• bir ismet özel siiri;

    " ben halka bakinca gümüş tirnakli kisraklar
    sirça kirpikli gelinler huylanir.
    ben halka bakinca terlenirim
    yaslanirim tarlalarin gölgesine, tozuna
    kirlenir gülkurusu mendilim.
    benim rengimle kim yarişabilir
    sancimi kimler altedebilir ben halka bakinca?
    ben ki kazdim, küredim, ellerimle boşalttim geceyi
    yildizlari, hüznü ordan firlatip attim,
    sonra ordan firtinali bir tüzeyle halka bakinca
    yeniden yaralandim dünya irmaklarindan.

    dünyanin irmaklari dedigim yer
    aydinlik, gülümserlik ve sevda
    oysa halkin göz çukurlari çamurlanmiştir
    kani ilgit ilgit akar, kani kara
    yazlik sinemalarda, üniformalar altinda
    banknotlarin, kiravatlarin saltanatiyla
    çürütülmektedir halk.
    gözlerim
    ne güzeldir halka bakinca
    gözlerimde bögürtlendir
    avuçlarimda nar,
    ayaklarini çiplatip sulardan geçen çocuklar
    sevinçle kipirdatir yapraklarimi.
    halkim
    piçaklanmiş bir kadin gibidir
    kaygular içinde yapayalniz
    zehirli çiçeklerin ugultusu
    uzaklaşmaz kulaklardan.

    gözlerim
    neden güzeldir halka bakinca
    beni neden küflemez o çökertilmiş anlam
    herdaim karnimda tikili duran şafak
    dünyalar biriktirir halk adina?
    çünkü bana göbek bagimdan işliyor toprak
    hançeri ellerinde neşter kilan
    arkadaşlarim var daglarda.
    kara yerden kirmizi gelincikler biterken
    leylekler kirlenirken bin bereket ugruna
    şeffaf, bakire kizlar pencerelerden
    kaçirilmak için elederken delikanlilara
    o zaman benim gözlerim işte
    kavi bir mavzer olur halka.
    kanima kizgin demirler sokulur
    ben halka bakinca
    kömür kokusunda yüzlerim kabarir
    kalbim uyanir gires lekelerinden
    gök gürülder köleler kipirdanir
    uykumun rengi yayilir dünyaya
    uykum çünkü uçari, çünkü hovarda
    şafaklarin öncesidir.
    sazaklar içinde bir çocugu emzirir
    çaputlara sarilmiş çürüksüz çocugu
    ben halka bakinca.

    yaşamak güzeldir
    gözlerim daha güzel
    gözlerim daha güzel halka bakinca
    ve sürülmüş topragi
    yaratkan beyni
    işleyen elleri huylandiran bakişlarim
    yani insan türünün var kilan hiz
    yani hatta tarlalarda
    döl yataklarinda bile oyalanmayan
    savaşin, sevdanin rengi
    her güzellik bu rengin ardindadir
    yaşamak bir başina bu rengi geçebilmez
    'ölümden korkup da sonunu sayan
    ölür gider yar koynuna giremez.' "
  • bir erkek ismi..
    ilk kez dün duydum..

    söylerken de, duyunca da güzel bir hissiyat bırakıyor insanda..
  • ismet özel'in ne kadar titiz bir şekilde şiir çalıştığını çok derin hissedebileceğiniz bir şiirdir. dili, müziği, seçimi bin yıldır söylenegelmiş bir yazıt gibi, yeri değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez.

    ''ayaklarını çıplatıp sulardan geçen çocuklar''
    çıplatıp, evet.
  • ...

    oysa halkın göz çukurları çamurlanmıştır
    kanı ılgıt ılgıt akar, kanı kara
    yazlık sinemalarda, üniformalar altında
    banknotların, kıravatların saltanatıyla
    çürütülmektedir halk.

    ...

