mevlana celaleddin-i rumi etnosenfonik buluşma
-
bkm nin, mevlana celaleddin-i rumi nin 800. doğum yılı etkinlikleri çerçevesinde gerçekleştirdiği senfonik gösteri.
-
-
yılmaz erdoğan’ın şiir okuma kabiliyeti ile mevlana’nın dizelerinin buluşması... bence mükemmelliğe yakındır.
-
(bkz: orhan şallıel)
-
tekrar tekrar izliyorum halen doyamadım.
-
bence mevlanayı anlatmak için bu gösterinin üzerine daha güzel bir şey yapılamayacak.
-
başından sonuna kadar gerçekten müthiş bir gösteri olmuş. hazırlayanlar, uğraşanlar, emek verenler tebrik ve takdir edilmeli. yılmaz erdoğan ve mevlana şiirleri, orhan şallıel ve muhteşem orkestra gerçekten muazzam. fakat bana göre gösterinin yıldızı ziya azazi'dir. enfes ve yaratıcı dansından bir an bile gözlerinizi ayıramazsınız.
-
mevlana rolünde yılmaz erdoğan, anlatıcı rolünde de ali gül vardır.
-
vakit buldukça tekrar tekrar izlediğim güzel bir çalışma. gösteride geçen sözler şu şekildedir:
not: bazı anlayamadığım kelimeler oldu, anlayabildiğim kadarıyla salladım ya da soru işareti koydum. ilerde vakit bulunca tekrar bir düzeltme yapacağım.
kardeşim sen düşünceden ibaretsin,
geriye kalan et ve kemiksin.
gül düşünür gülistan olursun,
diken düşünür dikenlik olursun.
nereye götürür bu kervan seni böyle yalın ayak,
böyle güneş alnında, anacığının koynunda?
çok küçüksün, çok küçüksün daha.
şeyh attâr'ın feyziyle soluklandılar.
küçük celaleddin'i görünce
"çok geçmeyecek ki bu senin oğlun,
alemin yüreği yanıklarının yüreklerine
ateşler salacaktır" diye buyurdu,
ilmin yedi şehrini, aşkın yedi rengini bilen adam.
çekti bir kenara bu parıldayan çocuğu,
dedi: "bu kitap, fakirin duyduklarıdır, adı esrarnamedir."
dedi: "aramadan bulamazsın."
dedi: "en nihayet arasan da bulamazsın."
"bulmak yok o başka ama anlaşılan o ki celaleddin, sen çok güzel arayacaksın."
bunlar; şeyh attâr'ın bir balya saman uğruna katledilmesinden çok önceydi..
kervan yola koyuldu yeniden.
"işte" dedi babası "meşhur mezopotamya."
ve üç gün kaldılar masalların şehri bağdat'ta.
ardından kufe yolu.
yolun sonu belli başı belli,
el hak mekke'de, kabe'deyiz işte.
ufacık yaşta sebepsizlik aleminden hediye bir sebep işte.
kıblenin ta kendisindeyim,
içindeyim hem dışındayım hem.
nereye dönsem karşımda o,
bakmayınca görünen, çağırmayınca gelen,
susunca duyulan, iyiliğin, sakinliğin efendisi.
derken şam..
şam'da ev sahibi sıddık-ı ekber
ve hayretler içersinde bir usta şeyh daha eklenir yola
heyhat kervana bak
bir denizin peşi sıra bir okyanus gitmekte.
bu tam nereye gideceğini bilemeyen kervan,
hedefini belirledi sonunda.
yolculuk anadolu'ya
selçuklu diyarında şehri larende'ye
orda emir musa adında bir medreseye.
geldi elbet evlenme çağı,
girdi dünya evine celaleddin.
gönlü güzel, adı güzel, kendi güzel
ve şaha iki erkek evlat verecek olan
gevher banu hatunla.
dikkat buyurun baba erenler,
konya hükümdarı aileyi bizzat davet ediyor.
şehrin ortasına bir deniz,
ardında da okyanusu beraberinde getiriyor.
senin nurun diyor büyük hükümdar,
bize baştacıdır ey baheiüddin
ilminle sulansın şehrimiz.
al, hırkan bil konya'mı,
yorganın bil anadolu'yu,
şimdi buraya el verme zamanıdır.
konya, canım konya, evim, ocağım konya.
her gün biraz daha parıldar ışığı celaleddin'in
her kelimesi ayrı bir derde şifa denir etrafta.
topladığı çiçek, damıttığı baldır denir.
hem bugüne sözü var alimin hem de yarına.
o anadolu'dan şöyle bahseder bir meclisinde:
hak taala'nın anadolu halkı hakkında büyük inayeti vardır
ve sıddık-ı ekber hazretlerinin duasıyla
bütün ümmetin en merhamete layık olanlarıdır.
en iyi ülke anadolu ülkesidir,
burda her itikad diğerine saygılı,
her ibadet yenisine bahanedir.
her milletle barışık celaleddin'in
neftalayim adında musevi bir dostu
çıkar gelir günlerden bir gün.
kızlarının anası hastadır,
çareler tükenmiştir.
