• adı, ekşisözlük ile birlikte iki yerde geçen; eğer gerçekten yazılmışsa, piyasaya çıktığı an alınıp okunulması gereken kitap.

    (bkz: alper canıgüz)

    edit: hakkaten çıktığı gibi okumuştum, eski entrylerime bakarken yine aklıma geldi, yine okuyacağım.
  • "borges ve kemalettin tuğcu’nun aynı kişi olduğunu öğrendiğimde hayatta bundan daha korkunç bir gerçekle karşılaşamayacağımı düşünmüştüm. heyhat, ne kadar da yanılmışım.

    dünyanın şahsıma karşı kurulmuş bir komplo olduğuna dair inancımın en güçlü dönemleriydi. işsizdim, güçsüzdüm, çok fazla içki tüketiyordum ve galiba yapayalnızdım. yine de birileri vardı tabii hâlâ. mesela şaban. o vardı. ilk önce asker arkadaşımdı. aynı bölükte ve aynı yatakhanedeydik ama fazla bir muhabbetimiz olmamıştı; merhaba merhaba, hepsi o. sonra bir gün, yani askerden sonra bir gün, eminönü meydanında kuşlara yem atmaktaydım ki biri omuzumu dürttü. bir de baktım, şaban. ayaküstü bir hal hatır muhabbetinden sonra kendi yolumuza gideriz diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. kendimizi piyer loti’de, bir zamanlar harikulade bir manzara teşkil ettiği iddia edilen bataklığa bakıp çay içerken buluverdik. eee daha daha nasıldı? köyden ayrılmaya karar vermişti. birkaç hafta önce istanbul’a gelmiş, işe başlamıştı. ne işi yapıyordu? serbest çalışıyordu. yani tam olarak ne yapıyordu? alım satım gibi. gibi. bu konuyu daha fazla kurcalamamalıydım herhalde. peki ben nasıldım? iyiydim. ben bir reklam ajansında metin yazarıydım askerden önce, biliyordu değil mi? yok, bilmiyordu. öyleydim işte, askerden önce bir reklam ajansında çalışıyordum ben. ama şimdi bir televizyon programı için metinler yazmaya başlamıştım. o ünlü şovmen vardı ya, ha biliyordu, işte onun programda yaptığı esprileri ben yazıyordum. pek memnun değildim açıkçası. olsundu, ekmek parasıydı. doğru düzgün para kazansaydım bari, o da olmuyordu ki. bak eşek kadar herif, hâlâ annemle yaşıyordum. dert ettiğim şeye baktı, şaban, beşiktaş’ta üç odalı bir ev tutmuştu, ev kocamandı ve kirası da uygun sayılırdı, yarısını ödemeye gücüm yeterse yanına taşınabilirdim. hadi ya, ciddi miydi? ama nasıl olurdu? teşükkür ederimdi ama vallahi dünyada olmazdı. uzatmayaydımdı yahu, neydi yani? o da istanbul’u doğru düzgün tanımıyor, yalnızlık çekiyordu. arkadaşlık ederdik işte birbirimize. dur ben bir düşüneyimdi. sahi telefonu kaçtı? işte bu hoş tesadüften onbeş gün sonra asker arkadaşım şaban’ın ev arkadaşım oluşunun hikayesi böyleydi.

    iyi bir ev arkadaşıydı şaban. fazla konuşmuyordu ama soğuk değildi, düzenli ve titizdi ama benim dağınıklığıma aldırmıyordu, her sabah alaca karanlıkta kalkıp namaz kılacak kadar dindardı ama bir kez bile müslümanlığın güzel erdemlerinden söz ettiğini duymamıştım. hem enteresanlığı bu gibi şeylerle sınırlı değildi. diyelim, eve bir akşam köydeki ailesinin gönderdiğini söylediği koca bir tulum lor peyniri, bir başka akşam suşi getirebiliyordu. ya da yemekte bir şeyler okumak istediğinde, tercihi mesnevî ya da bir seks dergisi olabiliyordu. üstelik her iki materyali de aynı mesafeli ilgiyle inceliyor, her ikisinde de birtakım satırların altını çiziyor ve korkarım bunu şaka olsun diye yapmıyordu. hasılı şaban o güne kadar tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu. tek tek bakıldığında az çok normal gibi görünen özellikleri hep bir araya gelince tuhaf bir bütün oluşturuyordu. açıkçası onu nereye yerleştireceğimi pek bilemiyordum ama onunla birlikte kendimi kesinlikle huzurlu hissediyordum. bu, her şeyden önemliydi."
  • dünyanın en güzel türk romanı.
  • iki hafta içerisinde kitapçıların raflarının arasına girecek alper canıgüz romanı... salya akıtıyoruz.

    edit: salya akıtmaya kendimi kaptırmışken romanın doğru adının gizliajans olduğu gözümden kaçmış...artık elinizde tutup, okşayabilirsiniz de...
  • nihayet kitap, içiyle uyumlu başarılı bir kapak tasarımıyla raflardaki yerini almıştır. okuyucu için, bir romanın ilk cümlelerini okuduktan sonra büyük bir heyecanla son cümlelerini beklemek ve beklediğine değdiğini görmek kadar doyurucu bir şey olamaz sanırım. bu bağlamda alper canıgüz sevenlere kitabın her zamanki gibi olduğunu söylemek yetecektir diye düşünüyorum. yine baştan sona heyecanlı bir yolculuk; her biri birbirinden ilginç karakterler, özgün bir konu ve zekice hazırlanmış kurgu... kitap için daha çok şey söylenebilir elbet, ama;
    “en güzel söz tam zamanında söylenmeyen değil midir?”* diyerek bitirelim.
  • (bkz: ben de varım)
  • (bkz: muhtesem)
  • diğer bir leziz alper canıgüz romanı (henüz bitirmedim)
    babanız sizi döver miydi sorusuna, hayır biz çok modern bir aileydik babam beni dövmez rencide ederdi, herkesin içinde aşağılardı, kısmetse ben de çocuklarımı böyle modern yetiştireceğim..diyor ya; işte bu tavrına ve tarzına hasta oluyorum kendisinin.
  • gözümün önünde yazılmış kitaptır.
  • bittiğine üzüldüğüm kitaplardan biri daha. içerisi hakkında hiçbir bilgi vermeye gerek yok, ne de olsa gizliajans adı. gözleri kapalı alınabilir.
hesabın var mı? giriş yap