    *
  • bir ismet özel şiiri.
    ölümden korkup da sonunu sayan
    ölür gider. yar koynuna giremez.
  • yaşatan

    ...

    kanıma kızgın demirler sokulur
    ben halka bakınca
    kömür kokusundan yüzlerim kabarır
    kalbim uyanır gıres lekelerinden
    gök gürülder köleler kıpırdanır
    uykumun rengi yayılır dünyaya
    uykum çünkü uçarı, çünkü hovarda
    şafakların öncesidir,
    sazaklar içinde bir çocuğu emzirir
    çaputlara sarılmış çürüksüz çocuğu
    ben halka bakınca

    yaşamak güzeldir
    gözlerim daha güzel
    gözlerim daha güzel halka bakınca
    ve sürülmüş toprağı
    yaratkan beyni
    işleyen elleri huylandıran bakışlarım
    yani insan türünü var kılan hız
    yani hatta tarlalarda
    döl yataklarında bile oyalanmayan
    savaşın, sevdanın rengi
    her güzellik bu rengin ardındadır
    yaşamak bir başına bu rengi geçebilmez
    "ölümden korkup da sonunu sayan
    ölür gider yar koynuna giremez."

    ismet özel'in 1969 yılında 25 yaşında yazdığı şiiri.
  • 3 haziran 2017 - saat geceyarısını biraz geçmiş

    bakırköy sahilde denizden esen yelin soğuğundan tenekede yanan ateşle korunup kaçak çay ocağının servis ettiği çayı içiyordum. aslında önce marina'daki benzin'e (taksi de olabilir) gitmiş, ama kapattıkları için birer birayı hızlıca içip çıkmıştık. sahilde avare avare yürürken de bu kaçak çay ocağına rastlamıştık. (bu entry boyunca çay geyiği ve edebiyatı yapmayacağıma jüri önünde yemin ediyorum.)

    ikinci çayları içerken bildirim geldi youtube'dan. herhalde şöyle bir şey yazıyordur: "deux ex machina kanalı 'yaşatan - ismet özel' adlı videoyu yükledi." hemen çantaya yöneldim. çantanın derininde kulaklığı ararken arkadaşlardan izin istedim: beş dakikalığına bana müsaade edin. çok önemli. bitince anlatırım.

    şaşırır gibi yaptılar ama aslında şaşırmadılar. daha önce de şahit olmuşlardı böyle durumlara. şiiri içimden tekrarlaya tekrarlaya denize bakarak dinliyordum. "yaşamak güzeldir / gözlerim daha güzel / gözlerim daha güzel halka bakınca" mısralarını bekliyordum çünkü punchline orasıydı benim için.

    mısralar geldi, o an yaşamak gerçekten güzeldi. gözlerimin de daha güzel olduğunu ise yanımdakilerden anlıyordum. çok güzel bakıyorlardı bana. onlar ki aslında bu işlerle pek bir ilgileri de yoktu. dostları olduğum için ara sıra gerçekleşen bu gibi olaylarda bir anormallik görmezlerdi. zaten ben de böyle bir şeyi alelade arkadaşların yanında yapmazdım. (dost başka arkadaş başka.)

    kulaklığı çıkardım. "ne oldu" dediler. özetledim, deux ex machina diye bir youtube kanalı var, ismet özel şiirlerini resimle ve kaliteli müziklerle montajlıyor, çok sevdiğim bir şiirin videosunu yapmış bu sefer, o yüzden hemen dinlemek istedim." "biz de dinleyelim" dediler. bir kulaklığımız daha vardı. onu iki kişi paylaştı. benim için punchline olan yer gelince ayaklarına vurdum hafifçe. sonra şiir bitti. "gerçekten çok güzel" dediler.

    buraya kadarı girizgâhtı. şimdi asıl konuya giriyoruz. keşke sorsalardı o dostlar, şiirin bende ne dediğini güzelce anlatırdım. hatta dipnotlarla donatsam, tayms oniki, bir buçuk aralarık, geniş kenarlıklı bir tahlil de çıkarırdım. siz yabancı değilsiniz, farz edin ki sordunuz: de bize inpinkw'floyd nedir bu şi'rin sözü?

    en sondan başlayalım, oradan bağlayarak şiirin nüvesine, yani başlığa gelelim. (bu kısım çok uzun sürmeyecek zaten.) en başa, başlığa döndüğümüzde incelikli tahlile girmiş olacağım.

