• insanın en değerli varlığı olmakla birlikte, karakol önüne kafanıza kurşun yiyerek kaybedebileceğiniz birşeydir. size onu kaybettiren katiliniz olay yerindne koşarak uzaklaşır ve bulunamaz.
  • dikkatsiz bir sürücünün gaza ne derece basmasına bağlıdır bazen, ucuzdur...
  • bazen piyasa degeri olan (bkz: kolelik)
    bazen kurtarilmasi icin onlarca sene universite de okunsasi gereken (bkz: kalp cerrahi)
    bazen de bitirilmesi icin sadece 4-5 ytl ve 5 dakikalik emek yeten (bkz: marketten alinan bicak) garip ve ilginc bir olgu. hayat iste nezaman ne olacagai belli olmuyor hele sozu gecen insan hayatiysa hic belli olmuyor
  • eskiden neydi tam olarak nasıl tanımlanıyordu bilmiyorum. ama artık her tür manevi değerden üstün olandır. ben dedim öyle oldu. bu bilinçten yoksun barış getirilemez. gelen şey barış değil ancak daha fazla savaşabilmek için verilen bir moladır(belki de kendini kandırmak). bir insanın ancak başka bir insanın hayatını savunma durumunda bir diğer insana fiziksel kuvvet kullanması hoş karşılanabilir. bunun dışındaki bütün durumlarda, cezalar hümanizm ışığındaki adalet duygusu ile verilmelidir.

    hayatımda hiç bu kadar içim rahat ahkam kesmemiştim.
  • türkiye'de 2010 mayıs ayı itibarıyla biçilen değer asgari on bin türk lirasıdır.

    (bkz: #19100110)
  • türkiye'de kilosu bedava olan hayattır.
    şöyle ki;

    bir insanın dünyaya gelmesi: 9 ay 10 gün
    bir insanın büyüyüp üniversiteye gidecek yaşa gelmesi: 17 yıl
    bir insanı altındaki araçla göz göre göre öldürmek: paha biçilemez pardon pardon terhis edilmekmiş...

    http://webtv.hurriyet.com.tr/…za-degil-cinayet.aspx
  • aslında bu yazıyı tam olarak hangi başlığa yazacağımı bilemedim ama sanırım burası uygun...

