• ataol behramoğlu şöyle der: "herkes hayat hikayesini yazsa roman olur diye düşünür ama o kadar çok hayat vardır ki... bu düşünceye sahip olanlar hayat hikayesi dalında nobel ödülünü hayat kadınlarının alacağını düşünmezler."
    (ara: hayat hikaye*)
  • biyografi anlamına gelen edebi terimdir.
    edebiyat, sanat, siyaset, ticaret vb. alanlarda haklı bir üne kavuşmuş, tanınmış insanların hayatlarını, eserlerini, başarılarını okuyucuya duyurmak amacıyla yalın bir dille, tarafsız bir görüşle yazılan inceleme yazılarıdır.

    (bkz: biyografi)
  • her insanın bir hayat hikayesi vardır. ama bunlardan yalnız iyi yetişmiş, bir mevkiye yükselmiş, zengin olmuş, eser bırakmış, kahramanlık etmiş, topluma büyük faydaları dokunmuş hayat hikayeleri merak edilmeye değer.
    ötekilerin, yani hayatta başarı kazanamamış insanların da şüphesiz hayat hikayeleri vardır. çoğu zaman onların hayat hikayeleri berikilerin hikayelerinden belki daha çok meraklı olaylarla doludur. ne çare ki sonları parlak olmadığı için bu hikayeler dikkati çekmez ve dolayısıyla kimse onları merak etmez. insanlar daha çok yükselişin hikayesini dinlemeyi severler. çünkü hayatta herkes yükselmek istemektedir; güçlü olmak, meşhur olmak istemektedir.
  • senin yerine de sevdim ben kendimi...
    git uç istediğin yere, özgürce balık hafızanla!
    bencillik denizinde uçan sen, bencillik gökyüzünde yüzen ben...
    ufuk nasıl olsa birleştirir onları...
  • bir gerçek yaşam... ali, ayşe ile olan 8 yıllık birlikteliklerinden sonra, bir gün ayşe’ye evlenme teklif eder. ayşe teklifi kabul eder. tekliften tam 3 gün sonra, henüz 20’li yaşlarında olan ali’nin ansızın beyin damarları tıkanır, pıhtı atar ve sol tarafı tamamen felç kalır. zor günler başlar. ali’nin beyninde sürekli bir ödem olur. kafatası 1,5 sene karın boşluğuna gömülerek, beyin ödemi durdurulmaya ali hayata döndürülmeye çalışılır.

    ali hayatta şimdi ama tam olarak iyileşemedi.

    ayşe’den dinledim bu gün bu hayat hikayesini.

    hep söyleyecek bi şeylerim olurdu benim. kekeledim, saçmaladım, sustum...

    ayşe’ye söyleyecek bir şey hala bulamıyorum, ama kendime bi şeyler söyledim yine yeniden...