    "yaşatan" şiiri alıntı iki mısrayla bitiyor aslında. karacaoğlan'dan

    "ölümden korkup da sonunu sayan
    ölür gider yar koynuna giremez"

    bunlar, hakkını arayanların kurallarını takır takır sayıp masadan kalkmadan önceki son, karizmatik sözleri. taraftarları coşturacak, karşıtları bir an afallatacak, sahibine psikolojik üstünlük getirecek sözlerdir. yani meramın bir tarafı burada özce verilmiş. yani asıl meram bundan da önce olmalı.

    bu iki mısranın öncesindeki mısralara önce şiirin orijinalinde bakalım. karacaoğlan'ın dörtlüğünün tamamı şöyle:

    "uyan karac'oğlan gafletten uyan
    atına binip de kargıya dayan
    ölümden korkup da sonunu sayan
    ölür gider yar koynuna giremez"

    ilk iki dizeyi unutmayın, buraya tekrar döneceğiz.

    peki ismet özel bu iki mısraya nasıl varıyor?

    "ve sürülmüş toprağı
    yaratkan beyni
    işleyen elleri huylandıran bakışlarım
    yani insan türünü var kılan hız
    yani hatta tarlalarda
    döl yataklarında bile oyalanmayan
    savaşın, sevdanın rengi
    her güzellik bu rengin ardındadır
    yaşamak bir başına bu rengi geçebilmez
    ölümden korkup da sonunu sayan
    ölür gider yar koynuna giremez."

    burada ismet özel üç ayrı şeyi "yani"lerle bağlayarak özdeşleştiriyor.

    sürülmüş toprağı, yaratkan beyni, işleyen elleri huylandıran bakışlar (şairin bakışları)
    =
    insan türünü var kılan hız
    =
    tarlalarda, döl yataklarında bile oyalanmayan, savaşın, sevdanın rengi

    elimizde bir bakış, bir hız ve bir renk var. (bunları da açacağız, açmayabiliriz de çünkü bugün neşeli günümdeyim sıra karışabilir.) bu öyle bir bakış, öyle bir hız ve öyle bir renk ki bir başına yaşamakla bu rengin âhengine varılamaz. bir başına yaşayamaz insan, insan için bir hız kaynağı gerekir, yaşayan ve yaşatan, -biz de "yani"yle bağlayalım- yani potansiyel ve kinetik bir araya gelir, ortaya yeni bir dünya çıkar ve bakışımız güzelleşir.

    entry'yi burada bırakıp gitseniz gücenmem. son paragraf çok iyi özetledi mevzuyu çünkü. entry'nin bundan sonrası alanda uzmanlaşmak isteyenler içindir.

    yaşamakla uğraşan kişi bir yaşatana sahip olmalıdır ve onu bulmak uğruna her şeye katlanmalıdır (rızâ). çünkü sonunda ideların dahi en başında olan güzelliğin ardına geçmek burcu vardır. kimileri bu burcu bilmezler, onların günahı yok, kimileri bilir de bilmezlikten gelirler, onlar ne döneklerdir, kimileri bu burcu bir gün âyân görürler. gördükleri öyle bir şeydir ki o âna kadar gözleri hep kapalıymış zannederler, o güzelliğin de ötesindeki şeye varmak için "hız"lı bir ata hasmını "hız"la kör atından düşürecek bir kargıya ihtiyacı vardır. hedef seçilmiştir. * * *

    hedef seçilmiştir, dedik. hedef nedir? nişan alınan yer, yani vurulacak bir şey. ama aynı zamanda varılmak istenen nokta anlamına da geliyor, yani varılacak bir şey. yani hedef hem varılacak bir şeydir hem de vurulacak bir şey.

