir mesai harcıyor.
    günlerce, haftalarca kızın yolunu gözlüyor.
    bazen kar yağıyor, sırf onun beyazlar içinde bir kardelen gibi yükseldiği bir kare için bekliyor.
    bazen yağmur, fırtına hiç dinmiyor, eleman yılmadan bekliyor...
    en sonunda kızın çok güzel bir karesini yakalıyor. çok doğal ve kızın tüm güzelliği, fotoğrafa yansımış... eleman o kareyi çerçevelettirip hediye paketi yapıyor.
    kız bir gün okulda yürürken, tüm cesaretini topluyor ve karşısına çıkıyor.
    şaşıran kızla hiç konuşmadan elindeki paketi veriyor.
    kız paketi açıyor, kendi fotoğrafına bakıyor...
    bir süre sonra kız hüngür hüngür ağlamaya başlıyor.
    "hiç kimse benim için böyle bir şey yapmadı" diyor...
    olayı dinleyenler, heyecanla soruyor;
    ee peki sonra, eleman kızla sevgili oldu mu?
    anlatıcı yanıt veriyor...
    bizim eleman çok çirkindi laa, kız kabul etmemiş...

    kıssadan hisse: önemli olan yarışmaktı...

    oha: 500 küsür favori ve 2015'in en beğenilen entry'lerinden biri olmuş. emeği geçenlere sevgiler.

  • cnn ınstagram linki üzerinden gördüğüm kaza.

    yorumlarda çokça emniyet şeridini kullanmalıydı yazılmış.
    yolu uzatmalıydı. her gün bu hareketi emniyet şeridinde yapmaya çalışan insanları görüyorum. başlığı da bu yüzden açmak istedim. emniyet şeridinin böyle bir kullanım amacı yok. yolu uzatın. ne kendi hayatinizi ne de baskasinin hayatını bu şekilde 3kurus benzin parası için riske atacak hareketlere girmeyin.

  • "yetenek nedir" sorusunun cevabını bize uygulamalı olarak gösteren video. önce japon, bize tatlı bi melodiye sahip söz konusu şarkıyı düz bir biçimde çalıyor. aslına bakılırsa notalar temiz duyuluyor ve şarkının genelinde hata yok; hatta fazıl say'ın yorumunu izlemeden kapatan, piyanoyla çok ilgilenmemiş birinin hoşuna bile gidebilir japon'un çalışı.

    ama sonra fazıl say devreye giriyor. şarkıya bi oktav ince giriyor ve şarkı japon'un çaldığından çok daha hüzünlü bir hal alıyor. sonra sonsuz bi konsantrasyonla tuşeyi, metronomu hislerini katarak ayarlıyor, sonra bunu virtüözlüğüyle birleştiriyor. dinleyici tamamen hüzün ve coşkuyla şarkının içinde buluyor kendini, 20 dakika daha devam etse kimsenin itiraz edeceğini sanmam.

    ayrıca fazıl say'ın gösteri sonundaki o sevimli utangaç gülümsemesi kalbime sıcak bi çorba gibi yayıldı. en az piyanoyla yarattığı harikalar kadar güzel, mütevazı bi mimik o.

    "vay be sanat ne büyülü şey, insanlık ne güzel" falan diye düşünüp ağzım açık bir halde 18 kere izledim bu video'yu.

    (bkz: hayata dair gülümseten detaylar)