• tam adı 21. yüzyıla girerken dünya ve türkiye gündeminde islam olan trajikomik ömer dinçer çalışması. hangi kaynaktan elime geçtiğini ne yazık ki hatırlayamasam da, bu yazı, ayetullah dinçer'in 19-21 mayıs 1995 tarihlerinde sivas’ta aynı başlığı taşıyan sempozyumda yaptığı konuşmadan alınmış daha sonra bilgi ve hikmet dergisinin güz 1995 sayı 12 ‘de yayınlanmıştır. şaka gibi ama bu sözlerin sahibi halen başbakanlık müsteşarı ve kamu yönetimi reformunun mimarı*

    islam bir hayat tarzıdır ve hayatın bütün yönlerini kapsayan bir sistemdir. bu sistemin; siyasi, sosyal, kültürel, iktisadi vb. alt öğelerinden söz edilebilir. başka bir ifadeyle islam, bir bütündür ve karşılıklı bağımlılık ve etkileşim içinde olan öğelerden oluşur. daha üst ve genel bir kavram olan islam’ın bir alt öğesiyle zikredilmesi –yani siyasal islam, kültürel islam, sosyal islam şeklindeki ayrımları- o’nun kapsamını daraltır ve bütünlüğünden koparır. her bir alt öğeyi diğerine karşı bağımsızlaştırır ve nihayet birden çok islam varmış gibi bir sonuca götürür. siyasi islam kavramı, netice itibarıyla, islam’ı siyaset karşısında marjinalleştiren, onu olduğundan daha dar gösteren bir yaklaşım sunuyor.

    sanki birbirinden farklı iki tane islam varmışcasına siyasi islam ve kültürel islam denilirken, bugün modern devletin bize aşılamaya çalıştığı veya dayatmaya çalıştığı şeriatçılık ve müslümanlık gibi iki farklı kavramın teorik temellere oturtulması düşüncesi yatıyor gibi geliyor bana. dolayısıyla bu kavramları kullanırken, çok dikkatli olunması gerektiği düşüncesindeyim.

    islami hareketleri veya islami gelişmeleri tarif ederken, siyaset öncelikli islami hareketler ya da kültürel öncelikli islami hareketler kavramlarını kullanmak daha doğru olur. siyasi öncelikli islami hareketler aslında devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek, toplumda değişikliği sağlamaya yönelik hareketler olarak ifade edilebilir. karar gücünü elinizde bulundurursanız birtakım değişimleri bu karar gücüyle gerçekleştirmeye çalışırsınız. bunu, siyasi öncelikli hareket olarak, bizim ülkemizde refah partisi’yle tarif etmemiz mümkündür. bunun dışında kültürel öncelikli islami hareketlerden bahsedecek olursak; onları da daha ziyade islam’ın önemini, yüceliğini vurgulayan, ibadet ve siyasi yönü olmayan yönleri üzerinde duran bir hareket olarak düşünebiliriz. bu da evrimsel bir değişimi gündeme getirir. aslında doğrudan doğruya karar gücü üzerinde herhangi bir hak talep etmeden toplumda bir değişikliği esas alır. bu tip bir hareket için de ülkemizde daha çok fethullah hoca ve nurculuk hareketini, süleymancılık ile gönüllü vakıf ve tarikatların hareketlerini bu gruba dahil edebiliriz. şimdi doğrusunu söylemek gerekirse, bizim ülkemizde bu hareketlerin geleceğinin nasıl olacağına dair birkaç hususun altını çizmek istiyorum. hepimizin malumu olduğu gibi, özellikle sanayi toplumlarının oluştuğu safha içerisinde ortaya çıkan bürokratik mekanizma, diğer batı toplumlarından farklı bir şekilde bizim ülkemizde aynı zamanda modernleşmeyi sağlamak üzere gündeme getirilmiş bir yönetim biçimidir.