    - siktin mantığı eyledin vîrân
    + seninle polemiğe girmem mantıklı kişi
    viyana kuşatacak ahvâlimde değilim
    hoş-beş edecek isek otur da söyleşelim
    gönlümün işlerine platonculuk yarar (punchline)

    - peki. hedefi anlattın, diğerini de anlat. seçmek nedir?
    + ayırt etmek demektir. meyve seçeriz mesela, çürüğü veya çürümeye duranı, rengi bozulmuş olanı kenara atıp sağlamını ayıklarız. nesneleri birbirinden ayırt edecek kadar net göremediğimizi ifade etmek için de "gözüm seçmiyor" deriz mesela. "yani" hem göz keskin olacak hem hem karşılaştırma mekanizması iyi çalışacak ki en uygun hedef seçilebilsin. hedef seçilmiştir, "yani" vurarak varılacak en uygun şey bellidir.

    - nedir o şey efendim?
    + öyle sormayacaksın, "nedir o katı şey ki gücü gönlün dağdağasını durultacak" diye gürleyeceksin.

    - yani o "bakış" o "hız" o "renk", "göğün dağdağasını durultacak" bir şey midir?
    + "dağdağa" isyan patırtısı demektir ama bir yandan da beyhude telaş anlamını taşır. dolayısıyla, o bahsettiğimiz öyle bir şeydir ki isyan kabilinden her türlü ses çıkarma telaşını da geride bırakır. etrafımızdaki tüm telaşlar önemini kaybeder, sesler kesilir, bir sessizliğe yaklaşılır. ama henüz varılmamıştır. hedefe varmak için hedefi vurmak gerek.
    burada hedef nedir? en geniş anlamıyla sessizliğin kendisi.

    - "en geniş anlamıyla sessizliğin kendisi" derken neyi kastediyorsunuz?
    + ulan sizi akademyaya almadan önce bir elemeden geçirmiyorlar mı? koduğumun aristoteles'i nah sana bırakırım okulu, her işin yarım.
    - anlamadım.
    + yok bir şey yok, "her yer karanlık pürnûr o mevki" dedilen yer işte.
    - yani makber?

    + mağrip mi yoksa makber mi?
    - mağrip gün batışı demek, batıdaki ışık çok parlak olur ama aynı hızla sönmektedir bizim için, ama ufkun arkasında bir yerde durum bizimkinin tam tersidir aynı anda.

    + şaşkınlıkla dinliyorum...
    - platonculuk kolaydır, dünyadan hiç kaçmadan cevap ara da görelim. buradan anlıyorum ki taklidimi başarılı.

    + evet sen bir taklitsin, ben de onu diyorum. buyur devam et şimdi.
    - ufuktaki mağrip tıpkı makber, mezar gibidir. varsa eğer, yeni bir dünyaya açılan penceredir.

    + ufkun ötesinde de dünya devam etmiyor mu?
    - ne kadar platoncu gibi davranmaya çalışsam da bu analoji burada sökmez.

    + peki o zaman şöyle diyelim: insan öyle bir sessizliğe ulaşmak için kapıyı bulmak istemez mi kapıyı bulduğunda onu tekmeleyip içeri atmak istemez mi kendisini?
    - sözünde doğrusun.
    + doğruluk ne demek peki?
    - ebenin amı demek! haklısın, dedim işte.

    + tamam gerilmeyelim. işte kapı o hedeftir, ardına varılacak yerdir. o yere kapıya vurmadan varılmaz. nazikçe tıklatma değil gövdeyle yüklenmektir anahtarı. o kapı ki demirdendir, her anahtar açamaz.
    - "bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir" diyorsun yani?
    + rol çalma iblis! işte omzun çürümesi de o yere varılırken çekilen çiledir. o arada belki taşlanır, terk edilir, kendi idamına yardım edersin.
    - sırf sonunda o sessizliğe varmak için çıkan gürültü patırtıyı hoşgörecek yani?
    + evet çünkü. kişinin "yaşatan"ı odur. kişi onunla temas etmeden onun ardına geçemez.

