hesabın var mı? giriş yap

  • vazgeçtiğimi ancak affetmediğimi ve asla affetmeyeceğimi söylemiştim daha dün bir arkadaşıma.
    affetmediğim sürece vazgeçemeyeceğimi anlattı uzun uzun. affetmek ve vazgeçmek arasında böyle bir ilişki kurmamıştım hiç.
    affetmek, yok saymak gibi bir şey. affetmeyip intikam almaktan falan bahsetmiyorum. intikam almak, cezalandırmak herkesin yapabileceği şeyler değil zaten. benim yaptığım; bir gün mutlaka cezalandırılacağı umudu, ilahi adaletin gerçekleşeceğine olan güvenim. işte bu beklenti yaranın sürekli açık kalmasına ve hayatımızı olumsuz etkilemesine neden oluyor.

    eğer birinin hayatınızdan tamamen çıkmasını, onu yok saymayı istiyorsanız affetmek gerekiyor.

    affetmek, vazgeçmenin ön koşulu.

  • bir yerde taksiciler vs mordor olsa mordor tarafını seçerim. taksiciler vs thanos olsa thanosun köpeği olur, şıklatacağı parmaklara manikür yaparım. net.

  • polonya'nın torun şehrinde, zamanında kopernik'in de tırmanarak gökyüzüne baktığı kilisenin kulesine tırmanılır. kule o kadar yüksek ve basamaklar o kadar dardır ki normal bir insan 3-4 kere dinlenerek ancak çıkabilir. kulenin tepesine geldiğimizde duvarda bir yazı dikkatimizi çeker;

    "bacaklarım koptu aq, huzur islamda"

  • matematiği gün geçtikçe zorlaştırmasına rağmen hala süresini uzatma gibi bir gerekliliği yerine getirmeyen kurumun sınavı. çok ilginç gerçekten, tarih, coğrafya, ingilizce ve matematik sorularının her biri için aynı süre veriliyor. misal ben fonksiyonun bir birim yukarı taşınmış halinin integralini alıp 0-1e oluşan dönel cismin hacmini bulup sonrasında altta oluşan silindirin hacmini bundan çıkarıcam ve sonucu bulucam, sözelci arkadaş da şıklardan almanya'nın ikinci dünya savaşındaki müttefiklerini işaretleyecek veya dilci arkadaş 3 satırlık paragraftaki boşluğa uygun kelimeyi işaretleyecek. üçümüze de 1buçuk dakika, çok adil valla.

    edit: pek çok mesaj geldi, istemediğim bir şekilde sanki burada sayısal alanların süresinin arttırılmasını değil de, sözel alanların süresinin kısaltılmasını istediğim sanılmış. bakın arkadaşlar ülkede verilen eğitimin(sözel ya da sayısal ya da dil) hiç bir şekilde bu ölçme-değerlendirme sistemiyle uyuşmadığının farkındayım, özellikle eğitimciler bunu hatırlatıyor ancak biz zaten 12 sene bu saçmalığın, pisliğin, yanlış yöntem ve müfredatların, tarih öncesi yöntem ve bilgilerin beynimize tıkıldığı sistemde, 2 milyon öğrencinin girdiği sınavdan 1.2 milyonunun 180 barajını geçemediği öğrenci potansiyeline sahip bir ülkenin az da olsa bilinçli, hedefi olan öğrencileri olarak pek çok şeyin farkındayız. bu ülkede sözelcilerin, eşit ağırlıkçıların ve dilcilerin(kısaca sayısalcı olmayan herkesin) ne kadar dışlandığının, iş imkanlarının yetersizliğinin, sayısal seçmedikleri için aptal olarak nitelendirildiklerinin de farkındayım, sırf bu hastalıklı sistemdeki bu algı yüzünden ben sözele yatkın bir öğrenciyken işsizlik korkusuyla sayısala yöneldim. hiç bir alanı, bu alanın öğrencilerini, öğretmenlerini küçümsemek gibi bir niyetim yok, ancak gerçekten objektif olarak cevap verin, hanginiz sözel bir soruyla, 7/24 kullandığınız dille yazılmış ve bunun üzerinden çözeceğiniz bir soruyla(yabancı dile de sonuçta gün içinde sürekli maruz kalıyoruz), tamamen semboller ve sayılar üzerinden işlenen ve çözülen bir sorunun aynı sürede çözülebileceğini iddia edebilir. hanginiz denklemde tek bir rakamı koymadı, işlemi eksi yerine artı aldı diye, farkında olmadan soruyu sonuna kadar çözüp, hem süre hem de net kaybediyor?cümledeki tek bir harfi yanlış okuduğunuz için, 1,5 dakika ayırdığınız soruyu yanlış çözdüğünüzü sanmıyorum.