    bütün batı ülkelerinde aslında bürokrasi sanayi toplumunu oluştururken rasyonelliğin ve verimliliğin sağlanmasına yönelik hazırlanırken; bizde ise, bundan biraz daha farklı olarak doğrudan doğruya modernleşme hareketinin bir aracı olarak düşünülmüştür. bürokratik devlet veya modern devlet kurulduğu dönemlerde bizim ülkemizde ve hatta anadolu’nun küçük şehirlerinde bile balolar tertip edilmiş, dans partileri verilmiş ve bürokratların tamamının buna katılması sağlanmıştır. çünkü öyle bir hayat tarzı öngörüyordu bürokrasi. veya bizim kendi müziğimiz yasaklanırken, diğer taraftan batı musikisi ya da senfoni orkestraları, anadolu’nun şehirlerinde gezdirilerek vatandaşlara zorla dinlettirilmiştir. ve o dönemden bugüne kadar geçen süreç içerisinde gerçekte islam’a yönelik olarak modern devletin bizlere birtakım dayatmaları da olmuştur. şeriata karşı olmak ama müslüman kalmak bunun en önemli boyutlarından bir tanesidir. bu arada ifade edilen şey gerçekte islam’ın kültürel bir hareket olduğunun vurgulanması ve ondan ibaret kalması şeklindedir. eğer siz karar verme hakkını talep etmiyecekseniz, yaşama hakkına sahipsiniz demektir.

    bir an için, siyasi öncelikli islami hareketlerin iktidara geldiğini düşünürsek, sözkonusu bürokratik mekanizmanın kullanılması durumuyla karşı karşıya kalınacaktır. modern devleti, islam’a tercüme ederek kullanmaya kalkışmak veya bürokratik mekanizmada yer alacak memurları dindar insanlardan seçmek devletin yapısını, islam’ın öngördüğü yapıya kavuşturur mu? aslında bu tür bir eğilimin, islami bir iktidarı değil, beşeri yanı ağır basan bir iktidarı öne çıkaracağı kanaatindeyim.

    modern devletin islam’a tercüme edilerek kullanılması bizim açımızdan önemli mahzurlar doğuracaktır. çünkü, bugünkü bürokratik mekanizma doğrudan doğruya dayatmacı bir mekanizmadır. topluma tepeden, yukarıdan aşağıya bir değişimi öngörmektedir. sizin bu mekanizmayı ele geçirdiğiniz takdirde toplumda bir değişmeyi başlatacak olmanız, tıpkı daha öncekilerin yaptığı gibi totaliter bir değişmeyi öngörür. halbuki islam’ın buna cevaz vermediğini ve islam dininin bir hoşgörü dini olduğunu, sevgiye dayalı olduğunu, herkesi kucakladığını ve dayatmacı olamayacağını hepimiz biliyoruz. öyleyse, türkiye’deki siyasi harekete öncelik veren islami grupların nasıl bir devlet ve toplum yapısını ortaya koyabileceklerini bir an önce ve de iktidara gelmeden önce tanımlamaları gerekmektedir. bunun ötesinde, şayet bu toplum içerisinde devleti yapısal olarak yeniden tanımlamadan iktidara gelinecek olursa, önemli sıkıntıların yaşanacağından endişe ediyorum. ama bütünüyle bunun ihmal edilmiş olduğunu da düşünmüyorum.

    kültürel öncelikli islami hareketlere geldiğimiz zaman, bunların şimdilik karar vermek için herhangi bir talepte bulunmadıklarını görüyoruz. belki bu boşluğu refah partisi dolduruyor; ama şayet bu parti olmasaydı, islam’ı öğrendikçe göreceğimiz şey şuydu: islam bir bütündür ve hayat tarzıdır. siyaseten de karar gücüne yönelik hareketler yapmak zorundaydı.

    günümüzde insanların kararlara katılma ihtiyacı daha çok artmıştır. sanayi toplumunun etkisiyle kültürel hareketlerin zaman içerisnde siyasi taleplerinin de olabileceğini varsaymamız gerekiyor.

    bugünkü bürokratik yapı o zaman kültürel hareketler için şunu vaz’edecektir:

