• bazıları, “parti önemli değildir”, “işçilerin partiye ihtiyacı yoktur; parti bürokrasiye yol açar” vb. gibi şeyler söylüyorlar. bu ölümcül bir hatadır. uluslararası işçi hareketinin tüm tarihi devrimci bir partiye duyulan ihtiyacı göstermektedir. anarşizm hiçbir çözüm yolu öneremeyecek bir acizliğin, iktidarsızlığın dışa vurumudur. şüphesiz dürüst işçilerin ve gençlerin anarşizme yönelmesinin sebebi, stalinizme ve gerek siyasal gerek sendikal alanda varolan önderliklerin bürokratik ve sınıf işbirlikçi politikalarına duydukları tepkilerdir. bu, anlaşılabilir ama son derece hatalı bir tutumdur. kötü bir önderliğe verilecek yanıt “önderliğe hayır” değil, işçilerin davasına layık bir önderliği yaratmaktır. bunu yapmayı reddetmek, politik mücadeleden geri durmak ve “hepsinin canı cehenneme” demek çok radikal gözükebilir ama pratikte tam tersi sonuçlara yol açar. sınıf işbirlikçi politikaya karşı savaşabilmek için alternatif bir devrimci siyaseti ve bunun yanı sıra devrimci bir eğilimi oluşturmak gerekir.

    troçki bir keresinde anarşist teori için “anarşizm delik deşik bir şemsiyeye benzer, yağmur yağdığında işe yaramaz” demişti. bu iddiayı doğrulayacak pek çok örnek yaşanmıştır. en trajik olanı 1936’da ispanya’da yaşandı. cnt’li anarşist işçiler faşizme karşı mücadelede kahramanca bir rol oynadılar. temmuz 1936’da barikatları yükselttiklerinde sadece sopa, bıçak ve eski av malzemeleriyle silahlanmış olmalarına rağmen faşistleri yendiler. sovyetleri ve işçi milislerini kurdular, fabrikalarda işçi denetimini tesis ettiler. cnt ve poum (eski troçkistlerce yönetilen merkezci bir parti) barselona’daki tek güçtü. sonrasında tüm katalonya işçilerin eline geçmişti. katalonya’nın burjuva başkanı luis companys gerçekten cnt’yi iktidarı almaya davet etti! fakat anarşist liderler iktidarı almayı reddetti ve fırsat uçup gitti. hemen sonrasında bu baylar ve bayanlar burjuva halk cephesi hükümetine bakan olarak katılmakta hiç tereddüt etmediler, ki ispanya’daki bu hükümet 1917 rusya’sındaki geçici hükümet ile aynı rolü oynuyordu. bu tutum devrimin yenilgisinin yolunu döşedi. ispanya işçi sınıfı 40 yıl boyunca franco diktatörlüğü altında yaşamak zorunda kaldı.

    ancak anarşizme en vurucu yanıtı arnavut devriminin kaderi veriyor. arnavut kitleler sözde piyasa reformunun (rusya’dakine çok benzer ama ondan daha büyük ölçekteydi) çöküşünün getirdiği kâbusun sonucunda kendiliğinden isyan ettiler. ne bir örgüt vardı, ne önderlik ne de bilinçli bir plan. çıplak ellerle kışlalara hücum ettiler. ordu kardeşleşti (sadece askerler değil subaylar da), kışlaların kapılarını açtılar ve silahları halka dağıttılar. özellikle güneyde devrimci komiteler oluşturuldu ve silahlı milisler ayaklanmayı bir kasabadan ötekine yaydılar. berişa’nın yolladığı gerici güçler silahlı halk tarafından hezimete uğratıldı. kamyonlar dolusu askerin, devrimi destekleyen sloganlar atarak caddelerde dolaştığı başkent tiran’a girmelerinin önünde hiçbir engel yoktu.

