• 1948 kayseri doğumlu yazar, araştırmacı.

    2002 yılında ötüken neşriyattan çıkarmış olduğu kanatsız kuşlar şehri eseri ile o yıl tyb ödülünü kazanmıştır.

    basılan diğer eserleri;

    hoşçakal şehir
    ha bu diyar
    bu taraf anadolu
    kayıp yüzler
    türk düğünü
    gül ayinleri
    afşar ağıtları
    yurttaş sokak
  • 30 temmuz 2015 günü hakka yürüyen güzel insan.
  • kemeraltında bir sahaf dükkanın en alt raflarının bir tanesinde olmuştu ilk tanışıklığımız. bütün güzeller gibi o da bütün yükü omuzlarında taşırcasına en altta idi. şehir ve şehre dair ne varsa içmek istediğim dönemler. diğer eserleri için çok adımlar attım, aradım. sonrasında adımlar sayısınca dua ettim, iyi ki yazmış dedim. kayseriye yolu düşürüp elini öpmek istemiştik, nasip değilmiş vakıf olamamıştık.

    ve bugün gazetede ölüm haberini okudum, allah gani gani rahmet eylesin.

    kendisi gibi yine bir şehir bekçisinin kaleminden uğurlama yazısı ;

    '' kanatsız kuşlar şehri, gül âyinleri, hoşçakal şehir, bu taraf anadolu, afşar ağıtları, kayseri şairleri gibi kitapların yazarı emir kalkan geçtiğimiz perşembe günü hayatını kaybetti. eserlerinde ömrünün önemli bir kısmını geçirdiği kayseri'yi, memleketinin insanlarını ve aşkı anlatan kalkan'ı, arkadaşı ahmet turan alkan'ın yazısıyla uğurluyoruz.

    bir köy öğretmeni... karlar eriyip yollar açıldığında maaşını almak için üç ayda ilçeye inebilen; maaşının çoğunu defter, kalem, tebeşir, çocuklara ilâç, ayakkabı, çanta için harcayıp dolu kucağıyla yeniden heyecanla köyüne koşan bir öğretmen.

    işte bu öğretmeni âmirleri nihayet tam otuz sene onu ödüllendirmiş olmak için dağ köylerinden indirip bir ilçeye tayin ediyorlar. o devirler, köylülerin kasabalıların çocuklarını okutmak yerine “davar gütsün, tarlada-tapanda işe yarasın, harmana yardımı dokunsun, hiç değilse bir işin ucundan tutsun” diye okuldan uzak tuttuğu zamanlar.

    bizim öğretmen okulda yarıdan ziyadesi boş derslikleri görünce, sokaklarda öğrenci aramaya koyuluyor; rica, minnet, tehdit, ikna; aklına gelen, gücünün yettiği ne kadar bildiği yol varsa harekete geçirip mektebi şenlendiriyor. olan yine mütevazı maaşına oluyor tabii; önlük, çanta, kitap, ayakkabı, kimin ne ihtiyacı varsa öğrencilerine selsebil ediyor maaşını, gençliğini, emeğini, ömrünü...

    derslikler derseniz yine virâneden biraz hâllice ama yine de duvarlara sakız gibi beyaz badana çekiyorlar. tabanlar tahta ama tertemiz. sıra yok diye dert etmiyorlar; yere oturup öyle yapıyorlar dersi. velâkin, ilçeye tayin olunduktan sonra bizim öğretmende yeni merak uyanıyor. hayret! eskiden pek aldırış etmezdi ama ilçeye ineliberi evden konserve tenekelerine tutturulmuş fideler, saksılar getirmekte... önceleri pencere kenarına dizerdi, şimdilerde pencerelerde yer kalmayınca sağa sola zemine de çiçek saksısı koymaya başladı!..

    çiçek bu, bakım ister. elinde uydurma bir ibrik sık sık suluyor çiçekleri. öyle suluyor ki, -dikkatsiz midir, yaşlanmış mıdır bilinmez?- kaplardan taşan sular pencere kenarlarına, taban tahtalarına yayılıyor, ortalık neredeyse göle dönüyor.

    bir, üç, beş, fakat işin tadı kaçıyor; şikâyet, tutanak, ihtar, müfettiş. valiye gidiyor iş, tekdir, üstüne maaş kesintisi, hiç aldırmıyor bizim öğretmen. deli gibi çiçek suluyor her gün, dershane değil sanki limonluk âdeta. aldırmıyor, “hoca, nedir derdin; nedir bu çiçek takıntısı” diye soranlara kısaca,