"senin maneviyatın güçlüdür" celaleddin usta der,
"bir bakıver kurtar onu, o giderse her şey biter."
ben ne bilir ne anlarım hekimin bildiği fenden
ama bir dostu kırmak olmaz deneyelim madem.
şirin canıma gelsin sana gelen sancılar,
gözümün nuru, kem gözler senden ırak olsun.
bedenin sağlam olsun ay yüzlü güzel,
yanımızdan eksik olmasın gölgen.
gül bahçesine benzeyen yüzün,
o gönül otlağımızın yeşilliği,
nasılsa öyle kalmalı mutlak,
her daim taze, yeşil ve ıslak.
yüksek şahsiyetler,
günde en az bir kişiyi müspet yönde şaşırtanlardır.
şaşkınlık sürerken celaleddin,
her meclisin baş köşesindedir artık,
bal dağıtır fakir fukaraya sebepli sebepsiz
ama külliyen karşılıksız.
uzak bir yerin uzak bir padişahı bir gün
camiye gidiyor namaz kılmaya
fakat padişah ya bir sürü de koruması var etrafında,
ortalığı velveleye veriyorlar,
bir kıyamet gürültü falan
bir iki fakiri de örseliyorlar.
fakirlerden biri yerinden doğrulup diyor ki
"padişahım senin camiye gidişin buysa.."
derken birdenbire bir bıçak gibi
karanlığa keser gecenin müziği.
her kötü haber gibi aceleci.
celaleddin babasını yitirdi.
alemlerin sultanı baheeddin veled
terk etti ten kafesini
uçtu sevgilisine doğru.
göz gamın ne olduğunu bilseydi
gökyüzü bu ayrılığı çekseydi
padişah bu acıyı duysaydı
göz gece demez gündüz demez ağlardı
gökyüzü yıldızlarla, güneşle, ayla ağlardı
padişah bakardı tacına, tahtına, tolgasına, kemerine
gece demez gündüz demez ağlardı
gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,
uçan kuş avlanacağını bilseydi,
gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı
uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı
zal oğlu bu zulmü görseydi
ecel bu çığlığı duysaydı,
celladın yüreği olsaydı
zal oğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı
ecel kendine bakar ağlardı
cellat yüreği taş olsa ağlardı
tabut içine gireni bilseydi
hayvanlarda bir parça akıl olsaydı
tabut omuzda giderken ağlardı
öküzler, beygirler, kediler ağlardı
ölüm acılarını gördü bu can
koyuldu işte böyle bir ağlamaya
olanlar oldu gitti dostum benim
şu dünya bir alt üst olsa, ağlasa yeri var
öylesine topraklar altında kalmışım.
dergah boştu, babasızdı
herkesin gözü onun üstünde
müritlerin gönlü onu gösteriyor ama
o herkesten çok biliyor haddini, hududunu.
babanın vasiyeti üzerine
burhanettin tirmizi "emin ol" der ona
"benden sonraki sensin,
ama git dolaş biraz daha
halep'e git, şam'a git, halep'e git
gitmeden, gelemezsin unutma,
gitmeden, gelemezsin unutma.."
şam'da bi insana rastlar.
başında bir siyah külah, cübbesi simsiyah.
ben, bende değil belki sendedir.
sende hem sen hem ben,
ben hem seninim hem benim,
bir garip hale düştüm bilmiyorum,
sen mi bensin ben mi senim.
işte o gün geldi celaleddin döndü.
artık babası gibi de hal sahibiydi.
seyit burhanettin devretti ona hırkasını
zamanı gelmişti
artık ortadaki fıkara minderine celaleddin oturacaktı
her gün bir yerden göçmek ne iyi
her gün bir yere konmak ne güzel
akmak ne hoş donmadan bulanmadan
dünle gitti cancağızım düne ait ne varsa,
şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
günlerden gene bir gün kapısını çaldı dergahın
dostu yunanlı papaz timotei
bir güzel muhabbet tutturdular.
o sevgilisini anlattı, beriki sevgilisini.
baktılar ki ikisi de aynı denize akan
iki ayrı nehre sevdalı.
