hesabın var mı? giriş yap

  • tek bir açıklamayla izahi mümkün olmayan, katliamların sebebinin neredeyse parametre yığınına döndüğü facia. belçikalı yöneticilerin hutu ve tutsileri ayrı kimlik kartları taşımak zorunda bırakmaları, birbirinden ayrı iki kitle oluşturmaları ve bunun soykırıma olan etkisi biliniyor. ancak meseleyi salt ırki bazda açıklamak, altyapı-üstyapı ilişkilerinden yoksun bir açıklama olur, eniştemi yorgan sandım der dururuz. özellikle de sözkonusu olan, bütün ülkenin zamanla büyük bir tarlaya dönüşmesi ve toplum içerisindeki çatlakların artık dayanılmaz boyutlara taşınması ise, tek bir açıklama getirmek oldukça zor. afrikanın en yoğun nüfus oranlarını barındıran ruanda ve burundi gibi ülkeler için karışıklıkların olması beklenebilir bir realite. ayrıca soykırımın sadece tutsileri kapsamaması, ülkenin %1'ini oluşturan ve tehdit olarak görülmeyen pigmelerin de katliama uğraması düşündürücü. fazlasıyla malthusçu görünmek istemem ama ülke kaynaklarının sabit kalırken nüfusun fazlasıyla arttığı bir bölge için malthusçu bir yorumun da eklenmesi kaçınılmaz. kendisi artık fazlasıyla meşhur oldu gerçi, ama jared diamond'ın kitabından bir alıntı yapalım*:

    "kuzeybatı ruanda'da olup bitenler özellikle çok şaşırtıcıydı. bu bölgede neredeyse herkesin hutu olduğu ve yalnızca tek bir tutsi'nin bulunduğu bir topluluk bulunuyordu, yine de burada bile hutu'nun başka hutular tarafından katledildiği kitle halinde katliamlar gerçekleşti. "nüfusun en az %5'i" olarak tahmin edilen bu bölgedeki oransal ölüm miktarı, ruanda'nın geri kalanındaki orandan (%11) daha düşük olmasına rağmen, neden bir hutu topluluğunun, etnik motiflerin bulunmadığı koşullar altında neden kendi üyelerinin %5'ini öldürdüğünün bir açıklaması olmalıydı. 1994 yılındaki katliam devam ettikçe ve tutsilerin sayısı azaldıkça, ruanda'nın başka bölgelerinde hutular birbirlerine saldırmaya başladılar."

    "iki belçikalı ekonomist, catherine andré ve jean philippe platteau tarafından detaylı şekilde çalışıldı. platteau'nun öğrencisi olan andré, durumun daha da kötüye gittiği, ancak soykırımın patlak vermediği 1988 ve 1993 yılları arasında bölgeye yaptığı iki ziyaret sırasında burada tam 16 ay kaldı. bölgedeki hane halkının büyük bir çoğunluğuyla görüşmeler yaptı. bu iki yılın her birinde görüşmeler yapılan her bir aile için, evlerinde kaç kişinin yaşadığını, sahip oldukları toplam toprak miktarını ve üyelerinin çiftlikteki işlerinden kazandığı toplam gelirin miktarını tespit etti. aynı zamanda toprak satışları veya transferlerinin ve arabuluculuk gerektiren anlaşmazlıkların da bir çizelgesini yaptı. 1994 yılındaki soykırımdan sonra, hayatta kalanlardan gelecek haberlerin izini sürdü ve hangi hutunun, bir başka hutu tarafından öldürüldüğüne ilişkin herhangi bir kalıp teşkil etmeye çalıştı. andré ve platteau daha sonra bütün bunların ne anlama geldiğini çıkarmak için bu veri yığınının üzerinde birlikte çalıştı. "