    1. “müslüman kimliğini bırak, siyasi güçte karar mercii olarak yer al.” islam bunu asla kabul etmez. bu riyakar bir tavırdır ve kimlik bozulması demektir.
    2. ya da “tamamıyla siyasetten uzak kal” tavrı olacaktır. öyleyse “siyasetten uzak kal” tavrı ortaya konulduğunda dayatmacı bir tavırla karşı karşıya olduğumuzu görmemiz mümkündür.

    konuşmamızın bu kısmında, tüm dünyada meydana gelen değişmelerle ilgili bazı tesbitlerde bulunmak istiyorum. o da değişme ve gelişmelerle ilgili.

    son zamanlarda dünyada meydana gelen değişmelerin karşısında üç genel başlık altında, üç genel değişmeden veya sonuçtan bahsetmemiz mümkündür:

    bunlardan ilki küçülme temayülüdür. sürekli değişen ve gelişen teknoloji ve özellikle haberleşme-ulaşım teknolojisinde meydana gelen değişmeler ve gelişmeler, bütün devlet yapısından herhangi bir küçük organizasyona, işletmeye veya bir vakfa kadar pek çok kurumu da kendisine uymaya zorlamaktadır. tabii sürekli değişim karşısında ona sürekli uymak zorunda kalan birimlerin her biri büyük yapılar olması halinde uyum sağlamakta zorluk çekiyor ve dolayısıyla küçülme temayülü taşıyorlar. özellikle ekonomi dünyasında işletmelerin her biri bu değişikliğe uyabilmek için kendilerini daha küçük yapılara dönüştürmeye başladılar.

    ekonomi dünyasındaki küçük yapılara dönüşme, aslında sanayi toplumunda oluşan mail ve hizmet üretiminin merkezileşmesi fikrinin veya uygulamasının tam tersi olarak adem-i merkezi bir sonuca doğru bizi götürmektedir. dolayısıyla artık önce ekonomi dünyasında başlayan adem-i merkezileşme ve toplumun daha alt birimlerine yetki verme temayülü giderek sosyal ve siyasal hayatımızda da kendisini göstermekte, böylece dolayısıyla devlet yapısının da değişmesini ve hatta birtakım fonksiyonlarını özel sektöre ya da üçüncü sektöre devretmesini gerektirmektedir.

    şimdi buradan hareketle baktığımız zaman aslında sanayi toplumunun bizim için başlangıç safhası diyebileceğimiz 1900’lü yılların başlarında kurulan türkiye cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden özellikle devletçilik ilkesinin artık günümüzdeki bu değişme ve gelişmeler karşısında zayıfladığını ve hatta etkisinin kaybolduğunu görüyoruz. dolayısıyla bugün devletçilik düşüncesi veya uygulaması yerine devletin fonksiyonlarının yeniden tanımlandığı ve adem-i merkezi bir yapının oluşturduğu bir geçişe ihtiyaç duyulmaktadır.

    yine başlangıçta kurulurken ortaya atılan cumhuriyet ilkesinin de zayıfladığını ve işlevini kaybettiğini görüyoruz. halk için ve halk adına yönetim diye tarif edilen cumhuriyet kavramının aslında artık bizim için çok fazla bir mana ifade etmediğini söylememiz de mümkündür. insanlar giderek daha çok demokrasiyi, daha çok katılımı ister hale gelmişlerdir. bununla birlikte halk adına yönetim yerine, halkın bizzat kendisinin yönetimi daha çok ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır.

    ikinci sonuç ise rekabetin uluslar arası bir nitelik kazanmasıdır. özellikle iktisat dünyasında ortaya çıkan değişme ve gelişmeler, ülkelerin sınırlarını zayıflatmış ve rekabeti ulusal boyutlardan çıkararak uluslararası bir şekle dönüştürmüştür. tabii rekabet uluslar arası bir hal aldıktan sonra da her bir ülkenin kendi başına ayakta kalması ihtimali zorlanmaya başlamıştır. bu sebeple ülkeler bölgesel işbirlikleri kurma çabalarını arttırmışlardır. atlas ülkelerinden nafta, amerika, kanada ve meksika işbirliği, avrupa birliği’nin ortaya çıkışı ve nihayet pasifik ülkelerinin biraraya gelişi ile ilgili bölgesel işbirliği çabaları yoğunlaşmıştır. rekabetin uluslar arası hal almasıyla ortaya çıkan bu büyük değişmenin bizim ülkemiz açısından da birtakım zorluklara yol açtığını söylememiz mümkündür.

    globalleşen dünyada, birtakım bölgesel işbirlikleri yapılırken, bir taraftan ulus devletlerin gücü zayıflamakta, öte yandan bu devletlerin yönetim anlayışı ve uygulamalarını değişmeye zorlamaktadır.

    gerçekte globalleşme, evrensel bir kültür ve hayat tarzı empoze etmeye başladı. birleşmiş milletler bunun evrensel ilke ve amaçlarını tanımlamak için çaba sarfediyor. ancak, globalleşme tüm dünyada kendini hissettirmeğe başladığı andan itibaren varlığını sürdürebilmesi için başka bir kutbun ortaya çıkışına zemin hazırlamaktadır. veya başka bir kutup kendisini koruyabilmek için kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. bu da mahalli kültürdür.

    dolayısıyla globalleşmenin olduğu her yerde mahalli kültürlerin gelişmeye başladığını görüyoruz. bizim ülkemiz söz konusu olduğunda ise mahalli kültür islam’dır. globalleşme ne kadar artarsa islamlaşma da o kadar çok artacaktır. böylelikle varlığını hissettirmeye başlayacaktır. nitekim hissettirmektedir de. öyleyse, türkiye’nin bu durumu farkederek, gerekli düzenlemeleri yapması gerekir.

    rekabetin uluslararasılaşmasıyla bir başka husus da milliyetçilik ilkesinin zayıflaması ve anlamını kaybeden bir ilke haline gelmesidir. uluslar arası iş birlikleri aslında başlangıçta ekonomik bir ilişki ile başlarken giderek siyasallaşmakta ve ulusal devlet fikri yerine daha çok bölgesel devletlerin oluşturduğu bir yapıya dönüşmektedir. dolayısyla türkiye cumhuriyeti’nin öngördüğü ulusal devlet yahut milliyetçilik esaslarına dayalı devlet fikri yerine uluslar arası işbirliği yapan ve belki de siyasi olarak bütünleşen ülkeler söz konusu olmaya başlamıştır.

    türkiye açısından bunu söz konusu ettiğimiz zaman, uluslararası ilişkilerde genellikle iki tür temayülün olduğunu görüyoruz. bunlardan ilki “adriyatik’ten çin seddine kadar” diye tarif edilen türk dünyasıyla birleşmeye yönelik bir temayüldür. diğeri ise tüm islam dünyasını bir araya getirme çabasıdır. doğrusunu ifade etmek gerekirse, ben bu iki temayülün de bizim için birer kızılelma olduklarını düşünüyorum. gerçek olmasından ziyade ulaşılması gereken uzun vadeli bir misyon olarak değerlendiriyorum; ama türkiye’nin daha reel daha gerçekçi politikalar belirleyebilmesi için kendi bulunduğu coğrafya üzerinde kısa vadeli planlar ve politikalar geliştirmesi gerektiği kanaatini taşıyorum. bu açıdan bakınca osmanlı coğrafyası belki de bugün türkiye’nin artık çok aktif bir şekilde politika belirlemesi gereken bir alan olarak karşımıza çıkıyor.

    son değişme ve gelişmeler karşısında ortaya çıkan üçüncü tesbit ise, özellikle insanlarda bağımsızlık duygusu temayülünün artmasıdır veya devlet yönetimine yönelik olarak katılma taleplerinin çoğalmasıdır. yine bunu aslında ilkeler açısından gözönüne aldığımız takdirde türkiye’de cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerinin islam’la bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyorum. böylece türkiye cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı daha adem-i merkezi, daha müslüman bir yapıya devretmesi zorunluluğu ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum.

