hesabın var mı? giriş yap

  • marjinal olmaya çalışırken aklıma gelen fikir. ilk debe'ye girdiğimde yapmayı düşünüyorum.

    debe editi: öncelikle sıçtım bez getirin. şimdi çocuklar ben 30'unu aşmış evli barklı bir adamım. karım okursa burayı boşar lan beni. yani arada canımız sıkılınca trolllük de mi yapmayalım? şukulayan, şukulamayan, mesaj gönderen, bana teklif et diyen bütün dostlara teşekkürler. demek ki neymiş, fazla marjinallik iyi bir şey değilmiş. hepinize sevgiler.

    ama güzel fikir ha. ikinciyi alırsam söz burdan teklif edecem.

    bir de ufak bir ricam olacak. ameliyatlı yerime vurmazsanız sevinirim.

  • çağdaş mizah üreriticileri arasında özgünlüğü ile yüksek sıralarda yer alan komedyen, yazar ve yönetmen.

    youtube’da viral olan videolarıyla büyük bir çıkış yakalayıp büyük balıkların arasına geçiş yapmış biri kendisi. mizahi zamanlamasından ironik üslubuna kadar çok özgün ve bir o kadar yaptığı işte başarılı.

    şimdiye dek ürettiği üç tane special’ı var: words words words, what. ve make happy.
    her bir show burnham’ın dünya ve kendisi ile olan ilişkisini yansıtıyor. eski işlerinden yenilerine doğru gittikçe iğneleyici ironi yerini anksiyete ve depresyona bırakıyor. bo burnham’ın gelişim süreci hakkında güzel bir inceleme wisecrack tarafından yapılmış.

    en “depresif” parçaları (üçü de kapanış parçası):
    we think we know you
    cant handle this
    are you happy

    stand up performansları sergilemenin onun üzerinde oluşturduğu baskı dolayısıyla stand up’a ara vermiş gibi gözüküyor. h3d3 ile yaptığı podcast’te şovların öncesinde ve sonrasında geçirdiği panik ataklardan ve anksiyetesinin onu ele geçirdiğinden bahsediyor.

    ilk defa yönetmenlik tecrübesi olan -senaryosu da kendisine ait- eighth grade eleştirmenler ve sinefillerden oldukça pozitif yorumlar (rt’de %98~) topladı. ödül sezonunda en azından festival ödüllerini silip süpürür gibime geliyor.

    röportajlarını dinlediğinizde aklının işlemci hızına şaşırıyorsunuz cidden. şimdiye dek bir cümlesinin sonunu görmedim ben. bir örnek. bunun nedeni biraz da anksiyetesi olabilir.

    doğuştan yetenekli olduğuna inandığım bir insan kendisi. piano ve gitarı o kadar güzel çalıyor ki. aynı zamanda eggshell isimli şiir kitabında mizahi şiir nedir ne değildir açık açık gösteriyor, kelime ustası. görüldüğü üzere kamera önünde olduğu kadar arkasında da başarılı.

    bo burnham en klişe tabir ile güldürürken düşündüren biri: onun için düşünüyorsunuz, sonra kendiniz için düşünüyorsunuz. anlattıklarında kendisiyle alay ettiği kadar izleyici ile de dalga geçiyor. bazen izleyicisine kızıyor, anlattıklarını anlayamadıkları için. bunun en güzel örneği green room’da art is dead isimli parçasını seslendirirken komedyenlerin sessizce oturup seyircinin sözlerin anlamından bihaber gülüyor olması sanırım. cant handle this isimli parçada direkt “chipotle metaforunu anlamadınız o yüzden açık açık anlatayım” diyor.

    özellikle what. ve make happy’yi izlerken içinizin bi tarafı hüzünle dolar, hatta benim ikisinin de bitişinde gözlerim de dolar. bo burnham’ı eşsiz yapan da bu samimiyeti ve kişinin kendisiyle ilişkilendirirken hiç zorluk çekmeyişidir *. kimisi için de bo burnham bir yansımadan ibarettir. umarım yeni şeyler üretmeye devam eder ve bizi kendisinden mahrum bırakmaz.

  • kesin küçük esnafı koruyan yasadır, he kanka aynen...

    adamlar pandemi ayağına ne kadar esnaf var alenen dalga geçip batmalarına sebep olmuş. gelmişler burada esnafı koruyan hareket diyorlar.

    ayrıca esnaf böyle korunmaz. zincir marketler fütursuzca ülkeyi ele geçirirken bir müdahalede bulunmayıp şimdi mi koruyorsun diye sorarlar adama.