    "1988 yılında milkare başına 1740 kişi; 1993'te bu sayı 2040'a çıkmıştı (bu değer dünyanın en yoğun nüfusa sahip tarımsal nüfusu olan bangladeş'in değerinin bile üstündeydi.) bu yüksek nüfus yoğunlukları çok küçük çiftlikler anlamına gelmekteydi; 1988 yılında ortalama bir çiftliğin boyutu yalnızca yaklaşık 3.5 dönümdü, bu sayı bile 1993'te 2.88 dönüme düştü. her bir çiftlik (ortalama) 10 ayrı parsele bölünüyordu, öyle ki çiftçiler 1988 yılında yalnızca 0.36 dönüm ve 1993 yılında ise 0.28 dönüm gibi anlamsız küçüklükteki parselleri sürmek durumunda kalıyorlardı... daha büyük çiftliklerden elde edilen daha fazla çiftlik dışı gelir yoğunluğu, kanama toplumunun zenginler ve fakirler arasında giderek daha artan şekilde bölünmesine zenginlerin daha zengin ve fakirlerin daha fakir hale gelmelerine katkıda bulundu... zaten çok küçük olan ve umutsuzca daha küçük toprağa ihtiyaç duyan küçük çiftlikler, çiftlik dışı gelirleriyle satın almalarını finanse eden büyük çiftliklere toprak satarak fiilen daha da küçülüyor."

    ayrıca açılan toprak davalarının yoğunluğu ve yıllara göre artışı da ilginç. cosby ailesi albümünün kana bulanmasının öncesinde arkaplanı hazırlıyor:

    "her iki bilgi kaynağına göre, en ciddi çatışmaların kökeninde topraklarla ilgili anlaşmazlıklar yatmaktaydı; çatışma ya doğrudan bir toprakla ilgiliydi (tüm vakaların %43'ü) veya nihayetinde bir toprak anlaşmazlığından kaynaklanan koca/karı, aile veya kişisel anlaşmazlıklardı... veya bu anlaşmazlık yerel olarak "açlık hırsızları" olarak bilinen, neredeyse hiç toprağı ve çiftlik dışı herhangi bir geliri olmayan ve başka seçenekleri olmadığından çalarak geçinen çok fakir insanlar tarafından yapılan hırsızlıklardan (tüm anlaşmazlıkların %7'si ve tüm hane halkının %10'u) kaynaklanmaktaydı."

    peki iç savaş patlak verdiğinde kuzey batıdaki kanama bölgesinde ne olur? tahmin edileceği üzere andré'ye rapor verenlerin %5.4'ünün öldüğü anlaşılır. bu muazzam rakam içerisinde ise sadece bir tek tutsi vardır. gelir eşitsizliğinin ve toprak mülkiyetindeki adaletsiz koşulların sonucunda bölge halkına savaş çıktığı sırada gelirlerini artırmak için emsalsiz bir imkan doğar. gérard prunier'in röportaj yaptığı ve savaşta tüm ailesi yok edilen bir tutsi öğretmenin söyledikleri düşündürücüdür:

    "çocukları okula yalın ayakla yürüyerek gitmek zorunda kalan insanlar, kendi çocuklarına ayakkabı alabilecek durumda olanları öldürdü."

  • lösemi hastalığını yeni atlatan arkadaşım, "sohbet ortasında hastaneye gitmem lazım aşı olucam" dedi. hayırdır ne aşısı dediğimde hepatit aşısı cevabını verdi. meğerse vücuttaki kan yenilendiği için, bebekler gibi belirli aylarda aşı olması gerekiyormuş. kanseri atlattıktan sonra yeniden doğmanın hakkını veriyorlar.

  • tarihin en uzun ve en kısa savaşlarının hikayeleridir.