    “anı yaşa, anı yaşa, dolu dolu yaşa, biriktirebildiğin kadar güzel anılar biriktir. hayatın çok da ciddiye alınamayacak kadar kısa olduğunu unutma”
  • küçücük yaşlarda açtığım da gözümü tabi bir seçimim yoktu doğup doğmayacağıma dair. doğdum. bir pazar günü, kimseyi rahatsiz etmeden. öyle herkesi kosusturmadan. erken saatlerde de değil, aksam yedi bucuk civari diyelim. hatta dayım dermis ki "bu kız, kimseyi panik etmemek için herkesin tatil oldugu gün elimizi ayagimiza dolastirmadan dogdu".
    bir de anneme sorsalar, saatlerce sancı cektirmisim kadıncagiza. zavalli. oysa bana sorsalardi ben derdim ki allah askina dogurma beni ama insan seçemiyor yaşam hakkini. neyse.
    doğduktan sonra nasıl oluyor bilmesem dahi, yetiştirilme tarzimdan midir yoksa babanin o kizgin, sevgisiz tavırlarından midir bilinmez sert bir bunyeye gecis yapmışım. kimselere duygularımı gostermez ve sevgimi göstermezdim. bunun nedeni de muhtemel sevgisizliktendi bilemiyorum. beni zaten babam istememis. benden alti yas buyuk ablam var bi' tane. beni annem istemis babam kem kum etmis. belki de ablamin güzel bir cocukluk gecirmesi ama benim kötü bir cocukluk gecirmem bundandir bilinmez.
    neyse gunler gunleri yillar yillari kovaladikca hayatim beni daha sert, duvarli ve sevgisini belli etmeyen bir cocuga çevirdi. oysa bisikletten duse kalka ogrenecektim her cocuk gibi hayatimin acilarini. ama ben babamdan yediğim, kemerli/ağız burun dalmali dayaklari ile ogrendim hayatımın acilarini. henuz sekizimde, henuz on birimde yahut dokuzumda farketmez. sanki birinin ocunu alıyor gibi doverdi beni babam. mesela unutmam kemerle bir gün dayak yiyorum kapiyi kilitledi, annem kapı yumruk vuruyor ama babam beni nefessiz dövüyor. hayatimda bir bardak suya ihtiyacı olsa vermeyeceğim insanlardan birisidr kendisi. dokuz, on, on bir farketmez bir çocuk ne yapar ki boyle dovulsun? bilemiyorum herkes anne baba olmamali. yine yillar yillari kovaladi, babama nefretle ve anne/ablamla aram şu an ki kadar yakın degilken gecirilen o çocukluk sürecimde epey seyler ogrendim ki duvarlarim arşa degdi.

    henuz dort ya da besinci sinifa giderken (tam hatırlayamıyorum) , yani tahmini on bir yahut en fazla on iki goguslerim bile cikmamisken, tacize ugramaya başladım. evet, birincil yakin akrabam. yuz yuze surekli bakilan, evime girip cikan. ben ki sert ve kendini guclu yetistirmis bir çocuk sustum kaldim. ses etsem, arkamda duracagindan kesinlikle şüphe ettigim bir baba figuru vardi belki de ondan. belki de bana inanmazlar diye. bilemiyorum. cok bilemiyorum yazıyorum farkındayım ama zihnimden gecenler neyse oyle aktarıyorum devrik cumleler var ise kusruma bakmayın. belki de suan gibi ablam ve annemle yakin olabilseydim anlatirdim onlara ama iste o zaman cocukken böyle dusunemiyorsun. zihnin cok cetrefilli dusunemiyor. henuz on küsür yaslarimda başlayan bu b*ok püsür olaylar yaklaşık dokuzuncu sınıfa baslayana kadar araliksiz devam etti. yani tam 14 yasima kadar. bu süreçte belki de ilk sevdiğim adamla yaşayacağım her şeyi birinden öğrenmiştim. icten ice yikiliyordum. cocukluguma dair en mutlu anilarim, bisiklet bindiğim ve galiba sokakta tum çocuklarla oynadigimiz benim çetem ilan olarak ettiğim bebeler ile oynadığım sacma salak oyunlardi. evde hep bir huzursuzluk, disarda hep bir huzur vardi. hayat iste herkes seçemiyor demiştik. böyle sevgisiz buyumem yahut yaşadığım olaylar beni kati, sevgisini belli etmeyen her duyguyu icinde yasayan, gözyaşlarını kimseye göstermek istemeyen birine donusturmustu. (hala öyle olduğum gercegi peki? saka saka biraz biraz astim bunlari. yani, galiba.)

    kimi aile, ne kamburdur insana.
    ancak yasayan anlayabilir.