    -seviyorum çiçekleri, deyip geçiyor.

    vakti gelince “tamamdır” deyip emekliye ayrılıyor öğretmenimiz. pılı-pırtısı toplayıp memleketine dönüyor fakat ellisinden sonra âniden depreşen bu çiçek merakı, eskiye göre sanki biraz yatışmış gibidir!

    bir gün eşi diyor ki öğretmene, “sen eskiden deli gibi çiçek yetiştirir, sabah-akşam sulardın; ne oldu, neydi o meselenin aslı?”

    anlatıyor. “öğrencilerim kalabalıktı, sınıfta yeterince sıramız yoktu. yazma dersinde yere diz çöküp oturur evden getirdikleri fasulye taneleriyle yazmayı öğrenirlerdi. bir çocuğum vardı, on yaşında bir kız çocuğu; arefe. çelimsiz, hasta bir çocuk. arefe'nin, ondan başka kimsenin bilmesini istemediğim ama tedavi edilmesi gereken bir derdi vardı. yavrucak nerdeyse her gün ikinci derslerde altına kaçırırdı. arkadaşları bir fark etseler, bu mâsum kusurunu ömür boyu başına kakıp alay edecekler, belki bu yüzden arefe okulu bile terk edecekti. çok üzülüyordum...

    sonunda kendimce bir çâre buldum. o uğursuz saatin yaklaştığını hissettiğimde hemen çiçek sulama ibriğini kapıp sınıftaki çiçekleri sulamaya başlıyor, hatta bu arada işi biraz abartarak zemine de su döküyordum ki yavrucağın kusuru ıslanan zeminde kaybolup gitsin, kimseler fark etmesin.”

    ***

    yukarda anlattığım hikâyeyi ben yazabilmiş olmayı isterdim. yazarının adı emir kalkan. kayserili. bu adamın hikâyeciliğine imreniyorum, hatta kıskanıyorum desem daha doğru. birbirinden güzel 8 eseri yayınlandı bugüne kadar: kanatsız kuşlar şehri, gül âyinleri; sonra hoşçakal şehir… ardından, bu taraf anadolu, sonra afşar ağıtları, kayseri şairleri, 20. yüzyıl türk halk şairleri antolojisi. kayıp yüzler, onun beşinci hikâye kitabı. hikâyeyi o kitaptan “çaldım”, hikâyenin adı “çiçekler”.

    ***

    yukarıda, yakın dostu dursun berkok'un çektiği son fotoğraflarından birini gördüğünüz ve bir hikâyesini size özetlediğim yazar emir kalkan, geçtiğimiz perşembe günü memleketi kayseri'de hakk'ın rahmetine kavuştu. mekânı cennet olsun. memleketin yüzakı evlatlarından biriydi. er kişiydi. şâhidim.

    ahmet turan alkan ''
  • "bir gün olsun, bir şiirin dizesinde, bir şarkı nağmesinde, bir mızrap inlemesinde şahlanmadan mı pörsüyüp gidecek yüreğiniz? bu zavallı beyni, bu zavallı kalbi, bu zavallı gönlü hiç mi eskitmeden götüreceksiniz toprak altına?

    sizin yüreğiniz hiç mi esrimeyecek? böyle odun gelip, odun mu gideceksiniz? sizin bu dünyada bir nakşınız, bir aksiniz, bir iziniz, bir eseriniz, söylenmiş bir sözünüz olmayacak mı? öldüğünüzün ertesi günü hiç mi fark edilmeyecek yokluğunuz?" diyen, göçüp gitmiş bir adam.

    "yaşamaktan bıkmış gibi
    uçtu kanat takmış gibi
    bir varmış, bir yokmuş gibi
    'emir' geldi, 'emir' gitti" *

    ölmeden kısa bir süre önce de "ben hiç korkmadım ölümden, benden zayıf, benden zavallı insanlar yapabiliyor bunu, ben mi başaramayacağım, dedim. herkesten güzel ölürüm ben, sessiz ölürüm, bir kuşun havalanması gibi bir ağaçtan, birden kanat çırpar kaybolurum. hiçbir şey eksilmez dünyadan, yine sular akar, yine bağırır sütçü, yine sobalar tüter, kimse ağlamaz arkamdan." demiş.

    tanıyanlar "iyi bilirdik" diyorlar, allah rahmet eylesin.
hesabın var mı? giriş yap