    işte burada önderliğin önemi açıklığa kavuşuyor. iktidarı alma ve toplumu dönüştürme perspektifine sahip bir devrimci önderliğin olmaması sebebiyle isyancılar tiran’ı almayı başaramadılar. yerel bölgelerine geri çekilerek berişa’ya kendi güçlerini kuzeyde toparlayabilme imkanı verildi. doğan boşluğa, fatos nano’nun önderlik ettiği sözde sosyalist partinin eski stalinistleri adım attılar. doğu avrupa’nın diğer tüm eski “komünist” liderleri gibi nano da sosyalizme, hatta stalinizme dönme perspektifine bile sahip değildi. bu liderlerin hepsi “piyasa”ya ve “demokrasi”ye, yani kapitalizme kucak açıyorlar. arnavutluk’un durumunda bu aynı zamanda emperyalizme de kucak açmak anlamına geliyordu. amerikalı ve avrupalı emperyalistler arnavutluk olaylarından korkuya kapıldılar ve italya ve yunanistan’ın hizmetkârlığıyla müdahale etme girişiminde bulundular. fakat yabancıların devreye girmesi tek başına arnavutluk devrimini tasfiye etmek için yeterli değildi. bu fatos nano’nun ve sosyalist partinin eski-stalinistlerinin vazifesiydi. karşı-devrimi “demokratik” bir görüntü altında gerçekleştirerek 1918 almanya’sındaki noske ve sheidemann’la aynı rolü oynadılar. arnavutluk devrimi özellikle lenin’in ve bolşevik partinin işçi demokrasisine ve enternasyonalizme dayanan programıyla sonuçlandırılabilseydi, bu balkanlarda sosyalist devrimin başlangıcı olabilirdi. nano’nun tek bir sözü yeterliydi. kitleler hızla işi bitirecekti. bir işçi demokrasisi örneğinin, kosova, sırbistan, bosna, yunanistan ve bütün balkanlardaki işçiler ve gençlik üzerinde sarsıcı bir etkisi olurdu. yabancıların devreye girmesi diye bir sorun olmayacaktı, tersine tüm komşu ülkelerdeki gerici burjuva klikler, kendi ülkelerinde devrimlerle yüz yüze geleceklerdi. fakat fatos nano’nun böyle bir devrimi gerçekleştirmeye hiç niyeti yoktu.

    arnavutluk devriminin yenilgisi sadece arnavutluk halkı için değil tüm balkanlar için feci sonuçlar doğurdu. arnavutluk’un eski “komünist”leri, iktidarı almayı reddederek berişa’nın kendi zeminini yeniden inşa etmesi için açık kapı bıraktılar. kendisini her türden katile, hırsıza, uyuşturucu baronlarına ve çeşitli pisliklere dayandıran berişa, iktidarı almaya teşebbüs etti. bu arnavut kitlelere bir uyarıdır. o sıralar berişa, “kosova kurtuluş ordusu” denen güçleri silahlandırarak entrikalara girişiyordu. kosovalı mültecilerin yoksullaşan arnavutluk’a bugünkü göç dalgası, iç krizi derinleştirecek ve gericilik için yeni olanaklar yaratacaktır. emperyalizmin kuklası olarak hareket eden nano, nato’ya da kapıları açtı. arnavutluk’un silahlı bir taraf haline getirilmesi süreci, ülkeyi yugoslavya’yla savaşa sürükleme riskini barındırıyordu. bu durum kitleler için yeni bir kâbus olurdu. ya kurtuluş komiteleri? devrimin başlangıcında esin kaynağı olarak rol oynayan bu devrimci komiteler değil miydi? artık bu komitelere dair hiçbir şey duymuyoruz. sessizliğe ve iktidarsızlığa gömüldüler. gerçek bir devrimci önderliğin, berrak bir iktidar perspektifinin yokluğunda bu sonuç kaçınılmazdı. bu, arnavutluk devrimi için her zaman bir ölüm-kalım sorunuydu. bunu en başta söylemiştik. aynı şeyler rusya için de fazlasıyla geçerlidir. ya rus işçileri kendi güçlerine ve örgütlülüklerine dayanarak iktidarı ellerine alacaklar ya da er geç en korkunç gericiliğin yolu döşenmiş olacak. bu lenin’in 1917’de bahsettiği felâket tehlikesidir. şimdi biz de aynı tehlikeyle karşı karşıyayız. yegâne alternatif lenin’in programıdır, rusya’da ve uluslararası ölçekte sosyalist devrim programıdır.
  • şöyle "tamamen kişisel" bir tespitim var bu konuyla ilgili:

    anarşist bir çevrede iseniz; o çevrenin anarşist olduğunu bir an unutup, o çevreye istediğiniz tanımı istediğiniz "söylemi" verebilirsiniz. işin ironik ve hüzünlü yanı, o çevreyi oluşturanların pek azının liberter, çoğunun otoriter olduğunu keşfedersiniz.

    marksist bir çevrede iseniz; o çevrenin marksist olduğu her zaman aklınızda olup, bileşenlerinin -meşhur "ortodoksi" kavramıyla ilintili olarak- eleştirel, özgürlükçü, otoriter, dogmatik vs özelliklerini taşıyıp taşımadığını araştırırsınız. sonuçta, o çevreyi oluşturanların çoğunun aslında liberter olduğunu, çok azının otoriter olduğunu keşfedersiniz.

    tabi bu gözlem, sadece benim bulunduğum çevreyle ilgilidir. ancak anarşizme çok yakınlık duyan şahsım, sonuçları acıyla karşıladı ne yazık ki...
  • hakkında türkçeye çevrilmiş şöyle bir makale vardır:

    http://www.struggle.ws/…rkey/marksizm_anarsizm.html
  • marksizm bir devlet ideolojisidir. anarşizm tüm devlet ideolojilerini reddeder. anarşistler, her zaman, devleti sınıfsız bir toplum için varlığı gerekli olmayan bir yapı olarak görmüşlerdir.

    anarşist mihail aleksandroviç bakunin devletin niteliği konusunda bu düşünce ayrılığından şöyle söz eder.