    liseye geçtiğimde, lise birin sonunda aşık oldum. iste sevdigim adamdi. aman tanrimdi. tacizlerim azalmisti, belki de artık cok gormuyordu beni ve aile sürekli bir araya gelmiyordu ondandi bilinmez.
    cok sevdiğim adam ile dort yıl süren ilişkimde kotu biri oldugumu soylemeden edemeyeceğim.
    birine guvenmek, herkesi ilk guvenecegin adam olan baban gibi değerlendirmek ne kötüydü.
    düşünüyorum da bazen,
    ah be.
    sevgisizlik ne kötü.
    sevgisiz buyutulen cocuklar.
    yaralarim derindi, ancak ilk sevdiğim adama bunu gostermemistim. yalnizca birbirimizi dışarıdan seviyor gibiydik benim detaylarıma girmeden.
    lise sona henuz yaklaşmistim ki sevdiğim adamla olan aptal sebeplerden dolayi bile isteye ayrıldım.
    oysa hakettigi bir şey yoktu. neyse.

    bitmişti lise, onlisans hayatima henüz merhaba diyecekken lisede ki aşkımla olan o ayrılık yeniden alevlendi. ve yeniden beraberdik. bu sefer bir farklaydi. sempatikadin artık adaletli birey olmaya baslamis ve pislik tavırlarıni, haksizlik olduğunu düşündüğü hareketleri bırakacaktı ve bıraktı da. sempatikadin duvarlarını lise hayati boyunca indirmedigi adama indirmişti. hep boyledir ya. bu sefer de adam kotuydu. öç muydu? bilinmez. adam bir gecenin sabahında sempatikadini, tıpkı zamanında yaptığım gibi terketmisti. ne yazikti.

    bunca zamandir kimseye gözyaşlarını göstermeyen biri olarak iste herkes görmüştü. biri için ağlamıştım, duvarsizdim. ve ablam karsimdaydi. henuz on sekizimdeydim.
    o sabah durdum düşündüm, icimden tekrar ettim
    "allah, herkese ettiğini yasatmadan oldurmezmis"

    zamanlar geçti. ask hikayelerim böyle böyle gitti.
    çok sevildim, çok sevdim. iliskilerim inişli çıkışlı, dogru olmadi hiçbir zaman ama cok sevildim ve sevdim bu doğru. ancak farkettigim şuydu insan sevgisiz büyüdüğünde,
    onu degersizlestirmeden, yaralarini saracak el ayak olacak, bakışından ne istediğini anlayabilen, sevgisini üstünden eksik etmeyen, yorulmayacagi biriyle olmak istiyor ve sevmek istiyordu.
    toplamda yirmi dort yıllık yasantisinda kime gonul verdiysem sirtimdaki yukleri almalarını beklerken ben bir de onlarin yüklerini sirtlaniyordum. ve onlarin hayatını yola sokuyordum, kimse de bana sen neden boylesin demiyordu. birisi hariç. onu tenzih etmeliyim. icimde ki taciz edilme duygusunu herkesten sir gibi saklayip yirmi bir yasimda ablama haykirdigimda bu yükle nasıl yasadin diye sorduğun da aklımdan geçen tek şey suydu, sevdigim gonul verdigim hicbir insan yukumu almak için el uzatmamisti.

    hayatım boyunca, çok güzel güldüğümü soyleyen sevgililerim ya da arkadaslarimin farketmez arkasinda duran o acıları görmesini bekledim yalnizca. kimse anlamadı. icimde yaşadığım her duyguyu kendimce yaşadım. hatta tacizlerimi, ablamdan sonra ilk defa yeni birine ve evlenme planı kurduğum sevdigim adama beni anlamasi icin aglayarak haykirdigim da put gibi durup bes dakika sonra başka işle meşgul olacak kadar merhametsizdi mesela. ve inanin bana ben bu adama tam uc kere yenilerek gonul verdim. ne yazık. sevgisiz büyümüş kalbim, merhametsizliklerle de bogulmustu simdi de.
    sevmek böyle bir şeydi iste. sevilmek istediğin de sana dort elle sarılmalari gerekirken olmuyorlardi.