    - ama ortadaki derin zıtlığı ne yapacağız? sessizlik-gürültü...
    + insanlar birbiriyle ne için savaşırlar?
    - birbirlerini yenmek için.
    + bir taraf diğerini yenince ne olur?
    - savaş biter.
    + savaşın bitmesi için barış yapılmalıdır değil mi?
    - çok doğru söyledin.
    + o hâlde savaşma işinin nihai gayesi barıştır, insanlar barışabilmek için savaşılar, diyebilir miyiz?
    - şimdi kafam karıştı işte.
    + anlaşıldı. şimdi biraz yalnız devam edeyim müsaadenle. başa döneceğim.
    - "başa dönemezsin"
    + la havle, sus artık.

    yine sondan devam edelim: "(...) /savaşın, sevdanın rengi / her güzellik bu rengin ardındadır"

    savaşın rengi nedir? nokta atışı yapamayız ama en azından onun neşe uyandıran parlak bir renk olmadığını biliriz değil mi? biliriz biliriz. sevda nedir peki? aşırı istek. pek çok şeyi isteriz de öyle değme şeyleri aşırı istemeyiz. yani onlara sevdalı değilizdir. sevdalı olduğuzu arzularız. dizede sevdanın da renginden bahsediliyor. o renk savaşın rengine oranla hayli parlak bir renk değil midir sizce de?

    peki bu iki renk nasıl oluyor da aynıymış gibi dillendiriliyor? (çok güzel entry okuyorsunuz sayın suser'lar, kıymetini bilin.)

    o iki renk birbirinin tamamlayıcısıdır. esasen ayrı değillerdir, sadece renkleri başka başkadır. o parlak ve o mat karşı karşıya gelmelidir ki o parlak ve mat birbirine karışırken arada kırk bin ton renk görünsün, o tonlarca renk içinden öyle bir renk seçilsin ki en hülyalısı o olsun. ("yani" ayırt edilsin diğer alelade tonlardan.)

    işte o renk ruha dinginlik (sessizlik) vaat eden pastel bir tondur. bir ateş yanarken çıkan kara duman, parlak sarı ve kırmızı birbirinin etrafında dönerken arada bir çakıp kaybolan turuncu pastel tonları hayal edin. buradan sûzinâke geçerdim ama yer dar.

    hem yanıklık vardır onda hem sâfâ ile coşku
    bir renk şelalesidir içinde binbir ton var
    öyle bir makamdır ki ayırır varla yoku
    buradan sûzinâke geçerdim ama yer dar

    "gümüş tırnaklı kısraklar"ı, "sırça kirpikli gelinler"i huylandıran, engeline sevdayla (arzuyla) bitişmek isteyen, bitişince "inzâl" eden bir insanın gözlerinin rengiyle kim yarışabilir?

    "(...)
    kaygular içinde yapayalnız
    zehirli çiçeklerin uğultusu
    uzaklaşmaz kulaklarından."

    o gözler kaygı bataklarındaki, yapayalnız, kulakları uğuldayan, sessizliğe ulaşamamış ve korku içinde bir şeye bakınca ne olur? ortaya öyle bir güzellik çıkar ki her güzellik bunun yanında alelade kalır.

    "her güzellik bu rengin ardındadır"

    ardında, "yani" gerisinde. o rengin ulaştığı yerdeki kapının ötesinde en güzel vardır. o kapı kırıldığında "ballar balını buldum kovanım yağma olsun" diye ünler türkmen kocası.

    burada bırakalım, buraya kadar okuyanlara teşekkür kabilinden bir şarkı göndererekten.

    ne alaka demeyin. "bir yakar bir üşütür bir kaldırır yerden bir düşürür yere / kime ne yapacağını bilen yok / bir tarafım ölse ötekini yaşatırım elden geldiğince / varım işte olabildiğince" diyor sözler. nakaratta da "bu hayat bize bir gün bakar elbet / bir üşütür bir yakar elbet / ruhumuz darmadağın paramparça / düştüğü yerden bir gün kalkar elbet" diyor.
  • "yaşamak bizi yaşatan boşluğu taşımaktır, boşluğa karşı tahammülsüzlük de çağdaş insandaki vahim bir maraz." helene l'heuillet - gecikmeye övgü
hesabın var mı? giriş yap