  • çalıştığım yere dünya güzeli bir tekir geliyor. mama verdik, sevdik ettik derken, abarttık içeri aldık. ben zaten dış kapının yakınındayım. hayvancık her sabah beni bekliyor, benimle ofise girip bütün gün yanımda yatıyor. akşam da benimle çıkıp beni yolcu ediyor. iki gıdım mama verdim ama yüzüme öyle bir bakıyor, ellerime yüzünü öyle bir sürüyor ki, içimi acıtıyor. ofisin diğer bölgelerine gitmeyi bile denemiyor, sadece ben gidersem arkamdan geliyor. tuvalete gidiyorum peşimde, mutfağa gidiyorum peşimde, masaya döndüğümde gene kıvrılıp yanıma yatıyor. iki damla su, azıcık mama, arada uzanıp başını okşuyorum, bütün yaptığım bu, ama sevilmekten öleceğim.

    efenim resim isteyenler için buyurun şirin hanım:
    http://i.hizliresim.com/pbrm1q.jpg
    http://i.hizliresim.com/ml6872.jpg

    ayrıca;
    (bkz: güvendik ilk-orta okulu yardım kampanyası)

    not: havalar soğuk pisicikleri de unutmayın yardımlarınızda.

    büdüt: nazar değdi efendim, küçük patron kediyi istemediği için dışarı attık. sebep: çok dolaşıyormuş. başlarda sakin sakin yatıyordu alıştıkça her normal kedi gibi gezmeye başladı. neyse ne diyeyim ki? acı olan ise bana kediyi istemediğini açık açık söylemeyip hayvanı tutup paldır küldür sokağa atması oldu.

  • gecen hafta radikal iki'de cikan roportajinda "evde daha çok dean martin, frank sinatra, ofra haza dinleriz, gençler bilmiyor bu isimleri" demesiyle bana ufaktan bir dumur yasatmis, ama dumurun kralini okan bayulgen'in bir programinda okan'in hafif alayla sordugu
    "baba ya, bu dusunuyorum oyleyse varim lafindan ne anliyosun?" sorusuna
    "bunu descartes diye bir adam soylemis.. adam diyor ki tum nesnelerin varligindan suphe edebilirim ama suphe ettigimden suphe edemem.. suphe ede ede, suphe edemeyecegim bir hakikate ulasiyorum diyor.. yani suphe etmekle dusunen bir ben oldugunu kavriyorum.. sonra da diyor ki, dusunuyorum oyleyse varim" diye verdigi cevapla yasatmis sarkici.. muzik piyasasindakilerin %99'unun daha once descartes ismini duydugundan bile suphe ederim.. *

    fazla sarkisini bilmem ama gonul dagi'ni ve elveda meyhaneci'yi guzel okuyor.. ruhuna saglik baba..

  • (bkz: gerçek finlandiya bu değil)

    edit: sadece boş bkz girmeye gönlüm el vermedi. abi anlamıyorum, bu adamlar savaştan kaçmadılar mı? canları tehlikede değil miydi? avrupa'ya geçebilmek için türlü yol denemediler mi? haberde tornio'dan helsinki'ye 700 küsür km yol gittikleri yazıyor. yani beyefendiler tornio'yu da beğenmemiş helsinki'ye gelmiş. sonra helsinki'deki sosyal hayat da kesmemiş bunları gerisin geri tornio'ya, oradan da isveç'e geri dönmeyi düşünüyorlar. tamam, buz gibi nemrut havayı ben de sevmem, tek başına depresyon sebebidir, ama seyyah gibi tüm kabile bir oraya bir buraya göç edecek enerjiyi nereden buluyorlar anlamıyorum. ser sefil yollarda sürünmek hoşlarına gidiyor herhalde. çay yokmuş! çayı ne yapacaksın anasını satayım. adam finlandiya'ya gitmiş çay yok diyor. troll müdür nedir...