    velhasıl kimse yüklerimi omuzlayip benimle el ele yurumedi hep bir fazla yara actilar ve yuk bindirip gittiler. sevgisiz büyümek, yuklerle buyumek yetmiyor gibi sevgisiz evlerde olan duyguları, kavgalari toplamakta yirmi yasimda omuzlarımiza kalmisti. bu detaylara girmiyorum bile, daha detaya girersem zaten burasi olur yuz sayfa. yirmi dört yaşında girmediğim detaylarla anlattığım hayat hikayemde durup düşünüyorum da,

    size nefes olup, sevgisizlikliginde bogmayacak, saracak, anlayabilecek insanlar ile tanisin. ister sevgili, ister eş, ister arkadas farketmez. sevgisiz buyuyen bir çocuk olarak eksikligini hissettiğim bu kısmı yaralarima üfleyen, benimle beraber acıma ortak olacak cok az birey oldu. yirmi dört yasimda kiminize gore verdiğim detaylara gore yasadigim bir hic oldugunu bilsem dahi ve hatta yasayack daha agir seylerim olduğunu tahmin edip bildiğim halde bazen insanin icinde bulunan bu boşluk ve boşluğu hep boslukta birakan insanlarla dolduruyor olması, yasama hevesini kiriyor. ama yine de direniyoruz bunca sevgisizligin, kotulugun, merhametsizligin, bencilligin orta yerinde.
    dunyada!
    kiminiz belki bu ne uzun ya diyip gececek, kiminiz okuyacak ve acimi benimle hissedecek bilinmez ama tek bildiğim şudur,

    mutsuz evliliklerle sarılmış, sevgisiz çocuklar büyütmeyin. ve birine yara değil yara bandi olun.

    bu basliga yazma sebebim olan şu entry;
    ustteki entry

    bu entryi okuduğumda anı yaşamak icin durdum düşündüm. aysenin acısını hissettim. anı yaşamak icin heveslendim hemen.
    ani yaşayacak halimiz kalmiyor bazen lakin yine de deneyelim.
    size nefes olacak, sevgisiz bırakmayacak, merhametli es/dost/sevgili her kimse onlarla beraber olun.

    mutlu kalin,
    en azindan deneyin.
    umutlu kalin,
    denemeyin yapın!
    ve sevgiyle sarhos olun..

    bi' minik sempatikadin, acilariyla sunar.
  • hepsi bir sonla başlar ve bir başlangıçla biter.
  • 'oohoo ben bir kitap yazsam var ya, roman olur roman' cümlesini biliriz. hepimizin bildiği meşhur bir cümle.

    bilmiyorum olur mu roman..
    bazen hayat 5 cümleye de sığabiliyor.
    hatta 3 kelimeye sığdığı bile olabiliyor, julius caesar'ın veni vidi vici'si gibi.
    güneşin açtığı bir gün yolda bisikletteydim.
    mahallemizin kırmızı köprüsünden geçerken birden bir melodi çalındı kulağıma. melodi zaten taa öteden duyuluyordu ve yaklaştıkça melodinin türkçe türkü olduğunu anladım. kendi halinde türkü söyleyen bisiklette bir amca türküsünü söyleye söyleye kendi temposunda gidiyordu. yanından yayalar, motorsikletliler geçiyor, ama o kendi dünyasında türküsünü söylüyordu. bu arada çok da güzel söylüyordu. yetişmem gereken bir yer olduğundan kendisinin yanından hızlıca geçtim. geçerken kendisine baktım ve içimden gülümsedim, ama tabii beni farketmedi. ben öne geçtim bisikletle geçmesine ama kulağım türküde. hızımı kestim ve kesinlikle bir iltifat etmem gerek dedim. amca yanıma yaklaşınca bisikletiyle 'çok güzel söylüyorsun amca'' dedim. ay bir sevindi, 'sen türk müydün?' diyerek güldü. o sevinince ben de sevindim. türküyü tam sahne kıvamında söylediğini söyledim. bisiklet üstü bir konuşma yaşadık sonrası ve hikayesini anlattı. taverna'da çalışmış garson olarak 10 sene, istanbul'da. her gün garsonluğun yanı sıra 1 saat sahne almış. sonra hollanda'dan bir kızla evlendirmişler ve 32 yılını bu ülkeye vermiş. eşi vefat etmiş 11 sene önce, 'ama iki tane 'kaaskop' var' dedi, (kaaskop burada yaşayan yabancılar tarafından hollandalılara verilen isim: peynir kafa). 'oğullarım burada doğdu diye ben de onlara kaaskop diyorum' dedi ve güldü.