    ne tuhaf hayat denilen şey... beklentiler, istekler, günü getirdikleri duygular vs... hepimizin farkında olmadan her an, her saniye içinde yaşadığı binlerce karmaşa... ne için peki? hayata devam etmek, yenilik arayışı, sıkıntıya bir çare bulma umudu, aşk, nefret, şehvet, cinsellik, heyecan, başarı, arzu, istek, hırs ya da özetle beklentileri karşılamak.
    olmadığın biri olmaya çalışmak ya da sahip olmadığın, olamayacağın şeyler için koşuşturma, uğraş verme ya da merak sadece kim bilir? ama eminim sadece ben değilim bunları hisseden,yan tarafımda oturan sevgililer yada karşı tarafta locadakiler, sokaktaki dilenci, evdeki annem ya da etrafta dolaşan hoş garsonlar, hepsinin aklında olduğuna eminim. farkında olmasalarda. sonuçta hepimiz hem bireyiz hem de hayvanız aynı zamanda. kabul etsek de etmesek de... içimizdeki dürtülere gem vurmuş gibi gözüksek de aslında hepimizi gözeten onlar bir bakıma. belki o kadar bastırıyoruzki, kim olduğumuzu unutuyoruz. herşeyi... kendi öz benliğimizi, nereden geldiğimizi, nelere sahip olduğumuzu unutuyoruz.
    daha fazlasını istemekle o kadar meşgulüzki kör oluyoruz bazen... kalıplar, şekiller, beklentiler arasında o kadar kaybolmuşuzki anlayamıyoruz hayatın bize neler sunduğunu. bize gümüş kase içinde sunduğu altınları hayatın, sırf kaseye bakarak reddediyoruz çoğu zaman. mutluluğu, güveni, huzuru hep aç gözlülüğümüz yüzünden reddediyoruz. hep daha iyisini hep daha mükemmelini isterken, beklerken... geçen zamanın farkına varmıyoruz çoğu zaman. insan olmak böyle birşey bir yerde de.
    kendimizi o kadar güvence altına almak istiyoruzki bilmiyoruz, bilmek istemiyoruz önümüzde bize el sallayan fırsatları. ufak mutluluklar bizi tatmin etmiyor. aç gözlülük... ne kadar kötü. boşuna değil üç büyük dinden ikisinde, birinde de dolaylı olarak ana günahlardan biri sayılması
    aç gözlülük her bir bireyin belki de elinde olmadan yaptığı şey, tamah etmeyi bilmemek, elindekilere saygı duymamak, şükretmemek... yazık ediyoruz kısacık hayatımıza... insan dediğinin süresi kısıtlı, yaşamayacağız hiç birimiz zeus ya da thor gibi sonsuza kadar. bir süre sonra onları ayakta tutan dualar gibi bizleri tutacak bir şey olmayacak şu kısa fani hayatta. neden peki bu hep daha fazlasını istemek, çevremizdekileri kırmak?
    yedi milyar insan içinde tanıdığın belki bin kişi, önem verdiğin belki elli kişi, hayatında yer eden belki on kişi... neden kırmak peki onları neden boğmak, onları da kalıplara sokmaya çalışmak. bu kalıpları da ademoğlu kendisi yaratmadı mı, en sonunda kendine bir şekil bulup onlara uydurmak istemedi mi nihayetinde? kendi götünden uydurduğun bu şekillere herkesi uydurmaya çalışmak neden peki? sadece olduğu gibi kabullenip insanları o şekilde yaşamak çok daha rahat olmazmıydı? o zaman aynı potada eriyebilmek çok daha basit olmazmıydı? değer verdiğimiz insanlara bu zorlamayı yapmasak acaba değer verdiğimiz insanlardan biri olmaktan çıkarlarmıydı? herkesin kendi isteklerine saygı göstermeyi öğrenmek, 'hayır istemiyorum' dediği şeylere saygı duymak bizler için bu kadar zormu acaba? sanırım zor ki ne bunu yapabiliyoruz ne de bize yapabilen birisine rastlayabiliyoruz. ama kim bilir belki de hala o saf insanlardan kalmıştır ender de olsa. en azından onlar kendi benliklerini kaybetmeden önce bizlere bunun nasıl yapılabileceğini aşılasalar. gerçi onlarda hangi birimize yardım etsin... kendimizi standartlarımız içinde o kadar kaybetmişizki reddederiz onlarıda farklı oldukları için. gözlerimiz kapanır. aslında şu lanet olası at gözlüklerimizi çıkarabilsek hayatın güzelliklerini o kadar net görebileceğizki, kendimizden esirgiyoruz bunu... biz zavallılar için ne kadar acınacak bir durum bu oysaki. bir çoğumuzunda farkında bile olmadığı.
    biraz kendi otokontrolümüzü devre dışı bırakabilsek, herşeyi oluruyla yaşayabilsek, hepimiz için hayat daha rahat olurdu. beklentilerin olmadığı, anın yaşandığı bir dünya... hangi birimiz zamanı kontrol edebiliyoruz sanki. o kadar planlıyoruz ki her şeyi, en ufak bir şey beklentilerimizin dışında gerçekleşse kendimizi kaybediyoruz. beklentilerimizi karşılamak için çabaladıkça daha da dibe batıyoruz çoğu zaman, farkında bile olmadan. işin kötü tarafı ise o kadar odaklanmışızki isteklerimize, beklentilerimize farkında bile olmuyoruz incittiklerimizin, kırdıklarımızın....
    içinde kaybolabileceğimiz insanların sadece dış kabuğunu okşayabildiğimizi anlayamıyoruz. o kabukki her insan da var ince ya da kalın. kabuğun içindeki inciye ulaşmak yerine kabuğu yontmakla o kadar meşgulüzki, kabuğun o parlak inciye kadar kalınlaştığını göremiyoruz. oysa ki çoğu zaman sadece iç güdülerimize güvenmeyi öğrensek, kendimiz için herşeyi o kadar kolaylaştıracağızki. ama ne mümkün öyle bir ego ile çevrelemişiz ki kendimizi.. kaybolmuş içinde iç güdülerimiz. cılız bir sesi çıksa dahi 'sen sus ordan' demişiz heğ. sesini çıkarmaya korkar hale getirmişiz onu. en temel duygumuzu, bizi hayatta tutan, koruyan, kollayan güzdümüzü... o kaf dağının üstündeki egomuz, herşeyi bilen aklımız o kadar güzel kararlar veriyorlarki bizim için her şey daha da boka batıyor. halbuki iç güdülerimize inansak, zamana inansak herşey belkide o kadar güzel gidecekki. kimseyi taciz etmeden, özeline girmeden, rahatsız etmeden, işleri o kadar güzel yoluna koyacağızki... problemsiz yaşayabilecekken, kendimiz ama sadece kendimiz çıkartıyoruz bu problemleri. hele ki karşılıklı ilişkilerde olayı az çok tahmin edebilirsiniz zaten. savaşan iki ego, savaşan beklentiler, bir birinin yakınına bile uğramayan düşünceler... sonuç savaş tabi kii..
    empatinin kelime anlamını bilmemize rağmen bunu hayatımızda uygulayamıyoruz. komik tabiki. kendini karşındakinin yerine koymak onun gibi düşünmek... tanıdık geldi dimi bu tanım ancak kaçımız bunu uygulayabiliyoruz acaba merak ediyorum. aslında etmiyorum. çünkü uygulayamıyoruz, ben dahil. ama karşımızdakinden uygulamasını bekliyoruz hemde sonsuza kadar. neden peki bu iki yüzlülük? kendi yapamadığımız bir şeyi neden karşımızdakinden bekliyoruzki? hani nerde kaldı insan sevgisi hani nerde kaldı anlayış.. sert oldu biraz bunlar farkındayım.
    biz insanlarki, karşımızdaki insanı bizim beklentilerimizi karşılayacak materyaller olarak gördüğümüz, biz insanlarki karşımızdakinin de bir insan olduğunu unuttuğumuz sürece mutsuzluğa da, güvensizliğe de, huzursuzluğa da mahkumuz ne yazıkki....

    ps: bu yazı karinde arkadaşları beklerken ağazç olduğum sürede yazılmış olup bazı özel bölümler çıkarılmıştır:)
  • o insanın kendisinden başka herkesin; üzerinde söz söylediği, ahkam kestiği, nasıl yaşanması konusunda nutuk çektiğidir.
  • "insanın hayatı, yenileceğinden hiç şüphe etmeksizin, varolmaya çalışmak için harcanmış bir çabadır" *
  • hiçbir toprak parçasından daha değersiz değildir.
hesabın var mı? giriş yap