zbigniew herbert
-
polonyali sair. 1924-1998 yillari arasi yasamistir ve epey bir siiri ingilizceye cevrilmistir. bir tanesini buraya birakalim
ı would like to describe the simplest emotion
joy or sadness
but not as others do
reaching for shafts of rain or sun
ı would like to describe a light
which is being born in me
but ı know it does not resemble
any star
for it is not so bright
not so pure
and is uncertain
ı would like to describe courage
without dragging behind me a dusty lion
and also anxiety
without shaking a glass full of water
to put it another way
ı would give all metaphors
in return for one word
drawn out of my breast like a rib
for one word
contained within the boundaries
of my skin
but apparently this is not possible
and just to say—ı love
ı run around like mad
picking up handfuls of birds
and my tenderness
which after all is not made of water
asks the water for a face
and anger
different from fire
borrows from it
a loquacious tongue
so is blurred
so is blurred
in me
what white-haired gentlemen
separated once and for all
and said
this is the subject
and this is the object
we fall asleep
with one hand under our head
and with the other in a mound of planets
our feet abandon us
and taste the earth
with their tiny roots
which next morning
we tear out painfully -
fazlasıyla gençtim
ve sağduyu söyledi bana
vermememi sözümü
kolayca söyleyebilirdim
biraz düşüneceğimi
ne ki bu acele
tren tarifesi değil ya
sözümü vereceğim
mezuniyetten sonra
askerlikten sonra
yuvamı kurduktan sonra
ama zaman patladı
önce yoktu
sonra yoktu
kör edici şimdide
seçmeliydi insan
ben de sözümü verdim
bir söz—
bir ilmik boynuma asılı
nihai bir söz
nadir bazı anlarda
her şey aydınlık
ve saydamlaşırken
kendi kendime düşünürüm
“sözüm
ne kadar isterdim
sözümü almayı geri”
pek fazla sürmüyor
gıcırdıyor ekseni dünyanın
göçüp gidiyor insanlar
manzaralar da
ve renkli halkaları zamanın
ama verdiğim söz
boğazımda tıkalı -
deniz kıyısında yürüyoruz
ellerimizde sıkıca tuttuğumuz
iki ucuyla antik bir diyaloğun.
- beni seviyor musun?
- seni seviyorum.
çatık kaşlarla
özetliyorum tüm bilgeliğini
iki ahitin,
astrologların, kâhinlerin,
bahçe filozoflarının *
ve inzivadaki filozofların.
ve şöyle geliyor kulağa:
- ağlama
- cesur ol
- bak herkes nasıl
dudaklarını büzüyor ve diyorsun ki:
- din adamı olmalıydın sen
ve usanmış, çekip gidiyorsun
kimse sevmez ahlakçıları
ne demeliyim kıyısında
küçük, ölü bir denizin
yavaşça dolduruyor su
yerini yok olan ayak izlerinin
* sanırım epicurus'un öğrencilerinden bahsediyor burada. -
yedinci melek
tamamen farklıdır
adı bile farklı
şemkel
cebrail gibi değil
ihtişamlı
muhafızı tahtın ve
baldakenin.