    türkiye'ye gitme planları yapıyor, emekli olmasına 6 ay kalmış.
    'aslen bayburtluyum, ama ankara'da hep yaşadım, burayı da hiç sevemedim kızım' dedi ve 'böyle türkü söylemezsem patlıyorum iyice' dedi.
    'tekrar alışabilecek misin amca' dedim, 'türkiye'de değişti çok..'
    'aman be kızım' dedi 'eşim, dostum, akrabalarım hepsi orada. 32 sene burada sap gibi yaşadım. peynir ekmek yerim gene mutlu olurum' dedi.
    köprünün sonunda ben sağa, o sola ayrılırken 'türkü söylemeye devam et ama'' dedim.
    'devam kızım, o hep devam' dedi.
    el salladık, ayrıldık.

    insanlar, hayatlar, insanlar...
    bazen çok yaşadık gördük deriz de, aslında hepimiz kıpkısa hikayeleriz.
  • her insanın kendisine ait özel bir hayat hikâyesi vardır. lakin, tüm insanların bu fani dünyada geçirdiği hayat hikayesi, ahiretteki sınav ve de sonsuz hayat öncesi yapması gereken ve de kaçınması gereken olaylar bakımından ortaktır. zengin veya fakir dahi olsanız örneğin sabırlı olmalı, haram olarak örneğin zinadan kaçınmalıyız.
    cenâb-ı hak buyuruyor:
    bismillahirrahmanirrahim

    “şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmal ediyorlar.” (insân, 27)

    rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:

    “akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. âciz kişi de, nefsini duygularına tâbi kılan ve allah’tan dileklerde bulunup duran (bunu yeterli gören) dır.” (tirmizî, kıyâmet 25. ibni mace, zühd 31)

    dünya hayatındaki ilâhî imtihanların ders kitabına gereken ciddiyet ve gayretle sarılmıyor, onun içindekilerle amel etmiyor; fânî hayatın câzibelerine aldanıp ebedî hayata lâyıkıyla hazırlanmıyorlar.

    hâlbuki insanın tefekkür etmesi gerekmez mi ki, cenâb-ı hak onu önce anne karnında, bir su torbasında kanla besledi. sonra hayat süreceği dünyayı, onun yaşayabileceği şekilde düzenleyip tanzim etti. saymakla bitiremeyeceği kadar nîmetler ihsan buyurdu. bütün bu nîmetlerin mukâbili olarak insandan sadece rabbine “kulluk”ta bulunmasını istedi.

    neticede, inanan-inanmayan her insan bu dünyayı bir gün mutlakâ terk edecek. fânî hayat çarşısının en son giysisi olan kefen, bir gün mutlakâ herkesi saracak ve ölüm vâkıası, bütün fânî alışverişlere, zevklere, câzibelere, aldatıcı yaldızlara iptal mührünü vuracak!.. insan, son nefesiyle bu dünya devre-mülkünden çıkıp bambaşka bir dünya olan kabir âleminin yolcusu olacak…

    kur’ân-ı kerîm’de ve hadîs-i şerîflerde haber verildiği üzere, insanın kabir hayatı, dünyadaki yaşayışına göre şekillenecektir. allâh’ın rızâsına uygun bir hayat yaşayanlar için kabir, cennet bahçelerinden bir bahçe; hayatını allâh’a itaatsizlikle geçirenler içinse cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır. (tirmizî, kıyâmet, 26.)