  • 5-6 yaşlarında iken [1992-93] yaşadığım ve hayatta garibanlık sebebiyle başıma gelen en acı olaylardan birini paylaşmak isterim.

    izmir'in küçük bir ilçesinde yaşayan 5 çocuklu fakir bir aileydik. babam iş bulunca çalışan ama beş çocuğa yetişeyemen bir badanacı [duvar boyacısı] ydı.
    elektriksiz, susuz farklı evlerde aralıklarla 7-8 sene kadar rezilce yaşadık. ailecek yoksulluğun ve muhtaçlığın her türlüsünü gördük. camiden, mezarlıktan su taşıdık, pazar bitimi ucuz sebze meyve almaya, toplamaya gittik. daha neler neler...

    neyse, bir yaz akşamı annem ve 5 kardeşimle parktan eve dönmüştük. koşup oynadık derken o kadar susamışım ki, eve girer girmez hemen koşup tahta dolabın içindeki bulduğum ilk şişeyi kafama diktim. zira evde buzdolabı bile yoktu.

    ansızın içime bir ateş düştü, boğazıma bir bıçak saplanmış gibi oldu. can acısından ve boğazımdaki yanmadan sesim bile çıkmadı, gözlerimden kanlı bir yaş gelmeye başladı, boğuk sesler çıkara çıkara köpürmeye başladım. meğer evde aydınlanmak için kullandığımız gaz yağı bitmiş, annem de bakkaldan gazyağını yeni alıp gelmiş ancak aceleyle evden çıkarkan ulaşamayacağımız bir yere koymayı unutmuş.
    içtiğim suya benzer sıvı gazyağıymış. gırtlağım ve ses tellerim oracıkta parçalandı...

    annem durumu farkedince çığlık çığlığa beni kucağına alıp büyük ablamla birlikte hastanaye koştu, taksi vs çevrede yok, arabalarsa tek tük geçiyor. yolda babama ve sarhoş bir arkadaşına rastladık, onlar da geri dönüyorlarmış. bu kez onlar da peşimize takıldı bir süre sonra acil servise vardık. ben olanı biteni fragmanlar halinde hatırlıyorum. acilde önce litrelerce suyla midemi yıkadılar, daha sonra yine belki bir litre kadar zeytinyağını mideme bastılar ve ambulansla behçet uz çocuk hastanesi'ne bizi sevk ettiler.

    birkaç gün hastanede yatmışım, uyandığımda babam ve ablamın çok acıktıkları, simit alacak kadar bile paraları olmadığı ve benim kurtulduğuma dair sevindirici haberi ilçedeki anneme verecek bir telefonu edemediklerine dair bir yürek burkan bir konuşmaya şahit oldum. ikisi de yoksulluktan canlarindan öyle bezmişlerdi ki ben ayılınca önce usul usul sonra da hüngür hüngür ağlamaya başladılar. zavallı annem kim bilir o iki gün zarfında ne hissetti, nasıl kendini teskin etti bilemiyorum.

    kendimi toparladıktan sonra hastaneye babamın bir senet imzalayıp bırakarak bizi çıkardığını, ilçeye giden dolmuşlara yalvar yakar veresiye binerek eve geldiğimizi hatırlıyorum. boğazım ve ses tellerim aylarca kendine gelemedi, konuşamadım. az buçuk sesler çıkarmaya başladığımda da sesim ergenlik çağına yeni girmiş akordsuz bir oğlan çocuğu gibi çıkıyordu. fakat katı gıdaları belki bir sene kadar rahatça çiğneyip yutamadım.

    sonraki yıllarda hayatı toparlamak ve ailemin güçsüzlüğüne inat güçlenmek için elimden geleni yaptım, babamın babası, ablalarımın abisi rolüne büründüm, küçük yaşta çalışmaya başladım. para, pul, itibar, kariyer vs hepsini tek tek söke söke kimsenin de hakkına girmeden çekip aldım. ailemi yoksulluk girdabından bir şekilde çıkardım.
    ramazan ayları başta olmak üzere büyüdüğüm semtlerde tıpkı bizim gibi yoksul ailelere elimden geldiğince son 8-10 senedir yardım etmeye çalışacak bir hale geldim.

    kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmazmış derler. soğuk su işi bende yıllar geçtikçe takıntıya dönüştü, o günden sonra asla ılık ve sıcak su içmedim, içemedim. yaz kış dolapta her daim soğuk su bulundurdum. beni yakından tanıyan evine gittiğim veya evime gelen herkes mutlaka soğuk su ikram etmeye yoksa da mutlaka ılık su dolu bardağın içine buz atıp getirmeye başladılar. zira kimseye açıklayamasam da o soğuk suyu içmezsem sanki yine içimin yanması başlayacakmış gibi hissediyorum...

    kıssadan hisse çevrenizde yardıma muhtaç birileri varsa mutlaka bir şeyler yapmaya çalışın, kimin hayatına nasıl dokunacağınızı bilemezsiniz...