    ''komünizmden nefret ediyorum; çünkü, o özgürlüğün yadsımasıdır. ve ben özgürlük olmaksızın insanca bir şey düşünemiyorum. komünist değilim, çünkü; tüm toplumsal erki devlet eline veriyor; ona göre devlet erkin merkezidir. ve erk bir sıvı gibi (akıp) yok olmaktadır. o, özel mülkiyetin devlet elinden toplanmasını gerekli görür; oysa ben, devletin toptan yıkımını arzu ediyorum ve otoritenin, insanları ahlaksal açıdan eğitmek ve medenileştirmek adına bugüne kadar köleleştirmiş, kendine tabi kılmış ve felakete sürüklemiş olan devlet vesayetinin toptan imhasını istiyorum. ben toplumun ve onun ortak mülkiyetinin aşağıdan yukarıya doğru yapılaşmasını istiyorum. kim olursa olsun herhangi bir otorite aracılığı ile yukarıdan aşağıya örgütlenmesini değil.''
  • yanlış bir şekilde leninizm ve anarşizm olarak anlaşılan siyasi mühalaza. marx partiden, bürokrasiden sözediyor mu lan?
  • iki "d" ile * benzerlik ve farklılıkları açıklanabilecek "izm"lerdir.
    temel ayrılık noktaları devlet sorunudur.
    her iki akımda kapitalizmden kurtulmak için devrim öngörür.
    ancak anarşistler toplumsal devrimde devlete ihtiyaç duyulmayacağını söyler.
    marksistler ise devleti araç olarak kullanmaktan yanadır.
    marksistlerse toplumsal devrim için öncelikle politik bir devrim aşaması öngörürler.
    devletin devrilen kapitalist sınıf üzerinde bir baskı aracı olarak ve aynı zamanda sosyalist ve komünist topluma geçiş sürecinde düzenleyici bir rolü olabileceğini söylerler.
    komünist topluma geçişin uzun sürecinin sonunda devlet kendiliğinden sona erecek ve işlevsiz kalacaktır.
  • kapıştırdığında her türlü marksizm'in kazanacağı ideolojilerdir. aslında marksizm ideoloji olmanın ötesinde hayatı yorumlama aracıdır. (bkz: diyalektik materyalizm)
  • iki ideoloji sürekli olarak karıştırılmakta ve yanlış açıklamalarla anlatılmaktadır. anarşizm sanki marxsizmin bir şartı olarak ifade edilmektedir. oysa ki anarşizm marxsizmin doğal bir sonucudur. fakat marx'ın anarşizm teorisi devleti yada adı her neyse siyasi otoriteyi silah zoruyla yada yıkıcı faaliyetlerle yok edilmesi değildir. marx'a göre (bkz: das kapital) proleterya iktidara ele alıp üretim araçlarını ve burjuvaziye ait her türlü aleti kendisine mal ettiğinde doğal olark devlete gerek kalmayacaktır.
    ancak anarşizm marxsizmin bu önerisinden bağımısız olarak devletin ve onu oluşturan güçlerin silahlı yada politik faaliyetler sonucunda yıkılması gerektiğini öngörmektedir. burada bir parantez açarak toplum olarak bizi yakından ilgilendirdiğini düşündüğüm için pkk'nın da anarşizm yolunu benimsediğini üst düzey yöneticileri tarafından yapılan açıklamalarda da görmekteyiz. (bkz: ali haydar kaytan) sonuç olarak anarşizm devlet olmayan yada adına her ne derseniz devletsiz bir sistem ütopyasını savunmaktadır. ütopyadır çünkü bakunin proudhon gibi anarşizmin fikir önderleri bile devletsiz düzenin bir ütopya olduğunu kesin olarak ifade etmeselerde gelinen nokta anlamında bunun imkansıza yakın olduğunu kabul etmektedirler. kaldı ki politik amaçlarla gerçekleştirilmeye çalışılan bir sistem yine kendi içerisinde politikaya bulaşarak devletin bir alt parantezi olarak devlet olmaktadır.
hesabın var mı? giriş yap