    lâkin sonsuz rahmeti gereği cenâb-ı hak, o hayatın nasıl olacağını ve orası için neler hazırlamak gerektiğini, kullarına kitapları, peygamberleri, ilâhî kudret ve azametin bu cihandaki sırlı nakışları vasıtasıyla haber vermiştir. bu beyanlar, insanların dünyada edindikleri intibâlarla anlayabilecekleri seviyededir. âhiret âlemine dâir bu beyanların hakîkî mâhiyeti, o âleme geçildiği zaman anlaşılacaktır. bu durum, aynen anne karnındaki çocuğun dünyaya âit mâlûmâtının çok sınırlı olmasına benzemektedir.

    insan için, kabir yolculuğundan sonra, hesapla birlikte, ebedî bir hayat başlayacaktır. bu ebedî «âhiret hayatı» da yine insanın dünyadaki mânevî hayatına göre şekillenecek, ya sonsuz bir saâdet, ya da sonsuz bir hüsran ve azap olarak tecellî edecektir. o gün cenâb-ı hak, dünyada işlenen büyük-küçük bütün amellerin kaydedildiği bir kitabı insana verip:

    “kitabını oku! bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin kâfîdir!” buyuracaktır. (isrâ, 14)

    insanın gördüğü bu manzara karşısındaki hayreti de, âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilmektedir:

    “…«vay hâlimize! derler, bu nasıl (dehşetli) bir kitapmış! küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (işlediklerimizin) hepsini sayıp dökmüş!»…” (kehf, 49)

    işte ölüm ve ötesine dâir bu meseleler, öteden beri insanoğlunun zihnini ve kalbini çok meşgul etmiştir. zihinlerde âdeta zehirli bir yılan gibi çöreklenen ve kımıldadıkça insanı tedirgin kılan “ölüm” ve “sonrası”na dâir sualler, -vahyin ve peygamberlerin irşâdından uzak kalanlar tarafından- her devirde türlü bâtıl telâkkîlerle susturulmak, bastırılmak ve şuuraltına hapsedilmek istenmiştir. hâlbuki herkesi, “hayat” mûcizesinden daha müthiş ve ateşli bir girdap hâlinde saracak olan “ölüm” vâkıası, bu dünyada -istisnâsız- bütün başlara çökecek olan en çetin bir istikbâl sürprizidir. (osman nûri topbaş, genç dergisi, ekim-2012)

    hasan-ı basrî (ks)’un ömer bin abdülaziz hazretlerine söylemiş olduğu şu sözler, gönüllere nakşedilmesi gereken ne müthiş bir nasihattir:

    “izzet ve celâl sahibi allah seninle olunca, kimden korkuyorsun!.. eğer allah seninle değilse, o vakit de kime ümit bağlayacaksın!..”

    cenâb-ı hak, bizi nefsimize bırakmasın. bizleri, ebedî ve gerçek hayata dâir ilâhî îkazları can kulağıyla dinleyip hâl ve hareketlerini buna göre tanzim eden gerçek akıl sahiplerinden eylesin…

    âmîn…
  • mükemmel kadını arayan adam

    - yaşlı adam, arkadaşıyla sohbet ediyordu.
    - arkadaşı ona, “bu yaşına kadar niçin hiç evlenmedin?” diye sordu.
    - adam da, “mükemmel kadını arıyordum” dedi.
    - arkadaşı, “ ee koskoca dünyada mükemmel kadını bulamadın mı” diye sordu.
    - o da cevaben, “bir keresinde hindistan ziyaretimde, çok güzel bir kadınla karşılaşmıştım ama kültürlü biri değildi. onunla konuşacak çok şeyim yoktu. daha sonra japonya'da çok kültürlü saatlerce sohbet edebileceğim bir kadınla tanıştım ama o da güzel değildi” dedi.
    - arkadaşı, “ee yani mükemmel kadını bulamadın mı?” diye sordu.
    - “buldum buldum” dedi yaşlı adam. “italya'da hem çok kültürlü hem de çok güzel bir kadınla tanıştım.”
    - arkadaşı merakla, “ee ne oldu peki, onunla niye evlenmedin?” diye sordu.
    - “çünkü o da mükemmel erkeği arıyordu” dedi yaşlı adam.
hesabın var mı? giriş yap