sonra kendi dergahını şöyle anlattı ona:
yürü can gözünü aç şu aşıklara bir bak hele
nası gelmişler can gibi ayaksız başsız hale
gülden daha güler yüzlü onlar,
bilgiden daha doğru,
akıldan daha hünerli
selviden daha hür,
ölmezlik suyundan daha arı, daha duru,
zerreler gibi hovardalar, güneş onlara kaftan
balçığa ayak basmışlar,
baş koymuşlar gönül dizine
kanların üzerinden geçmişler,
kan denizleri dalgaları arasından
etekleri gene tertemiz, bir şey bulaşmadan eteklerine,
diken içindeler ama gül gibiler,
hapisteler ama şarap gibiler,
balçık içindeler ama gönül gibiler,
gece içindeler ama sabah gibiler,
sen onların şarabını bir iç de gör,
nası ferah olur, aydınlanır yüreğin,
birdenbire nasıl unutulur her şey,
nasıl birdenbire gözlerinin içi güler.
şemsettin tebrizi bir gece vakti konya'ya geldi
düşünde bi adres almıştı hak'tan
biri var demişti konya'da o,
"seni tamamlayacak olan"
"biri var" demişti o,
"seninle tamamlanacak olan."
"biri var" demişti o,
"seni tanımlayacak olan."
kusuruma bakmayın benim canlar bağışlayın beni
ben davullara, bayraklara aldırmayan
bir padişahın yoluna deli divane olmuşum
çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben,
çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.
hadi ben bensiz geleyim, hadi sen sensiz gel.
tenden azade ne varsa şu ırmağın içinde
soyunalım iki can, dalalım şu ırmağa hadi.
bu kupkuru yerde yakınmadan gayrı ne gördük?
bu kupkuru yerde zulümden gayrı ne gördük?
bu ırmakta ne ölmek var bize,
ne gam var ne dert ne keder.
bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
iyilikten, cömertlikten ibaret.
durma çabuk ol gelemem deme,
ne evet demek yaraşır sana ne hayır,
senin şanına sade gelmek yaraşır dostum,
senin şanına sade gelmek yaraşır.
sultan şemsi tebrizi bin suretli bir ayna oldu
mevlana celaleddini rumi için
onsuz görmez işitmez oldu
denir ki mevlana'nın gölgesi yok oldu adeta
şemsin yüzünden gelen nurla.
artık bir hücredeydiler,
tenden de candan da vazgeçmiş iki ulu insan,
iki büyük pir.
günler geceler mevsimler orada geçti.
dünya zamanında değil ahiret makamındaydılar,
içerideydiler, dışarıyı unuttular.
sevgili tutmuş yularımdan beni habire çeker,
devesini çeker gibi.
sarhoş devesini böyle nereye götürür,
böyle hangi katara?
hem canımı çiğnedi benim o hem bedenimi,
gönlümü bağladı benim o kırdı şişemi.
sevgili takar beni oltasına,
atar karaya balık gibi.
sevgili kurar gönlüme bir tuzak,
avcıdan yana sürür beni
bakarım tabiat başlar büyük işine,
bulutlar gelir uzaktan katar katar, küme küme,
bulutlar sular ovaları
bulutlar yürür dağlara doğru.
uyanır açar gözlerini gökyüzü
dalların gönlüne çeker gülün özü
baharın en güzel kokusunu.
pirin ailesi şaşkın, öğrencileri sahipsiz,
sevenleri kıskançtır.
onlar dışarıdadırlar, onlar dışındadırlar.
uzun durmaz dışında kalan elbet karşısına geçecektir.
kimdir bu adam derler öfkeyle hatta,
kimdir bu sevgilimizi elimizden alan?
kardeşim sen düşünceden ibaretsin,
geriye kalan et ve kemiksin.
gül düşünür gülistan olursun,
diken düşünür dikenlik olursun.
aya öfkelenmişim ben kapkara bir gece olmuşum
padişaha kızmışım çırılçıplak bir fukara olmuşum
güzeller sultanı gel demiş evine çağırmış beni,
ben bir yolunu bulmuşum yola baş kaldırmışım.
sevgilim baş çeker naz ederse,
damlara atar, kararsız korsa beni
bir kez olsun ah demem inat için, aha da kızmışım.
bir bakarsın altınla aldatır beni o
bir bakarsın şanla şerefle,
altın maltın istemem,
şanla şerefe hele çoktan boş vermişim.
ben bir demirim mıknatıstan kaçıyorum.
bir saman çöpüyüm ben mıknatıslara yan çizmişim.
havaya, toprağa isyan etmişim,
altı yöne, beş duyuya isyan etmişim,
ateşe, suya isyan etmişim.
öyle bir zerreyim ki artık bütün aleme isyan etmişim.
düşman saçma sapan laflar eder duyar can kulağı,
benim için kötü şeyler düşünür görür gözü.
üzerime köpeğini salar ısırır köpek ayağımı.
çok acılar çekerim çok acılar,
köpek değilim onu ısıramam, ısırırım dudağımı.
büyük kişilerin sırlarına ortağım,
gene de nah şu kadar övünemem.
bütün ayıplar bende ama
ne yapıp yapmalı ulaşmalı dostlara,
geride kalmayı kendime yediremem.
hangi ilahi aşk anlaşılmış hangi fani akılla
mısralar yine düştü mevlana'nın dudaklarına.
şems, "artık burada durulmaz." der dostuna.
acıtmaya başlamıştır gül bahçesini
dikenliklerden atılan taşlar.
duydum ki bizi bırakmaya hazmediyorsun, etme.
başka bir yar, başka bir dosttan meylediyorsun, etme.
ey ay, felek harap olmuş, ziyan olmuş senin için,
bizi öyle harap öyle ziyan ediyorsun, etme.
ey makamı var ile yokun üstünde olan
sen varlık sahasını terk ediyorsun, etme.
sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan,
sen ayın da evini yıkmayı kastediyosun, etme.
şekerliğinin içinde zehir olsa dokunmaz bize,
sen zehri şeker şekeri zehrediyorsun, etme.
harama bulaşan gözün güzelliğinin hırsızı,
ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.
aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer,
aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.
isyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil,
aşkın baygınlığıyla ne meşkediyorsun, etme.
ve gitti işte, ten ve dünya telaşından uzak sevgili.
gitti şems,
dağların dağların ardına battı güneş,
battı güneş dağların ardına.
bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin.
ayrılık atına eyer vurdun inadına.
ama bizi unutma, hatırla ama.
sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar
yeryüzünde de var, gökyüzünde de var,
eski dostla ettiğin yemini hatırla ama.
sen her gece ay deyirbisini başına yastık edince yollarda,
dizimde yattığın geceleri hatırla ama.
sen ey hüsrev'i kendine kul,
şirin gibi bir nice güzeli esir eden,
aşkının ateşiyle tıpkı ferhat gibi,
benim ayrılık dağını delmede olduğumu hatırla ama.
bir deniz kesilen gözlerinin kıyısında,
bir aşk ovasını görmüştüm hani,
safran dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaş dolaş
bunu unutma hatırla ama.
ey tebrizli şems, dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli,
benim dinim senin yüzünle övünür ey sevgili
bunu unutma, hatırla ama.
aylar yıllara kavuşur,
uykusuz sevgilisiz.
oradan buradan haber getirirler,
üstündeki çulu çıkarır haberciye verir.
derler, "mevlana bu haberlerin hepsi yalan."
"olsun" der;
"yalanına çulumu verdim sahisini söyleyene canımı vereceğim"
nerede bir topluluk görürsen tellal hiç durma bağır.
"kaçan bir kul gördünüz mü ey insanlar?" de.
"tertemiz kokan bir kul gördünüz mü?"
"ay parçası bir yüzü var, baştan başa fitne."
"savaş vakti tez gider." de tellal,
"barış vakti uysal olur." de
nerede bir topluluk görürsen tellal hiç durma bağır.
"ince boylu, güzel yüzlü, tatlı sözlü, tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü?"
"sırtında bir al kaftan taşıyor, kucağında bir rebab, elinde bir yay var." de tellal.
"çaldığı hep güzel, hep sıcak havalar." de.
nerede bir topluluk görürsen tellal hiç durma bağır.
"onun bağından bir meyve devşiren var mı ey insanlar?" de.
"onun gül bahçesinden bir demet gül deren var mı?"
iş ki çıksın biri, bir habercik getirsin ondan bana,
çıksın biri ondan bana bir şeyler desin iş ki,
söyle, verdim ona canımı gitti tellal verdim ona gitti.
bir sabah hiç belli etmeden kendini, birden bire güneş doğar;
şems yola çıkmış geliyor.
yollara sular dökün, bahçelere müjdeler edin,
bahar kokuları geliyor, o geliyor, o.
ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor.
yol verin, açılın, savulun,
yüzü ak pak, bastığı yerleri ardında gündüz gibi bırakarak,
o geliyor, o.
sen bizim yöremize varınca göreceksin ey şems,
huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak.
senin güzel gözlerin için işte canım pusuda,
rahatım kaçtı benim, geceleri uykum kalmadı ama
bak işte o güzel günler yola çıkmış geliyor.
ama bu yara iyileşecek gibi değildir.
birliğe kavuşan iki tek için huzur yoktur.
bu şems'in son gelişidir.
kimi der "öldürdüler o'nu ve o'na kanlı mintanını gösterdiler."
kimi der "böle bir şey yok, tekrar gitti şems, dönmemek üzere"
hasılı, mevlana celaleddini rumi yine yusuf'un kuyusunun dibindedir.
oraya gitme demedim mi sana?
seni yalnız ben tanırım demedim mi?
bu yokluk yurdunda hayat çeşmen benim demedim mi?
bir gün kızsan bana alsan başını yüz bin yıllık yere gitsen,
dönüp kavuşacağın yer benim demedim mi?
ben bir denizim demedim mi?
sen bir balıksın demedim mi?
demedim mi o kurak yerlere gitme,
senin duru denizin benim demedim mi?
demedim mi yolunu vururlar senin?
demedim mi soğuturlar seni?
oysa ateşin benim, sıcaklığın benim demedim mi?
türlü şeyler derler sana demedim mi?
kötü huylar edinirsin demedim mi?
ölmezlik kaynağını kaybedersin, yani beni kaybedersin demedim mi?
söyle bunları hep sana demedim mi?
kadere ve rastlantıya iman edenler bilirler ki,
gerçek görünenden daha derindedir.
gerçek içeridedir, içerideki içindedir.
kalkar ayağa pirim üstadım,
hayata karışmaya başlar yeniden.
ve derler ki bir gün tam bakırcılar çarşısından, kuyumcular çarşısına geçerken,
işte o avluda, işte tam da o sırada
olduğu yerde kalır önce sonra, dinler sesleri.
her şey dönüşüp gitmede,
kainatta her şey dönmede dönüşmede,
dönüşüp ulaşmada, dönüşüp gelişmede,
birden başlar her şey dönmeye
ve yeniden birleşene kadar döner.
başımı koyduğum her yerde secde edilen o'dur.
dört köşe ve altı bucakta tapılan o'dur.
bağ, bahçe, gül, bülbül, sema, sevgili
bütün bunlar bahane asıl maksat o'dur.
yeni hemdemi mevlana'nın, selahaddin zerkubi'dir artık.
maneviyatı çok yüksek olan bu ümmiyi
herkes bağrına basar ilklerde ancak,
mevlana'mız yine yok, yine yok
yine kapalı kapılar.
her dem ümmiyle beraber,
şems'i aratır oldu bize kader.
şems'i arar hale geldiler,
zerkubi'yi de lanetlediler.
lanetleri mi tuttu ne
bir süre sonra zerkubi'yi de ecele verdiler.
üzüntüsü büyüktü mevlana'nın.
öyle büyüktü ki mevla sesini duydu
ve ona bir teselli dost hüsamettin çelebi'yi gönderdi.
öyle bir dost ki ilhamı ona mesneviyi yazdırdı.
artık bu bedenin eski gücü kalmadı,
kalem ilk on sekiz beyitte durdu.
ancak çelebi hüsamettin yetişti.
gönlümden döktüm kelimeleri,
o da sağ olsun bir bir topladı ve yazdı.
duy şikayet etmede bu ney
anlatır hep ayrılıklardan bu ney.
der ki feryadım kamışlıktan gelir
duysa her kim gözlerinden kan gelir.
aynadır ten can için, can bahane ten için
lakin olmaz can gözü her kimsenin.
ney sesiyle tekmil hava oldu ateş
hem yok olsun kimde yoksa bu ateş.
aşk ateş olmuş dökülmüştür neye
cezvesi aşkın karışmıştır meye.
ney zehir, hem panzehir, ah nerede var,
böyle bir dost böyle bir hasretli yar?
gün geçer yok korkumuz her şey masal,
gün tamam oldu yalan yanlış bir hayal.
(bir şiiri özellikle sona bıraktık, belki beraber de okuruz diye)
gene gel gene, ne olursan ol.
ister kafir ol, ister ateşe tap, ister puta.
ister yüz kere tövbe etmiş ol,
ister yüz kere bozmuş ol tövbeni.
umutsuzluk kapısı değil bu kapı,
nasılsan öyle gel...
ek: düzeltmeler için keyleader'a teşekkür ederim. -
youtube'da görüp izlediğim ve bence son derece kaliteli olan gösteri.
o dönem biletleri ne kadardı bilmiyorum ama para verip gitmeye değermiş.
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap