• bir edip cansever şiiri:

    sanki bir öyküm varmış, herkes bir öykü bilir de ondan
    benim öyküm yok
    çayımı içtim, ekmeğimi unuttum, dik bir yokuşu usulca indim
    kıyıya vardım, denize dokundum, bir süre boşluğa baktım baktım baktım
    sabahın ilk saatleri, dedim, kendi kendime
    ince bir aydınlık daha yoğun bir aydınlık tarafından kovalanıyor
    dedim ve çiçekler kendi renkleri tarafından
    kovalanıyor
    ve taşlar bir katılıktan başka bir katılığa o kadar çok geçiyorlar ki
    kumlar, kumların üstünde ufacık kurtlar
    bir görünmezlikten bir görünürlüğe adım adım
    durmadan geçiyorlar ki, ben bunları görüyorum
    görüyorum da bir yana, kendimi itiyorum kendimi sıkıştırıyorum ortalığa
    ve büyük bir şekilde bağırıyorum: senin korkun insanın korkusudur eyüp
    eyübün korkusudur
    -evet anlıyorum-

    anlıyorum da bir yana,sorduğum en derin şeydir eyüp
    sorduğum en derin şeydir ve korkum nedir
    dışımdan bana doğru büyüyen bir takım adamlar gezinir
    başı boş bir atın ayak sesleri gezinir içimde
    anlamı bir gibidir,anlamı bir gibidir
    beni kimse bulamaz
    beni kimse bulamaz, ben kendimi ayrı tutarım, eyübü
    çünkü
    ben onu ayrı tutarım
    nasıl derseniz, yeşil bir misinam vardır yeşil bir misinam vardır yeşil bir misinam vardır
    dediğim kadar da uzundur
    ben onun bir düğümünü çözerken o bir deniz dibinden doğmuş gibidir
    ben kendimi çözerken?..

    çıktım. sabahın ilk saatleri. gizlene gizlene kıyıya vardım
    denizi geçtim, kayalar bir iki üç halinde arkamda kaldılar
    belki de olmadılar,sonrada hiç olmadılar
    bir yelkovan sürüsü, bir sis bulutu
    yavaşça geçtilerse de yanımdan
    ben sordum:doğanın akıl almaz bir görünümü olabilir mi bu korku
    o benim korkum
    olabilir mi
    bilemem,kendimle konuşuyorum şimdi ve yüksek sesle
    bunu böyle yapmasam o anda kıyamet kopacak gibime geliyor
    yani yok olmam ve çıldırmam gerekecek
    bana öyle geliyor
    ve yatay bir düzlük içinde yüksele yüksele
    denize uzuyorum
    ben denize uzadıkça da kocaman bir eyüp oluyor deniz
    kim bilir, bu da bir saklanma biçimi -belki-
    ya da ben kendimi ayrı tutmaktan o kadar çoğalıyorum ki
    saklanıyorum böylece
    sulardan ve beyaz martı göğüslerinin izlerinden
    başkaca bir şey kalmayınca ortalıkta
    diyorum: geldim
    ayrıca bunu gövdemdeki bir yol alıştan da anlayabilirim
    bir iki daha çekiyorum kürekleri, seslenerek
    dur şimdi eyüp! duruyorum, dinlerim ben eyübü
    ayağa kalkıyorum
    önce bir kerteriz tuttur! tutturuyorum, bir düşle bir başka düşün kesiştiği bir yerden
    ve kürekleri bırakıyorum kendime sokularak
    seni hiç bulamazlar
    beni hiç bulamazlar,eyübü
    bir yunus sürüsü geçiyor, bir karabatak havalanıyor
    ve ipler halka halka denize akmaya başlayınca
    eyüp!
    -evet anlıyorum-

    bir korku ne de olsa bir korkudur, diyorum
    eşyalar ve şekilsiz insanlar halinde
    insanlar ve şekilsiz eşyalar halinde
    ben bunu biliyorum
    bilince de diyorum, karım beni arıyordur şimdi de
    üç çocuğumla beni arıyordur
    ve benim korkum eyübün korkusu olduğuna göre
    eyüp!
    -evet anlıyorum-
    ve birden hatırlıyorum kendime görünerek
    yüzleri nasıldı, biliyor muyum
    hayır ,size yemin ederim ki bilmem
    daha doğrusu bilemem, çünkü ben evlenmedim
    eyüp hiç evlenmedi
    yani
    böyleyken korkuyorum , çarşıdan geçemiyorum
    eyüp! eyüp! eyüp!
    dönüp arkama bakamıyorum, oltalarımı eskitemiyorum
    ve sorarsam ben soruyorum:eyüp ne haber?
    ne olsun, yok işte, bulunamıyorum.

    onlar beni bulamaya dursunlar, ben bazı kağıtlar buluyorum
    eve dönüyorum ya, bir de bakıyorum taşın üstünde
    birtakım renkli kağıtlar
    bazen de bir zarfın içinde, üstünde pullar ve mühürler olan
    kocaman bir eyüp yazan en üst köşede
    korkuyla bakıyorum
    bakmamla yırtmam bir oluyor. sonra bir güzel çukur kazıyorum
    dolduruyorum çukurun içine onları
    bulamasınlar diye eyübü
    ne olur bulmasınlar
    ama hiç bulmasınlar, olur mu
    sağ elimde bir sakatlık var,onu da
    sapsarı dişlerimi, göz beyazlarımı
    bulsalar ne yapacaklar
    bulsalar?..
    bunu korkuyla söylüyorum ve yüksek sesle, bir kalabalığa dalıyorum
    ikiye,üçe, sonra tekrar ikilere,üçlere
    dağılan bir meydanın ortasında ben
    ve olanca eyüplüğümle işte
    ve kimseye sezdirmeden çevremi kolluyorum.

    yarısı kopmuş bir hayvan kabartması görüyorum bir binanı üstünde
    anlaşılması güç bir acının boşluğunda etkinliğini deniyor
    denedikçe de
    ben anlatmaya yetiştiremiyorum anlatılmazımı
    yetişemiyorum
    demek oluyor ki, benim hızım başkalarının hızı değildir. öyleyse
    beni kimse bulamaz
    saat desem; meydan saati- zaten işlemiyor
    işlemeyince de
    her şey bir ıssızlığın içinde. bir de bu 'her şey'
    soruyormuş gibi bir ıssızlık diliyle
    öyle mi
    bir yanıt:evet öyle.

    iki tel parçası yalnız taş kabartmanın üstünde
    iki tel parçası ve
    zorlanmaz bir şekilde katılaşıyor boşluk
    gittikçe katılaşıyor
    ve bir köstebek gibi dolaştırıyor beni içinde
    alışıyorum buna da, kimse kimseye bir şey sormuyor
    neden mi, bilmem ki, sormuyor işte
    mesela bir çocuğun dondurmasını düşürüyorum yere, gidip bir yenisini alıyor
    sonra bir daha düşünüyorum, düşüren ben değilim de sanki
    ve düşen dondurma değil de
    her şey hiç kımıldamadan öyle duruyor
    yalnız durmak da değil, soruyor bir beton heybetiyle
    öyle mi
    bir yanıt: evet öyle

    bulsalar?.. şunu anlıyorum ki kimse kimseyi bulamaz
    bulmak istese bile
    bulamaz
    ama ben oltacı eyüp olduğuma göre, bulunmasam da
    eyübüm gene
    eyüplere bölünmüş bir eyübüm ben
    gece
    fenerimi yaksam mı, karanlığımı
    bekleyip dursam mı öylece.

    çağrılmayan yakup, dökümcü niko ve arkadaşları
hesabın var mı? giriş yap