    bu bakış açısından hareketle, dünyadaki değişme ve gelişmeler karşısında, “türkiye ile dünyadaki islami hareketlerin geleceği nasıl olur?” sorusuna aşağıdaki gibi bir cevap vermek mümkün olur:

    siyasi öncelikli islami hareketler açısından dünyaya baktığımız takdirde birtakım gelişmelerin olduğunu görmemiz mümkündür. bunları gruplandıracak olursak afganistan, pakistan ve cezayir siyasi öncelikli islami hareketin başarıya ulaşamadığı ülkeler olarak değerlendirilebilir. iran, malezya ve sudan ise gelecekte belirsizliklerin olduğu ülkeler olarak tanımlanabilir. afganistan’daki siyasi gelişme, daha çok milliyetçilik temayülleri taşımakta ve kültürel öncelikli islami hareketlerin olmadığı bir görünüm arzetmektedir. hatta bu ifadeyi yukarda saydığımız ülkelerin tümü için de söylememiz mümkündür. istisna olarak belki pakistan’ı bunların dışında tutmak mümkün. tebliğ cemaati ile cemaat-i islami hareketlerinin hem kültürel öncelikli hem de siyasi öncelikli hareketleri kapsadığını söyleyebiliriz; ama aralarındaki inanılmaz kopukluk sebebiyle cemaat-i islami’nin özellikle ziyau’l-hak hareketiyle gerçekleştirdiği faaliyetlerin sonunun gelmemesi, bizim için ders alınması gerekli bir gelişmedir. nitekim bugün orada 9 tane islami hareket bir araya geldiği halde butto’ya yetişememektedir. iran’ın, malezya’nın ve sudan’ın ise umutla beklediğimiz ama belirsizlik ifade eden bir yapısı vardır.

    kültürel öncelikli hareketler açısından baktığımızda mısır’daki ihvan-ı müslimin hareketi ve daha sonra onun bölünmesiyle ortaya çıkan akımların çok etkin sonuçlar aldığını ifade etmek de zordur. türkiye’nin tüm islam ülkeleri içerisinde çok önemli bir yeri bulunduğunu ifade etmemiz doğru olur, kanaatindeyim. çünkü hem kültürel öncelikli islami hareketlerin yoğun bir şekilde uygulandığı ve ön planda olduğu, hem de siyasal öncelikli islami hareketlerin yine etkin bir şekilde bulunduğu ve iktidara doğru yürüdüğünü görmemiz mümkündür. her ikisindeki gelişme de paraleldir. 1980’li yıllardan sonra birbirine karşı kapalı olan bu hareketlerin açıldığını ve etkileşim halinde olduklarını görüyoruz.

    sonuç olarak, türkiye’deki islami hareketlerin bizim açımızdan toplumsal bir değişimi sağlayabilmesi için üç temel şartının bulunduğunu söylemek mümkündür. bugün nasıl bir devlet ve toplum istediğimizin çok net ve açık bir şekilde tanımını yapmak zorundayız. bu tanımlamanın aslında kafamızda çok net ve açık olduğunu ve bunun için az-çok hazırlıklı olduğumuzu biliyorum, ama topluma yansıtma konusunda eksiklerimizin olduğu kanaatini de taşıyorum. öyleyse bu, tüm topluma duyuracak bir mekanizma ile ulaştırılmalıdır. ikincisi türkiye’deki kültürel öncelikli islami hareketlerle siyasi öncelikli islami hareketlerin karşılıklı ilişki ve etkileşimlerinin yeniden tanzim edilmesidir. eğer bu iki hareket bütünleşmiş bir halde devam ettirilebilirse, türkiye’de islam’ın hiçbir ülkede görülmemiş bir şekilde, sağlam bir temel üzerinde gelecek vaadettiğini ifade edebiliriz.

