hesabın var mı? giriş yap

  • zweig'ın freudcu novella'larından bir diğeri.

    anlatıcının gizli bir hayranlık duymasına rağmen arasına mesafe koyduğu satranç şampiyonu mirko czentovic dikkat edilirse hep köylü oluşu, dar bir çevreden gelişi, düşünsel melekelerinin kısıtlı oluşu nedeniyle dıştalanırken, dr. b. her defasında bu satranç devini mat edecek kişi olarak görüldüğünden genelde abartılı bir bakış açısıyla yorumlanmıştır. dr. b. bir kahraman arayışının doğal sonucudur, çünkü 2. büyük sömürü savaşı hâlâ sürmektedir. savaşın haricindeki, gemiyle yolculuk yapan insanların bile bilinçaltında savaş düşüncesinden kaçamadıklarını müşahede ediyoruz. bu aynı zamanda dış dünyaya dönük bir yabancılaşmanın da sonucudur. cephedeki faşist generaller yığınların kaderiyle satranç tahtasında oynarken, gemideki yolcular ancak basit bir satranç oyunu oynayabileceklerdir! (insanın aklına ister istemez fellini'nin e la nave va [ve gemi gidiyor] adlı filmi geliyor.)

    aslına bakılırsa, düşünsel açıdan, maneviyat bakımından asıl güçlü olan kişi bizatihi czentovic'dir. nitekim dr. b'nin geçirdiği nöbetle birlikte tasavvur edilen kişi olmadığı anlaşılır. sanıldığı gibi kahraman filan değildir. bu, faşizmin eğip büküp ruhunu teslim almak için çaba gösterdiği bir adamın zamanla nasıl parçalandığının, ikiye bölündüğünün sahih bir göstergesidir.

    diğer yandan, satranç oynarken geçmişin kuyusuna doğru düşmesi trajedinin hatırlanmasını içerir. burada freud'un sözünü ettiği "hatırlayarak aşma" bahsi söz konusu değildir. zweig, nazilerin izole ettiği bir bünyenin maziyle hesaplaşmasının sona erdiğini, bunun bizzat kendisini tedavi eden doktor tarafından da salık verildiğini bize bildirir. dolayısıyla dr. b. direktife uymuş, trajediyi bastırmıştır (maziyi unutmuştur). "uygarlık bastırılmışlıklar üzerine kuruludur," diye yazar freud.

    dr. b'nin trajediyi bilinçli olarak unutmasını ya da bastırmasını büyük sömürü savaşı boyunca yapılan katliamları, işlenen cinayetleri, toplama kamplarını unutan bir nesile dönük eleştiri hükmünde okuyamaz mıyız? pekala mümkündür. öngörüsel bir durumdur bu. savaş sonrası nazilerin bir kısmı kurtulmuştu ve yargılanmadan eski yaşantılarına avdet etmişti. onlar vicdan azabı duydular mı? genelde "üstlerimizden emir aldık" diyerek geçiştirdiler ve işledikleri kabahati ötekilerin omuzlarına yüklediler. dr. b'nin edimi de benzer bir biçimde yorumlanamaz mı? mazi karanlıktır ama o da unutmuştur işte olan biteni. üstelik savaş daha sona ermeden. savaş bittikten sonra dr. b. gibi savaştan sağ çıkan birçok insan olan biteni unutacak ya da bastıracaktır. ta ki bastırılan geri dönme tehdidinde bulunana dek!

    bu yanıyla finaldeki satranç kapışmasını ikili bir mücadeleden ziyade, freud'un sözünü ettiği bastırılanın geri dönüşü dolayımında okumak mantıklı olacaktır. zweig gene freudcu bir yapıta imza atmıştır kısacası.

  • yapılıp yapılamayacağını merak ettiğim hadise. misal atıyorum bulgaristan sınırına yollayalım insanımızı. her gün birer metre ileri gitsinler yavaştan. eğer birader hayırdır filan derlerse hemen "ne hayırdır ya biz zaten burdaydık olm" filan deriz. ölüm yok savaş yok. tsk beni general yapar mısın pls teşekkür ederim. taktikçiyiz.

  • self perception theory ile ilişkilendirilebilecek bir teknik. şöyle ki self perception theory, göstermiş olduğumuz davranışın sonradan söz konusu konu/objeyle ilgili takınacağımız tavra doğrudan etkidiğini söylemektedir; örneğin "ahmet top oynarken düştüğünde yanına bir tek ben koştum, demek ki ben iyi bir insanım," gibi.

    paralel şekilde kapıdan satış yöntemiyle çalışan satış elemanları da bu teorinin söylediğinden, bir şekilde o evin içine girmeyi başararak -yani foot-in-the-door technique uygulayarak- faydalanmak ister: satış elemanını evine sokan hane sakini, bu "davranış"ıyla tutarlı bir "tavır" ve "ikinci davranış" sergilemeye meyleder, kendine sunulan ürünlere daha çok ilgi gösterme ve satın alma olasılığını artırma eğilimine girer: "satıcıyı içeri buyur ettim, demek ki ürünlerle ilgileniyorum ve bunlar arasında işime yarayabilecek bir şeyler bulabileceğimi düşünüyorum."

    varyasyonları için (bkz: low-ball technique) (bkz: door-in-the-face technique).

  • türk kadın şarkıcıların kıyafeti ile kafayı bozmuş bir adam.
    ancak ben kendisini şöyle hatırlıyorum. zannediyorum sene 2008, cerrahpaşa tıp fakultesi son sınıfta öğrenciyim. acilde nöbet tutuyorum. izzet yildizhan'in da bir yakını mi ne acilde , kapıda bekliyor. o zaman böyle ayna camlı gozlukler meşhur, böyle kürk filan giymiş, tavus kuşu gibi kabarıyor, sen hesap et.

    bizim genel cerrahide bir asistan abi vardı, sanırım azeriydi, tarkan kadar ünlü olmadıkça bir turk arabest şarkıcısini tanımazdi ama sanırım bunu bir yerden gözü ısırdı. izzet yıldızhan in yanına geldi.
    -ben sizi bir yerden tanıyor muyum?
    - eee tabi, yani taninirim evet
    - paşa konağında mı çalışıyorsunuz?
    cevap vermeden hızlıca uzaklaştı.

    paşa konağı cerrahpaşa karşısında bir kebapciydi, orada çalışanlara benzetmiş. işte taa o zamanlardan beri ünlü olmaya çalışıyor. beceremiyor.

    debe edit: beni debeye taşıyan siz sevgili sözlük yazarları ve büyük sanatçı izzet yıldızhan'a çok teşekkür ediyorum.

  • birol güven'in pollyannavari öğüdüdür. şunu demiş:

    ''üniversite bitince iş bulacağınızı düşünmeyin. bulamayabilirisiniz.

    iş meselesini öğrencilik yıllarında çözün. öyle bir öğrencilik yılları geçirin ki mezun olunca işiniz hazır olsun.

    eğer fırsat gelirse okulu bırakıp işe girin. okulu nasıl olsa bir gün bitirirsiniz.''

    link

    birol sanırım türkiye gerçeklerinden habersiz. çocuklar duymasını 20 yıldır ülkeye kakalayabilen bir vatandaş olarak plazasında çayını yudumlarken ülkenin içinde bulunduğu durumu pek çözemiyor.

    yanına gidip iş talep ettiğinizde sizi kovacak adamlar gençlere kanaat önderi rolüne soyunuyor ya, çıldırmamak elde değil.

  • eğer ''kadın haklı'' temalı entry girenler ak troll değilse gerçekten büyük bir sorun var.

    kimse ''seni gazetecilik yaptıgın için hapse atıyoruz'' demez. o kişiyi önce terörist, hain, ajan vs ilan eder ve daha sonra içeri atar.

    ece sevim öztürk sadece 15 temmuz dosyasını incelediği için içeri atıldı, ceza yedi ve 6 ay tutukluluktan sonra daha birkaç gün önce serbest kaldı. ancak şunu farkettim, siz böyle gazetecileri zerre haketmiyorsunuz.

  • oturup rakı içiyoruz, benim haricimdeki masadaki 5 kişi fb'li ve gs'li, bazıları benim beşiktaşlı olduğumu bile bilmiyor; "abi beşiktaş süper oynuyor, ligi kesinlikle beşiktaş hak ediyor."

    trabzon'da uçağa biniyoruz, uçağa geçerken körükte yarı gs'li, yarı ts'li ve hangi takımı tuttuğunu anlayamadığım iki adam konuşuyor; "abi beşiktaş maçını izledin mi, ne top oynuyor adamlar, bu sene inşallah şampiyon olurlar"

    işteyim sabah milletin afyonu patlamamış, sağdan soldan sesler geliyor "beşiktaş liverpool'u eler abi. eleyemez abi. süper oynuyor adamlar... ama sturridge, sterling dönüyormuş... dönsün abi adamlarda da demba ba var."

    o kadar çok bu muhabbetlere denk geliyorum ki, içten içe öyle mutlu oluyorum, öyle mutlu oluyorum... anlatamam.

    ama ve lakin, beşiktaş'ın şampiyon olması büyük olay. eşit rekabet şartları yok. koskoca beşiktaş'a devlet geçici de olsa bir stadyum tahsis etmiyor, gidip trabzon maçını, gs derbisini konya'da oynamaya kalkıyoruz, bir başka iç saha maçını ankara'da oynuyoruz. hakemlerin takdir hakları sürekli ince ince aleyhte. sürekli diğer takımlara çıkmayan kartlar, çalınmayan düdükler, verilmeyen penaltılar veriliyor.

    ama oyuncu grubu öyle inançlı ve mücadeleci ki, bu sene hakemi, siyasileri de yenip şampiyonluk ipini göğüsleyebilirler. hakemi ya da engel ne varsa hepsini yenmek için sahaya çıkıyorlar. hoca bana taktı deyip, sınava çalışmamazlık etmiyorlar.

    gurur duyuyoruz.

  • "rüyamda 15 tane ferrarim vardı hepsine nasıl benzin alıcam diye ağlıyordum. ruhum bile fakir lan!"

    "mutluluktan havaya uçsam kuş diye pompalıyla vururlar. o kadar şanssızım!" by inci-caps

  • bir tanesi benim oğlum. netekim ilkokulda neyim bol bol aşılanan bir nesilden geldiğimiz için sağ kolumuzda eşşek kadar bir iz var.

    o değil de üşenmedim okudum bu diğer çocuğun hikayesini. akp ile lisede tanışmış bir kalemden çıkmış olmasına rağmen. ve gülümsedim sonra kendi kendime. ben 80'lerde çocuktum. darbeyi gördüm, sonrasında gelen iktidarları da. olacakları hep tahmin ettim, elimden geldiğince dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. sonra vazgeçtim. çünkü ahmaksınız.

    atatürk padişah olabilecekken egemenliği millete bırakmış bir adam benim gözümde. çağının şartlarında yapması gereken neyse onu yapmış bir adam. diğeri ise egemenliği milletten geri almaya çalışan bir adam. geri kalan hiç bir şeyi kıyaslamaya gerek bile yok. amaç ortada.