    kıssadan hisse, amacım kimseyi küçümsemek ya da sayısal>sözel gibi sığ, cahil insan argümanları sunmak değil, üniversite yerleştirme sınavında sayısal alan öğrencilerine de bi yerlerinden ter akmayacak, bir çözdüğünü bir daha kontrol edebilecek, sağlıklı bir şekilde ölçülüp değerlendirilebilecek sürenin verilmesinin gerekliliğini vurgulamaktır.

  • lise sondayım. komşu okuldan bir kızla çıkıyorum. öğle tatilimiz aynı saatlerde başlıyor, ben de genellikle onların bahçesine sızıp kızla buluşuyorum. bir gün yine bu ritüeli gerçekleştirmek üzere okulun bahçesine giriyorum ama kız her zaman buluştuğumuz köşede yok. arkadaşlarına soruyorum, sınıfta diyorlar. detay vermiyor adiler.

    kapılarda sınıfın içini görmeye yarayan ufacık pencereler var. oradan sırasının olduğu yere doğru baktığımda kızı tek başına görüyorum. oturmuş, bir kağıda bir şeyler yazıyor.

    çıkmaya başlayalı belli bir süre olmuş, birinci ayımızı kutlayacağız (gençlik!). kıza güzel bir hediye ayarlamışım, yanında vermek için de tek bir gül almışım. hâlâ birbirimizin her türlü aptallığını kaldıracak kadar aşığız. ama daha da kötüsü ben her türlü aptallığı yapacak kadar aşığım. o an gereksiz bir komiklik yapasım geliyor: gülü dişlerimin arasına sıkıştırıyorum, ardından da kapıyı swat elemanı gibi hızla açıp sınıfa dizlerimin üstünde dalıyorum. bir de tatatataaaam gibi bir efekt patlatıyorum (salaklık!).

    özetin özeti: öğle tatiline uzamış bir yazılının ortasına dalmışım. sevgilim olacak kız en ön sırada tek başına oturuyormuş, o yüzden sadece onu görmüşüm. içerideki öğretmen (bir ingiliz teyze) sınıfa terörist dalmış gibi tepki veriyor, kafama tebeşir ve silgi atıyor, panik içinde çığlık çığlığa bağırıyor.

    kızın ve sınıfın tepkisiyse okulun hatıralarımdaki koridorlarında sonsuza dek yankılanacak. biz cep telefonuna yetişemedik, o kötü oldu.

  • bilgi içerikli entry olduğu için bundan sonrasını dileyenler okumayı bırakabilir...

    sanılanın aksine ilk buharlı makinayı ingilizler üretmemiştir. bu çok büyük bir iktisat tarihi yanılgısıdır...

    peki ingilizler üretmediyse kim üretti?