    nihayet türkiye’nin bölgesel işbirliği yapmasıdır. özellikle islam dünyası tarif edilirken çok genel ve çok soyut olarak ifade edilmektedir. böylesine geniş ve soyut bir kavramla bizim tahliller yapmamız ve bunlar üzerine yorumlar getirerek daha gerçekçi politikalar üretmemiz söz konusu olamaz. ben kendime göre, islam dünyasını 5 bölgeye ayırdım:

    1. güney asya ve pasifik ülkeleri: bunlar içerisinde şimdilik biraz daha iktisadi gelişmesini tamamlamış ve iktidarda islami bir partinin bulunduğu ülke olarak malezya var. afganistan’da ise siyasi hareketlerin islam adına gelişme gösterdiğini söylememiz mümkün.
    2. kafkasya ve orta asya ülkeleri: maalesef burada çeçenistan’daki sıkıntıları, zulmü ve diğer orta asya ülkelerindeki yapıyı hepimiz biliyoruz. siyasi öncelikli de olsa kültürel öncelikli de olsa elle tutulur herhangi bir hareketin olmadığını, özellikle kültürel öncelikli hareketin başlangıç aşamasında olduğunu görüyoruz.
    3. afrika ülkeleri: bunlar içerisnde mısır ve sudan’ı zikredebiliriz.
    4. balkanlar ve ortadoğu ülkeleri: bunlar en reel politikaların gerçekleşeceği alan olarak gösterilebilir. türkiye cumhuriyeti’nin de dış politikasını belirlerken balkanlar ve ortadoğu’ya yönelik gerçekçi ve kısa vadeli politikalar ortaya koyması gerektiği kanaatindeyim.
    5. müslüman azınlıkların bulunduğu ülkeler: buralarda da kültürel faaliyetleri devam ettirmemiz mümkündür.

    netice itibarıyla ülkemizde islam adına, buradaki halkın eski gücünü ve onurunu kazanabilmesi adına büyük bir enerji birikimi söz konusudur. türkiye’nin değişimi ve dünyada yeni bir güç olarak ortaya çıkabilmesi, bu biriken enerjiyi kullanabilmesine bağlıdır. eğer bugünkü bürokrasi, bu dinamizmin önünü tıkamayıp yönlendirecek olursa, türkiye çok büyük umutlar vaadediyor diyebiliriz. aksi halde, kötü günler devam edecek demektir. bu enerjiyi, iktisadi alanda kısmen kullanabilen t. özal’ın başarısı, varsa eğer, burada yatar. bugünkü refah’lı belediyelerin başarısının arkasında yine bu enerjiyi görmek mümkündür. başarıyı refah’lı başkanların sadece kişiliklerine bağlamak doğru olmaz, aynı zamanda halkla içiçe olan belediyelerin halkın gücünü ve desteğini almış olmalarında aramak gerekir. ancak, iktidara gelmek yolun sonu değildir. yeni bir başlangıçtır. iktidara gelince yapılması gerekenler bitmiş gibi düşünülürse, islam iktidara geliş aracı gibi kullanılmış, istismar edilmiş gibi olur. iktidara gelince de, tüm dünya müslüman olsa da, düşmanlara karşı üstünlük sağlansa da, müslümanın kavgası münkere, harama ve kötüye karşı devam eder.

    aynı enerjinin dünya için de söylenebileceğini ifade edelim. islam dünyasında bugün gerçekten bir enerji birikmiştir ve bu enerji, tıpkı bizdeki bürokratik yapıda olduğu gibi, merkezi yönetimde olduğu gibi, dünyaya hakimiyet kurmuş olan ve yeni dünya düzeni’yle kendilerini tasnif ve tavsif edenlerin aslında dünyadaki islami gelişmelere engel olduklarını görüyoruz. bu engel oluşlar devam ettiği müddetçe islami hareketlerin bir patlama yapabileceğini söyleyebiliriz. eğer önü açılmayacak olursa yeni dünya düzeni de tıpkı türkiye’deki islami gelişmeler karşısındaki bürokratik mekanizma gibi aynı sonuçlarla karşı karşıya kalacaktır.
hesabın var mı? giriş yap