    en kısa savaş; birleşik krallık ve zanzibar arasında 27 ağustos 1896 yılında gerçekleşen savaştır. 38 dakika sürmüştür. nedeni; ingiliz destekli sultan'ın ölmesi ve ardından tahta geçecek oğlunun devrilerek yeğeni olan halid bin bargaş'ın geçmesi ve adadaki britanya etkisini sonlandırmak istemesidir. ingilizler 27 ağustos 1896'da sabah 9'da ateş açmıştır. sultan'ın silahlı yatı glasgow kısa sürede batırılmıştır. düşmekte olan saray ve artan ölü sayısı nedeniye bargaş hızlı bir şekilde alman imparatorluğu konsolosluğuna sığınmış ve geri çekilmiştir. açılan ateş 38 dakika sonra sona ermiştir. sonuçta bargaş düşmüş, yerine ingiliz destekli hamud bin muhammed gelmiştir.
    kaynak

    en uzun savaş; üç yüz otuz beş yıl savaşı'dır. 1651-1986 arasında olmuş, hollanda ile scilly adaları adaları arasında gerçekleşmiştir. 1986'de bir barış antlaşması imzalanmasıyla bu savaş son bulmuştur. ilginç bir şekilde, savaşta herhangi bir çatışma olmamıştır. nedeni; ingiltere iç savaşı'na dayanıyor. kraliyet taraftarları, parlamento taraftarları tarafından yenilerek geri çekilmişler ve ingiltere'nin güneyindeki cornwall bölgesine kaçmışlardı. daha sonra burasının da ele geçirilmesi sonucu, kraliyet taraftarı john granvill ve adamları, scilly adalarına kaçmak zorunda kalmışlar. hollanda ise bu savaşta parlamenterlerden yana idi. bu yüzden bu adaya sığınmış john granvill'den savaş tazminatı istemişler ancak ret yanıtı almışlar. bunun üzerine hollanda bu adaya savaş ilan etmiş. ancak kısa bir süre sonra parlamenter güçler adada da hakimiyeti ele geçirdi. bundan sonra ise her iki taraf savaş halinde olduğunu neredeyse unutmuş oldu.

    1985 yılında scilly adaları konsülünde başkan ve aynı zamanda tarihçi olan roy duncan, bu garip durumu farketti ve hollanda'nın londra'daki elçiliğine müracaat etti. yapılan araştırmanın sonucunda her iki tarafında teknik olarak hala savaş halinde olduğu ortaya çıktı.
    bunun üzerine hollanda büyükelçisi jonkheer rein huydecoper, adaları ziyaret etti. taraflar 17 nisan 1986 yılında, 335 yıl sürmüş olan bu savaşa son vererek barış anlaşmasını imzaladı.
    kaynak

  • köpek dişleri olan tek otoburlar biziz bu durumda. gözlerimizin de yine otoburlardaki gibi yanda değil, diğer etoburlardaki gibi yüzün önünde olması falan komple yanlış olmuş o zaman. ilginç.

    ekleme: bu arada fırsat buldukça bahsettiğim bir şey var; biliyorsunuz bizim sindirim sistemimiz otobur canlılar ile beslenmeye daha müsait, bu bağlamda full vegan arkadaşları da yiyebileceğimizi düşünüyorum. bu hem dünyadaki açlık sorununu hem de gereksiz nüfus fazlalığını çözecek bir öneridir.

    okuduğunu anlayamayan ama başlık açabilen editi: köpek dişinle çiğ et ye yazmıyor, madem et yemek doğanda yok, neden köpek dişin var yazıyor.

  • karadeniz’den gelen yüzey suları, çeşitli antropojenik (doğadaki insan kaynaklı etkiler) ve nehir deşarjlarına bağlı organik madde yükü artışı marmara'nın yüzeyinde ötrofikasyona (plankton ve alglerin aşırı derecede çoğalması durumu) yol açar.

    bu canlılar karbondioksit ve bazı besinleri ışık enerjisi ile organik moleküllere çevirir. uygun şartlarda (mevsimsel etki) aşırı çoğalırlar. yüzeyde baskın olunca güneş ışığı dibe ulaşamaz. yüzeyde fotosentez olurken, dipte fotosentez azalır. bu canlılar öldüklerinde fotosentezle salgıladıkları organik maddeleri suya bırakır. ve bakteriyel faaliyetlerle ayrışarak musilaj oluşur. işte bu ayrışma süresi uzadıkça ekosisteme zarar verir. evsel ve endüstiyel atıklar da musilaj etkisini artırır. dolgu sahiller denizin kendisini temizlemesini engellediği için, kendi elimizle doğal bir olayı tehdite dönüştürürüz. sadece sorun görüntü kirliliği ve pis koku oluşması değildir. asıl sorun sudaki diğer canlıların beslenme ve yumurtlama alanlarını örterek habitat kaybına yol açmasıdır. yani musilaj doğaldır evet ama marmara denizi için bir sonuçtur!