    1400lü yıllarda venedikliler vardı. avrupa'nın en gelişmiş medeniyetlerinden biriydi. kiliseyi pek takmayan tavırları, gelişmiş ticaret hacmi, ekonomileri, asker başarıları... bir çok alanda avrupa'nın gözde ülkesiydi. kral gibi bir baş ağrıları yoktu. onun yerine ülkeyi en zengin kişi temsili yönetir, belirli bir ekonomik refahı yakalamış kişiler oy kullanabilir, bu oylar sonucunda da bir çeşit meclisleri mevcuttu. (şimdiki mecliste de bunu görebilirsiniz. zira aday olmak için belirli bir ücret yatırmalı ve belirli bir kesim tarafından tanınmalısınız. ticaret ile uğraşmalısınız. şimdiye kadar bir şirkette maaşlı çalışanın vekil olabildiğine tanık olmadım -olağanüstü şartlar hariç-)

    bir tekstil atölyesi çalışanı buhar ile çalışan dokuma tezgahını kurup çalıştırmayı başarır. sorunsuz çalışan bu cihaz sonrası atölyeden bazı çalışanlar işten çıkartılır. işten çıkarılan işçiler de soluğu tekstilciler loncasında alırlar. şikayet ederler. venedik'te çalışan alt kesim de bu cihazın kendilerini işsiz bırakacağı korkusundan dolayı ufak çaplı bir ayaklanma çıkarırlar. meclis ve lonca toplantı yapar. cihaz yasaklanır. ve bir daha bu tarz bir cihaz üretilmemesi konusunda halka güvence verirler.

    peki venedikliler bu cihazı nasıl icat etti?

    venedikliler de bu cihazı kendileri icat etmedi. aslında çok ama çok uzak bir ülkede, günümüzün endüstri devi ülkesi çin'de bir takım kıpırdanmalar 1000li yıllar civarında ortaya çıkmıştı. (tarih 700-800 veya 1100 yıllarından biri olmalı) pamuk ve ipek toptancıları bir çeşit iplik, ipliği de dokuyan bir çeşit kumaş-dokumaz tezgahını çalıştırabilecek, buhar ile çalışan cihazı ortaya çıkarırlar. tıpkı günümüzde olduğu gibi o zaman da çin, dünyanın en kalabalık ülkesidir. imparator bu cihazın işsizlik yaratacağını, zaten fakir olan halkın daha da fakir ve aç olacağı korkusuyla bu cihazları yasaklatır.

    yüz yıllar geçer aradan. çin'den alınan teknoloji venedik'te, venedik'ten alınan teknoloji de ingiltere'de kullanılır. peki ama ingiltere'de nasıl oldu da sanayi devrimi gerçekleşti?

    1500lü yıllarda ingiltere anlayacağınız dilde konuşursak toprak ağalarının elindeydi. bu toprak ağaları kapalı ekonomi ile bölgelerini yönetirdi. evet insan hakları vardı. ama bölgelerinde kaç hayvan, kaç insan olacak bu ağalar düzenlerdi.1500'lerin sonlarına gelindiğinde bu ağalar kendileri üzerinden karınlarını doyuran ingiliz köylülerden bıkmaya başladılar. bölgelerindeki köylüleri kovup, yerlerine domuz, koyun gibi hayvanlar getirdiler. hayvancılığa yöneldiler. bu ingiliz köylülerde mecburen şehirlere gitmeye başladılar. 8 çocuklu bir ingiliz ailenin, 1500'lü yılların londra'sında 10 metre karelik bir evde yaşadığını düşünün... fakirliği hayal edin.. sanayi devrimi olarak adlandırılan cihaz ortaya çıkar. dolayısıyla fabrikalar ve atölyeler. bu işsizler yığını için fırsattır. işçi sınıfını oluşturmaya başlarlar. zengin olan ağalar da bu fabrikalara koyunlarının yünlerini satarlar, etlerini satarlar, sütlerini satarlar... ağalar zenginliğini korurken, halk en azından karınlarını doyuracak bir iş bulmaya başlamıştır. hem halk kesimi, hem elit kesimi mevcut, hem de devlet. üstelik sömürgelerden de sınırsız şekilde, tüm dünyadan ingiltere'ye hammadde yağıyor.

    işte böyledir esas sanayi devrimi. çin, fakir halk ve yoğun nüfus yüzünden, venedik lonca ve işsizlik korkusu yüzünden devrimi gerçekleştirememiştir. ingiltere ise bunu başarmıştır. belki çin ve venedik'ten haberleri vardır ve bilerek tasaladılar. belki de şans yanlarındaydı. kim bilir?