israfil de değil o
koronun akortçusu
ve yine değil bir
azrail
gezegeni süren
sonsuzluğun bilirkişisi
teorik fiziğin mükemmel kalesi
şemkel
siyah ve gergindir
ve defalarca ceza yemiştir
yasadışı günahkar ithalatından
arafın
ve cennetin arasında
fıtı fıtı yürür dinlenmeden
haysiyet duygusu yok onun
ve ekipte tutulmasının tek nedeni
yedi rakamına verilen önem
ama diğerleri gibi değil o
değil orduların atamanı
mikail gibi
elyaf gibi tüylerden
azrafil gibi değil
kainatın iç mimarı
süslü bitki örtüsünün gardiyanı
parıltılı kanatları iki meşe ağacı gibi
dedrail gibi bile değil
apolojist ve kabalist
şemkel şemkel
diye söylenir melekler
neden mükemmel değilsin
bizans ressamları
tüm yediliyi çizerken
şemkel'i de aynı
diğerleri gibi çizdiler
korktular çünkü
sapkınlığa düşmekten
eğer çizselerdi onu
olduğu gibi
siyah gergin
eski püskü halesinde -
tabii ki
merdivenin tepesindekiler
biliyorlar
her şeyi biliyor onlar
bizim durumumuzsa farklı
biz hücreleri süpürenler
daha iyi bir geleceğin rehineleri
merdivenin tepesindekiler
nadiren de olsa görünür bize
susturan parmaklarıyla dudaklarındaki
sabırlıyız biz
eşlerimiz yamıyor pazar gömleklerimizi
gıda tayınlarından konuşuruz biz
ayakkabı fiyatlarından
cumartesileri başımızı geriye yaslayıp
içeriz
bizler
yumruklarını sıkan
zincir sallayan
konuşan soran
heyecanın ateşiyle
isyana çağıran
durmadan konuşup sorgulayanlardan değiliz
işte onların peri masalı -
merdivenlerine hücum edip
fırtınayla yakalayacağız onları
zirvedekilerin kelleleri
yuvarlanacak basamaklardan
ve sonunda dikeceğiz gözümüzü
o yükseklikten görünebileceklere
geleceğe
boşluğa
kellelerin yuvarlanışını
görmek değil arzumuz
kellelerin ne kolay yetiştiğini biliyoruz çünkü
biliyoruz tepede her zaman bir
veya üç tanesinin kalacağını
dipte kalansa süpürge ve küreklerden kalan karanlık
bazen merdivenin
tepesindekileri düşünüyoruz
aşağıya
bizlere gelip
-biz gazetenin üstünde ekmek yerken-
şunu söylediklerini
- hadi konuşalım
erkek erkeğe
posterlerde çığırılanlar gerçek değil
gerçeği mühürlü dudaklarımızda saklıyoruz
çünkü zalimdir gerçek ve çok ağır
o yüzden yükü kendimiz taşıyoruz
mutlu değiliz
ve memnuniyetle burada
kalırız
hayal tabii bunlar
gerçek olabilirler
olmayabilirler de
ondan ki devam edeceğiz
işlemeye hücremizi
çamurdan hücremiz
taştan hücremizi
yorgun bir kafa
kulak arkasında bir sigara
ve içinde tek damla umut olmayan bir kalp ile -
diğerleri gibi silah tutup dövüşemeyecek kadar yaşlıyım
ondan ki tarihçi rolü verildi bana kibarca
bir kuşatmanın tarihini -kimin için olduğunu bilmeden- yazıyorum
net olmalıyım ama kuşatmanın ne zaman başladığından emin değilim
iki asır önce aralıkta eylülde şafak vakti dün
burada hepimiz zaman duygusu kaybından mustaribiz
bize kalan bir toprak toprağa bağlılık
tapınakların hayaletlerin bahçelerin evlerin harabelerinde hüküm sürüyoruz
harabelerimizi de kaybedersek bir şeyimiz kalmayacak
elimden geldiğince yazıyorum bu tükenmez haftaların ritminde
pazartesi: dükkanlar boş sıçanlar artık para birimi
salı: belediye başkanı faili meçhul cinayete kurban gitti
çarşamba: ateşkes görüşmeleri düşman elçilerimizi tutukladı
nerede tutulduklarını bilmiyoruz
perşembe: olaylı tartışmalardan sonra yerel tüccarların koşulsuz teslim olma teklifi oy çoğunluğuyla reddedildi
cuma: salgın çıktı cumartesi: yıkılmaz muhafızımız n. n. intihar etti pazar: su yok doğu kapısında bir saldırıyı püskürttük adı ittifak kapısı
biliyorum çok monoton kimseyi ağlatmayacak
yorumlardan kaçınıp duygu katmadan gerçekleri anlatıyorum
sadece gerçekler para ediyormuş yabancı pazarlarda