    işin magazinsel kısmı içinde bir iki kelime birşeyler yazalım! mesela izmir'de sezen aksu'nun villasından denize kaçak döşenmiş 50 m. uzunluğunda atıksu borusu haberi çıkmıştı biliyorsunuz. belediye el attı o işe vs.
    yani çevreciyim demekle olmuyor. kirli suların arıtılmasındaki problemin üzerine birde kaçak borularla denize pislik akıtanlar eklenince, sahil bölgeleri için iş kontrolden çıkıyor.

    kendi çöpünü sokaktaki konteynere atmaya üşenen bir toplum. sözde çevrecilik. atıklarla mücadele için kaynak ayrılmaması vb. el birliği ile katliam yapıyoruz yani. atıkla mücadele ve geri dönüşümü yönetimler, biyologlara ve çevre mühendislerine bıraksalar, tabiki denetlemek şartıyla daha doğa dostu yaşayabiliriz. ama maalesef bu ülke müteahhitlerin eline bırakılan bir ülke olduğu için denizler ve ormanlar yok ediliyor.

    üniversitede limnoloji dersinde hocam birgün şöyle demişti. "denizlerde neredeyse sudan başka birşey kalmadı."

    edit: imla

  • onu da yiyemiyoruz be hülyacım, sorun orada zaten.

    abartılı diyenler olacaktır. malum simit hesabını yapalım. asgari ücretle çalışan 4 kişilik bir aile bireyleri 3 öğün tanesi 4 tl'den satılan simit yese günlük 48 tl simit masrafı olacak. ayda sadece simit masrafı 1440 tl ediyor. kirası faturası, sürekli simit yemekten bozulan sağlık giderleri derken olaylar bambaşka bir noktaya evriliyor haliyle.

    şunu da ekleyeyim; 1440 tl, hülya'nın nusret'e verdiği bir öğün parası. o simidi hülya yemeyecek yani, o t-bone steak'ten devam edecek.

    sabır testi gibi ülkeyiz.

  • ulan getir firması şuradan edeceğin 3-5 kuruş kar için şu palyaçoluğa gerek var mı ya?

    böyle zavallıca şeylere yılbaşı paketi falan yazılınca gerçekten içim burkuluyor. yeni yıla çizi kemirerek giren biri canlanıyor kafamda.

  • artık eminim bu insan kötülüğün ekstrem lideri.
    bizim aklımız başımızda, bu ülkede yaşıyor olmamız bir mucize.

    felâket yaşamış, malını canını yitirmiş insanlara çay fırlatıyor. parası neyse veririz diyor.
    ölen madenciler için nasıl olsa öleceklerdi kader diyor.
    bakın bu kadar davranışın böyle aleni sahnelenmesi eşine az rastlanır bir vurdumduymazlik gerektirir. bunlara rağmen, bunlara maruz kala kala yaşamaya devam edebiliyoruz ya, bize de helal olsun.

    bu şahsa oy veren insanlar da kötülüğün taşıyıcılarıdır.

  • kiraya yüzde 25 artış sınırı aslında kiraların artmasına sebep olan şeylerden biri. ankara için konuşuyorum eryaman bölgesinde 2 sene evvel güzel 4+1 evler
    2.5-3 bin civarındaydi. şimdi iki sene toplamda yüze 200 enflasyon olsa bu evin kirası 10-12 olacaktı. ama hükumet bh yüzde 25 sınırı koyunca boş ev sahipleri nasıl olsa kiraya verince arttırmayız diye düşünüp evlere daha fazla zam yaptılar şu an 20-25 oldu aynı evler. şimdi ortada söyle saçma bir durum var bu ev kiraları aşırı artarken aynı apartmanda iki senedir kriaci olan adam iki kere yüzde 25 ile 5 bin lira kira ödüyor. aynı apartman aynı tip daireler biri 25 bin lira diğeri 5 bin lira. ikisinde de ev sahibi kiracı arasında problem var. sizin yapacağınız iş de kendinize benzer aynı kur korumalı sistem gibi bu da işleri daha çok karıştırdı.

  • debe editi: destekci arkadaslara tesekkur ederim, fumeci, ticaret bakanligi ve kadikoy belediyesi ucgeninde isi cozmeye calisacagim, gelisme oldukca burayi editleyecegim.

    istanbul'da goztepe medical park yanindaki fabrika satis magazasinda yasanan hadise.

    aslinda olayi daha da ilginclestiren kisim su; itimat gramaji belli olan ambalajli fumeci smokehouse urunlerini satiyor ve urunlerin uzerinde zaten acik acik gramaj ve barkod yazarken bu urunu alip tekrar tartidan geciriyorlar.

    bu duruma itiraz ettigimde kasaplar dahil zaten her yerde boyle oldugunu iddia ettiler. tarttiklari tabagin darasinin hesaba katildigini, ufak gramajlarin es gecildigini soylediler. ufak gramaj diye bahsedilen sey yaklasik 10 gram, aldigim sarkuteri urunu ise 97 gram.bu da görsel.

    bir kiloda az gibi gozukse de bu miktarda hesaba arti %10 civari yansiyor. paketli urunu almayip kestirmek istedigimi soyledigimde yine fark etmeyecegini, bu sekilde tartilacagini iddia ettiler.

    fumeci smokehouse urunlerini kendisinden daha pahaliya tabii ki satabilirler, buna bir itirazim yok ancak gerek hazir ambalajli urunun tekrar tartilmasi gerek sifirdan kestirsem bile ayni gramajin eklenecegini iddia etmeleri bana biraz ahlaksizlik boyutunda geldi, yine de emin olamadim.

    tuketici hakem heyetine basvurmayi ve fumeci smokehouse ile iletisime gecmeyi dusunuyorum. tecrubeli yazarlarin yesillendirmelerine ve konuya dair aydinlatmalarina da acigim.

    pesin edit: "baska yerden alsaydin madem, neden buradan aldin" diye soranlar olabilir. magazada cigirtkanlik yapip "fotosunu cekiciim bunun sizi sikayet ediciim" demek istemedim, aldim ve pasa pasa evime gelip cektim.

    edit 2: fumeci'nin urunlerini carrefour ve itimat'tan daha kucuk diyebilecegim baska yerlerden de temin ettim, kimse tartmadi, uzerindeki barkodu okuttular.

    edit 3: tuketici hakem heyeti yerine zabita ve belediyeye basvurmam tavsiye edildi. dogru, su an 10 liramin pesinde degil 10 liralarin pesindeyim. 175'i aradim, bu tarz seyler icin e-devlet uzerinden haksiz fiyat artisi sikayet bildirimine yonlendirildim o da henuz yanit vermiyor. ayrica fumeci'ye de yazdim. gelismeleri yazacagim.

    edit 4: fumeci satis muduru ile irtibata gectim, cok ilgili davrandi uzun uzun konustuk oncelikle kendisine tesekkur ederim. pazartesi itimat ile konuyu goruseceklerini belirttiler, yapilanin yanlis oldugunu onayliyorlar.

    edit 5: fumeci'nin sahibi denildigi gibi benimle bugun irtibata gecti, itimat ile gorusulup pakedin tartilmadan direkt okutulmasi uzerine anlastiklarini ve 2 gun icinde gecilecegini anlattilar. yani mevzuyu fumeci kanadindan cozduk. bugune kadar satilanlar ve iceride bana yapilan ukala muamele de yanlarina kar kaldi. fumeci urunlerini de bundan sonra gider sadece yerinden alirim sanirim.