ama gururla bildirmek isterim ki dünyaya
savaş sayesinde yeni bir tür çocukluk geliştirdik
çocuklarımız peri masallarından hoşlanmıyor öldürmece oynuyorlar
sabah akşam düşlerinde çorba ekmek kemik
aynı kedi köpek
kentin uçlarında geziniyorum bazen akşamları
belirsiz özgürlüğümüzün sınırlarında
yukarıdan bakıyorum ordulara ateşlerinden
barbar davullarını ve savaş çığlıklarını dinliyorum
nasıl savunuyor bu kent hala kendini
kuşatma uzun sürüyor düşmanlar da değişiyordur muhtemelen
zaten yok oluşumuz dışında ortak bir gayeleri yok
gotlar tatarlar isveçliler sezar’ın başkalaşım taburları
kim sayabilir ki onları
ufuktaki orman gibi renk değiştiriyor sancakları
bahar zamanı narin kuş sarısından yeşile ondan kış siyahına
sonra gerçeklerden uzaklaşmışken akşamleyin
zamanı çoktan geçmiş meselelere gömülüyorum
denizaşırı müttefiklerimize örneğin
biliyorum bize şefkatleri içten
çuvallarca cesaret yağ ve iyi tavsiyeler gönderiyorlar
bize babalarının ihanet ettiklerini bilmeden hem de
ikinci kıyamet zamanlarından müttefiklerimizdi onlar
oğullar günahsız şükranlarımızı hak ediyorlar ki minnettarız biz de
onlar kuşatmanın sonsuzluğunu yaşamadılar
kaderi talihsizlikle mühürlenenler yalnızdır her zaman
dalai lama’nın muhafızları kürtler afgan süvariler
bunları yazarken şimdi uzlaşma taraftarları
kahramanların partisine karşı hafif bir üstünlük sağladı
sıradan duygu değişimleri işte
ama kaderimiz hala dengede
mezarlıklar yayılıyor sayımız azalıyor
ama direniş sürüyor ve sonuna kadar sürecek
kent düşse bile bir kişi de kurtulsa
sürgünde taşıyacak kenti içinde
ona bürünecek kent
açlığa bakıyoruz ateşe ölümün yüzüne
-ve en kötüsü- ihanete
aşağılanmayan bir tek hayallerimiz -
ahmet güntan'ın, "mr. cogito bana felsefe karşısında dik durma çabamda cesaret verdi" dediği (heves, xviii) ve aşağıdaki şiirini ingilizceden çevirdiği leh şair.
---
bay cogıto, spınoza'nın iğvasını anlatıyor.
amsterdamlı baruch spinoza
tanrıya ulaşmak arzusuyla yanıyordu
tavanarasında mercekleri
parlatırken
birdenbire bir perdeyi yıktı
ve yüzyüze kaldı
uzun uzun konuştu
(ve konuşurken
zihni açıldı
ve ruhu da)
sorular sordu
insan tabiatı hakkında
—tanrı dalgın dalgın sakalını okşadı
ilk illiyeti sorguladı
—tanrı kafasını sonsuzluğa çevirdi
gaî illiyetten söz etti
—tanrı parmaklarını çıtırdattı
boğazını temizledi
spinoza susunca
o konuştu
—iyi bir konuşmacısın baruch
geometrik latinceni seviyorum
ve sentaksındaki berraklığı
kanıtlarındaki simetriyi
fakat gel gerçekten
önemli şeylerden söz edelim
—yaralı ve titrek
ellerine bak
—karanlıkta oturarak
gözlerini mahvediyorsun
—kötü besleniyorsun
kötü giyiniyorsun
—yeni bir ev al
venedik aynalarına kızma
satıhları yansıtıyor diye
—saça takılmış çiçeklere kızma
sarhoşların söylediği şarkıya
—gelirini iyi idare et
arkadaşın descartes gibi
—kurnaz ol
erasmus gibi
—bir tezini
ondördüncü lui'ye ithaf et
nasılsa alıp okumayacak
—yavaşlat
öfkeyle aradığın mantığı
yoksa tahtları devirecek
yıldızları karartacak
—bir kadın
düşün
sana çocuk verecek
—anlıyor musun baruch
önemli şeylerden konuşuyoruz
—cahil ve vahşi tarafından
sevilmek istiyorum ben
çünkü yalnız onlar
bana sahiden açlık duyarlar
şimdi perde iner
spinoza yalnızdır
ne bir altın bulut görür
yükseklerde ne bir ışık
karanlığı görür
merdivenin gıcırdadığını duyar
aşağıya inen ayak seslerini
zbigniew herbert
ingilizceden çeviren: ahmet güntan
[the collected poems. harper collins, 2007. ingilizceye çeviren: alissa valles] -
“kaynağa ulaşmak için akıntıya karşı yüzmeli, akıntıyla yüzüp giden çöptür sadece…” der…
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap